İNSAN DÜŞÜNEN VARLIKTIR.

29 Aralık 2015 Salı

AYAKTAKIMININ BAŞ DÖNDÜRÜCÜ İKONU: CHARLES BUKOWSKİ


“Beni tanıyan herkesin size söyleyeceği gibi, makbul bir adam değilim ben.  Kötü adamı 
sevdim ben, kanunsuzu, hergeleyi. İyi işleri olan sinekkaydı tıraşlı, kravatlı adamlardan 
hoşlanmam. Ümitsiz adamları severim, düşleri kırık, usları kırık, yolları kırık adamları.”Charles Bukowski
Amerikan Ordusu’nun bir çavuşu, Polonya asıllı Heinrich Karl Bukowski, I. Dünya 
Savaşı sonrasında görev icabı Almanya’ya gider ve orada tanıştığı Katharina ile evlenir. 
16 Ağustos 1920 günü bir oğulları olur, onun adını da Heinrich koyarlar. Genç çift 
1923 yılında Amerika’ya yerleşir. Önce Baltimore, ardından Los Angeles’te kendisine 
bir gelecek arayan Heinrich, oğluna dünyanın kaç bucak olduğunu öğretmeye kararlıdır. 
Nitekim, adını önce Henry ardından Charles olarak değiştiren Bukowski, sert, acımasız, 
isyankâr dilinin altında, altı yıl boyunca haftada üç kez babasından yediği dayakların 
yattığını itiraf edecektir.
“Gerçekten yaşayabilmek için birkaç kez ölmek gerek.”
Los Angeles şehrinin kenar mahallerinde büyüyen, içine kapanık, utangaç genç, iki yıllık 
gazetecilik ve yazarlık eğitiminden sonra New York’ta tutunmaya çalışır. Yazar olma 
hayallerinin kolay kolay gerçekleşemeyeceğini zor yoldan öğrenen Charles, yeniden 
Batı’ya döner ve içkinin merhametine sığınır. On yıl sonra ölümcül bir mide kanaması 
geçirince içkinin bir melek, bir kurtarıcı olmadığını anlayacak, ancak bağımlılığı devam 
edecektir. Bukowski bulaşık yıkar, kamyon sürer, bekçilik yapar, fabrikalarda, 
mezbahalarda çalışır. Mutsuzluğunu, umutsuzluğunu, kazandığı her kuruşu barlarda 
içkiye harcayarak unutmaya çalışır. Sonra nispeten daha düzenli bir iş bulur, postacı olur. 
Yine de işinden nefret eder, istifa eder, ardından özür dileyip yine aynı göreve dönmek 
için mücadele eder.Charles Bukowski
Bukowski elli yaşına geldiğinde kadınların yüzüne bakmadığı, beş parasız bir adamdır. 
İçini kavuran ateş onu yeniden şiir yazmaya iter. Ve bir gün karşısına Black Sparrow – 
Siyah Serçe adlı az satan bir derginin sahibi olan John Martin çıkar. John, Bukowski’nin şiirlerindeki öfkeyi, isyanı fark eder ve tüm şiirlerini yayınlamaya başlar. Postanede 
çalışmaya devam eden, ancak bu sefer barlara takılmak yerine geceleri evine kapanıp 
sarhoş halde şiirlerini kusan Bukowski, aslında edebiyat dünyasında bambaşka bir tarz yaratmaktadır.
“Kimi zaman yataktan kalkar ve bu kez başaramayacağım diye düşünür, fakat geçmişte 
kaç kez böyle hissettiğinizi hatırlar, içten içe de gülümsersiniz.”
Bukowski’nin ilk öyküleri kaba seks ve şiddet sahnelerinden ibaretti. Gençliğinde 
yaşadıkları ona sokağın dilini öğretmişti. Her gördüğünü sansürsüz yazma yetisine 
sahipti. Okurlarını müstehcenlikle, argoyla, boş vermişlikle baştan çıkarabiliyordu. 
Bir keresinde Bukowski’nin dili şöyle tanımlanmıştı: 
“Pek az ince işçilik, tek tük seçme söz, karakterinden kopup gelen zalim bir dürüstlük.”
“Bazıları hiçbir zaman kafayı yemezler. Ne korkunç bir hayat bekliyor onları.”
Elli üç yaşında, henüz şiir dünyasında adını yeni duyurmaya başladığı günlerde ilk 
söyleşisini yapar ve kendisinin dünyadan gizlenen bir keşiş olduğunu iddia eder. Hemen ardından “Keş ve Keşiş” olarak düzeltir sözlerini.“İnsanları neden sevmiyorum”diye sorar, 
“Kim insanları seviyor ki” diye cevaplar kendini.Charles Bukowski
Daha sonraki yıllarda “solcular da sizden hoşlanmıyor ama” diye itiraz eden bir muhabire, “Amerika’daki solculardan bahsediyorsanız onlar tuzu kuru tiplerdir. 
Tek dertleri daha iyi bir iş bulmak ya da esrar çekmek… Arabalarına yeni lastik almak, 
kokain bulmak ve diskoteğe kapağı atmaktan başka derdi olmayan slogan çocukları. 
Medya onlara olmadık payeler yüklüyor. Aslında hayat mücadelesi nedir bilmeyen tiplerden bahsediyoruz burada”diye cevap verir.
“Onları çok iyi tanımadığınız sürece insanları tabii ki sevebilirsiniz.”
Gerçek anlamda yazarlığa ilk adımlarını elli yaşında, Black Sparrow dergisinden aldığı 
birkaç yüz dolarla başlayan ve postanedeki görevinden son kez istifa eden Bukowski’nin 
ilk romanı tam on yıl sonra Post Office – Postacı (1971) adıyla yayınlanır. Bu eseri sırasıyla Factatum (1975), Women – Kadınlar(1978), Ham on Rye – Ekmek Arası(1982), Hollywood (1989) ve Pulp (1994) takip eder. Tüm eserleri Türkçeye 
çevrilmiştir.
“Demokrasilerde önce oyunuzu kullanırsınız sonra emrederler