İNSAN DÜŞÜNEN VARLIKTIR.

3 Ekim 2007 Çarşamba

TANRILAR VE İNSANLAR (ANLAYANA)


TANRILAR VE İNSANLAR

Gök devletinde oturan tanrılar, kristal kadehlerinin içlerinde demlenmişler ve aralarında
koyu bir sohbet tutturmuşlardı. Önlerindeki U şeklindeki masada, binbir çeşit yiyecek vardı
, ki artıklarıyla bütün yeryüzü ahalisi doyardı. Tanrılar, yer devletinde son zamanlarda iyi
gitmeyen işleri bir karara bağlamaya çalışıyorlardı. Sağlık tanrısı, savaş tanrısı, bilim ve
öğretim tanrısı, ilerleyiş tanrısı, adalet tanrısı ve daha nice irili ufaklı tanrı, bir yandan yiyor,
içiyor, bir yandan da tartışır gibi konuşuyorlardı. Hizmetçiler de, yeryüzünden toplanan en
güzel yiyecekleri ve içecekleri ha bira masaya taşıyorlardı. Bu muhabbetin en koyu olduğu
sırada muhafızlar, içeriye habercinin geldiğini haber verdiler. Haberci Medyas, derhal içeriye
kabül edildi büyük tanrı Biliş tarafından. Medyas, ucuyla yazı yazdığı tüyün de olduğu şapkasını
indirdi ve yerlere kapaklanıp bir reverans yaptı. Sırayla, U şeklindeki masada oturan tanrıları
selamladı baş hareketiyle. Sonra tam ortada diz çöktü. Biliş buyurdu:
-Söyle Medyas. Aşağıda işler nasıl? Bir an önce anlat bize.
Medyas, eğik başını kaldırıp Biliş'e baktı.
-Efendim, işler pek iyi değil. Açıkçası... açıkçası sizleri artık istemiyorlar.
Tanrılar öfkeyle homurdandı bu işe. Biliş'in elini kaldırmasıyla sustular.
-Kimler istemiyor bizi Medyas?
-Çoğunluk efendim. Gökte tanrıların olamayacağını söylüyorlar. Hatta birileri var ki...
-Söyle Medyas!
-Efendim, bu hiç hoş değil.
-Medyas! Söyle, yoksa....
Medyas çekingen bir sesle konuşmak zorunda kaldı:
-Sizlerin de aslında birer insan olduğunuzu söylüyor baş münafıklar... Efendim.
Büyük tanrı Biliş öyle bir kahkaha attı ki, bütün gök inledi bu kahkahayla.
-Biz aksini mi iddia ettik? diye sordu çevresindeki tanrılara. Diğerleri başlarını yukarıya kaldırdı.
Biliş, kendi sorusunu kendisi cevapladı:
-Elbetteki zaten böyle bir şey iddia etmedik.
Medyas'ın yere düşmüş başı tekrar kımıldandı. Uzun kıvırcık saçları, yüzünün görünmesini
engelliyordu dıştan. Konuşmadan önce kimse ne diyeceğini bilemezdi. İyi veya kötü sözcükler,
ancak konuşunca anlaşılabilirdi.
-Efendim!
-Söyle Medyas! Daha ne haberler var?
-Az önceki söylediğinize de karşılık veriyorlar. Diyorlar ki...
-Eeee?
-Diyorlar ki, eğer onlar da bizim gibi insan iseler, gök devletinde ne işleri var? Neden bizim
gibi yer devletinde bulunmuyorlar?
Bilim ve öğretim tanrısı Loş, en çok homurdanan oldu buna.
-Bu denilen hiçbir kitapta yok. Kütüphanemizde böyle bir kitap yok.
-Hayır Efendim, var, dedi bir erkek uşak. Ben yeryüzündeki okullarda okudum bunları. Bir görüş
olarak var. Tanrısız bir gökyüzü istiyorlarmış çoğunluk. Yani başka yeryüzü devletlerinde çok
tutuyormuş bu görüş.

Tığ gibi uşağa ve onun dik duruşuna baktı Loş. Üst dudağı yukarıya doğru çekildi.
-Yazı ayrıdır, uygulama ayrıdır, dedi hiddetle.
Siyah kıyafetleri içindeki uşak buna itiraz etmedi. Ama Loş'un göz ucuyla dürttüğü muhafızlar
tarafından da yaka paça dışarıya götürülmekten kurtulamadı. Uşak, gökten tepe taklak atılmakla
ödedi sözünün bedelini. Cesedi ile yerdekiler alay ettiler ve 'İnsan cenneti, ancak bu kadar olurdu'
dediler O'na. Yaşlı uşak ise artık bir şey duyamadı. Cesedin yalnızca bir ceset olduğu anlaşılınca,
küçük bir dini merasimle ve bolca acıma hissiyle toprağa verildi yaşlı uşak.
Medyas halen tek dizi üstüne kapaklanmış ve saçları da yere düşmüş halde bekliyordu. Biliş, savaş
tanrısına baktı ve ,
-Ne dersin, diye söze giriş yaptı. Bir savaş çıkartalım mı? Yerdekileri oyalayacak bir savaş. Kimsenin
hayır demeyeceği bir savaş. Bilirsin ki, aşağıdakiler savaşmayı herşeyden üstün tutar. Sorgulamaksızın
koşarlar açılan bir savaşa. Aralarındaki karışıklığı da unuturlar, vesveseler azalır, kalpler dinginleşir ve
beyinler durulur. Savaşın olduğu yerde başka değerler vardır. Kahramanlık, yiğitlik, onur, erdem... Bu
millet yarışır ölmekte. Birbirini geçmeye çalışırlar ve ölmeyen öleni kıskanır. Bize asiler bile savaşa
seve seve boyun eğerler. Ülkelerine bağlılıkları için ölmekten başka çıkar yol görmezler. En ileri
zekalısı da, en ahmağı da başka türlü düşünmez. Düşünen de dışlanır zaten. Aşağıda,
savaş dışlanamaz bir erdemdir.
-Bedeli büyük olur, dedi savaş tanrısı Kılıç. Yeryüzünde başka türden karışıklık olur. Açıkçası bunu
istemem. İsterim tabi, yeryüzü tek yürek olsun, hep böyle kahraman, ama yaşasın yeryüzü. Sonuçta
severim bu orduyu, kahramanlığını. Ama yazık olur böyle güçlü bir orduyu, milleti darmadağın etmek.
İyi ordu dışarıyla savaşır, kötü ordu halkıyla didişir.

Politika ve Kriz tanrısı Kükrer atıldı ortaya.
-Başka yerlerle onları savaştırmaya gerek yok dedi, koltuğuna yaslanmış. Ama sürekli savaş ve krizden bahsedersek, bu onları belki biraz dizginleyebilir.
Biliş, eli çenesinde düşünceliydi. Masanın, bir kolunun en ucunda oturan Kükrer'e baktı.
-Peki bu nasıl olacak?
Kükrer, Medyas'ı işaret etti.
-Bize Medyas yardım edecek.
-Nasıl?
-Şimdi hemen yeryüzüne şimşekler yağdıracağım. Neye uğradıklarını şaşıracaklar. Ardımdan Bilim ve
Öğretim tanrısı ve sırayla herkes.
Biliş halen meraklıydı:
-Nasıl?
-Tabiki bir basın toplantısı düzenleyeceğim, dedi gülerek Kükrer.
Başka bir köşede suskun oturmuş, sadece yiyip içen İlerleyiş Tanrısı Modernus bu defa seslice mırıldandı:
-Bu fitne ne zaman çıktı böyle?
Üzgünce, 'aşağısını bir t ürlü modernleştiremedim.' dedi. 'Gerilemekte kararlılar.'
Politika ve Kriz tanrısı Kükrer müdahele etti:
-Belki de hızlı öğrendiler modernleşmeyi. Bence artık sen tanrı olamazsın Modernus. Ne var ki burada
ilerleyiş olursa, aşağıya da gerileyiş düşer. İlerleyişi sahiplenirsek başka bir şey düşmezdi zaten. Bu
yüzden sen gene de bizimle kal.
Biraz daha düşündükten sonra ekleyecek bir şeyler buldu:
-Evet, her yüce değer bizimle olmalı. Burda, gökte olmalı. Vatan, ülke, millet, bayrak,

Biliş, çok tecrübeli, gün geçirmiş ve her iki devleti de yakından bilen Politika ve Kriz tanrısına göz
gezdirdi.
-Kükrer! Sen gerçekten tecrübelisin. İçimizde en eskisin. Gün geçtikçe aşağısının işlerini yönetmek
zorlaşıyor. Sanırım aşağısı gitgide küstahlaşıyor ki bu böyle. Geçenlerde kütüphanemizden kitaplar
çalan bir kaç insancık yakalanmış. Tabi hemen atıldılar aşağıya. Ama ya yakalanamayanlar varsa.
Prometus bir değilki artık. Her defasında buraya daha çok burunlarını sokuyorlar. Kuşları bile,
kanatları gök devletine değmiştir diye inceliyorlar aşağıda. Aşağıdaki bu isyan gitgide yayılıyor. Ne
yapmalı ha? Nasıl durdurmalı onları. Sandık istiyorlar, gök devletini aşağı çekmek istiyorlar. Gök
devleti olmadan yer devletinin ne anlamı varki o zaman. İşte bunu anlayamıyorlar.
Kükrer konuşacaktı ki, Bilim ve Öğretim tanrısı Loş girdi söze.
-Münzer'i hatırlıyorum da...
Ne olmuş Münzer'e der gibisinden baktı bütün tanrılar ve uşaklar Tanrı Loş'a.
-Eskilerde Martin Luther diye bir asi çıkmıştı Alman memleketinde. O da, kendi gök devletine baş
kaldırmıştı. Ama bir yere kadardı isyanı. Münzer denilen bir köylü de, bu Martin Luther'in fikirlerinden
etkilenip, köylüleri soylulara isyan ettirdi. Bir hayli mesafe aldı da. Martin Luther bile, sonunda
Münzer'i dışladı ve soyluların yanında iken, Münzer aleyhine fetva verdi. Münzer yakalandığında da
yakıldı.
-Haklısın, dedi Kükrer. Aşağıda da bolca Luther ve Münzer var. Mesele Luther'leri yanımıza çekip,
Münzer'leri yakmak.
Loş kısık sesle:
-Münzer'ler daha çok, dedi. Ama Luther'lerin sayısını çoğaltırsak.. Ki Luther'ler de hızla hareket etmeye başladılar. Her ne kadar onlar da bizi sevmeseler de, yine de son sığınakları biziz.
Biliş, oturduğu yerde düşünceliydi.
-Oysa dedi kendiyle konuşurmuş gibi. 'Bu gök devletinde bir yığın görevle şereflenebilirlerdi.
Gerçi o da sınırlıya.'
Medyas ta başını kaldırmadan konuştu:
-İnanın, elimizden geleni yapıyoruz. Bütün söyledikleriniz, inandıklarınız, bizim de inandıklarımız ve söylediklerimizdir. Ama yine de güvensiz ve sevimsiziz. Bir türlü yaranamadık aşağıya.
-Artık neyse ne, dedi büyük Tanrı Biliş. Herkes kendi görevini yapsın. Kriz, panik, gerilim gibi bir yığın
olumsuz kelimeyi yeryüzüne yağdırın. Kelimelerle işgal edelim beyinleri ve ruhları. Anlam, var etmeye
yeterlidir. Kriz derken, bakarsın kriz çıkıvermiş. Panik diyen bir dil, panikten de nasibini alır elbet...
Ben büyük tanrı Biliş. Buyurdum: Bundan böyle hükmetmek için dili en yüklü anlamıyla kullanacağız.
En çığırtkan, en hükmedici halleriyle. Kimse bizden geldiğini anlamayacak bunların. Yalnızca boyun
eğecekler. Usta tanrı, yaratışını gizler. Medyas!
-Efendim?
-Sen de alaycı dilini takın artık. Çok alttan alıyorsun. Gök bu kadar alttan alırsa, yeryüzü şımarır.
Yandaşlar oluştur ve dilini yandaşlarına hakim kıl. Alaycılık nefret uyandırır ama işe de her zaman
yarar. Alaycılıkla kollar bağlanır, nutuklar tutulur. Sonra insanların saçmalamasını sağlarsın bu yolla. Saçmalama başlayınca da, kimse kimseyi anlamaz ve anlaşamaz. Daha fazla öfke doğur. Ne bileyim,
uydur, yarat, aşağıla ve yücelt! Ne olursa olsun yarat. Yaratmak ve etkilemek söz konusu olunca, sen
aslında hepimizden daha fazla tanrısın. Ama gel gör ki, sen habercilik yapmazsan, bizim sesimizi
aşağıya kim buyurtur? Sen bizim megafonumuzsun.
Medyas, kafasını daha fazla ve ani bir hareketle eğdi:
-Teşekkürler majesteleri.
Biliş, hep sessiz duran Adalet Tanrısı Mevzuat'a baktı.
-Sen ne diyorsun bu konu hakkında Mevzuat?
Mevzuat, kadehini bir müddet elinde döndürdü ve derin bir nefes çekti. Gözleri kadehte uzaklara
dalmış ve üzgün bakıyordu.
-Bilmiyorum Efendim. Ne diyeyim ki! Siz buyurun, biz kağıda geçirelim. Buna da temelyasa diyelim
her zamanki gibi.
-Anlaşıldı, dedi Biliş. Sen yine bizden havale edilecek işler bekleyeceksin. Çağdaşlık Tanrısı,
ya sen ne buyurursun?
Ancak Çağdaşlık Tanrısı bu soruya cevap veremedi. Çünkü başı masaya düşmüştü. Elinin yanındaki
kadeh te masaya uzanmıştı ve beyaz masa örtüsü üzerinde bir kaç koyu kırmızı damla kusmuştu
ağzından.

Kükrer izin istedi tanrılar meclisinden. Medyas'ı alıp dışarıya çıktı. Medyas, akşam bültenlerinde, yeryüzündekilere, gök devletinin çok hiddetlendiğini bildirdi. Derhal yeryüzünün türlü bilginleri
toplanıp, gök ve yer devleti arasındaki krizin kimin suçu olduğunu bulmaya çalıştılar. Kimi
müneccimler de, gök devletini kızdırmanının bedelinin büyük olduğunu, ma'azallah, asilerin
çarpılabileceğini söyledi. Göğün tövbeleri öyle kolay kolay kabül etmeyeceğini de bildirdiler
peşisıra. Müneccimlere katılan kimi bilginler de, gök devleti ile didişmenin yersiz olduğunu,
sonuçta her faninin orada bulunmak için çabaladığından dem vurdular. Aşağı yeryüzü devletine
sonuna dek inananlar da, artık batı dünyasında böyle bir şeyin olmadığını, hurafeleri kaldırmanın
gerektiğini söylediler. Belki de gök devleti yoktu. Ancak, başka bir akşam bülteninde gök devleti
tarafından fişlenidikleri duyurulunca ve türlü yollardan tehditler almaya başlayınca, geri adım
atmak zorunda kaldılar. 'Demek ki gök devleti sahiymiş' dediler. Gök devletine sonuna dek
inananlar, asilere karşı bir yığın gösteri yaptılar ve onları yer devletinden dışlamaya kalktılar.
Sayıları az olsa da, gök devletinin her türlü desteğini almış görünüyorlardı. Göktekiler yerdeki
yandaşlarına, yerdeki yandaşları da göktekilere güveniyordu. Yerdekilerin öncüleri de,
görevlerini başarıyla ifa ettikten sonra, alınan bir gök devlet idari kararıyla, tanrılık makamıyla
şereflendirildiler. Yerlerine derhal yeni aksiyonerler çıktı. Ordan oraya sürüklenen kitleyi
yönetmek artık onların işiydi. Azınlık kitle, önderlerinin buyruğu altında hemen her yerde
sürekli boy göstererek, kalabalık görünmeye çalışıyordu. Bunu tanrılar istemişti. İşe de
yarıyordu doğrusu. Dosta güven, düşmana korku veriyorlardı. O kadim destur...


Ama tanrılar da bir türlü rahat uyuyamadılar. Çünkü aşağıdaki sesler, gece olunca, bulutların
üstündeki gök devletine ulaşıyordu: "Gök devleti istemiyoruz." "Çok tanrılı gök istemiyoruz."
"Güneşimizi kesiyorlar." "Biraz daha ışık!" "Kaderimizi bize bırakın artık." "Yer devleti de,
gök devleti de bizimdir." Sesler, gece olunca hep böyle duyulur oluyordu. Aşağıda meşalaler
parıldıyordu. Görenler, yıldızların denizdeki aksi sanabilirdi.

-Aşağısı tam bir cehennem, dedi göktekiler.

-Yukarısı da öyle, dedi bir uşak. Uşağın bu yakışıksız sözüne cevabı Mevzuat verdi.
Onu kendi elleriyle aşağıya fırlattı.

-
Bu gidişle tanrılardan başka bir şey kalmayacak burada, dedi üzgünce.
kahramanlık, atalar kültü geçmiş, gelecek ideali... Hatta din bile...
Aşağıda yüce olan ne varsa, hepsini burada bizsahiplenmeliyiz. ki,
sadece bize asi olmasınlar.

Hiç yorum yok: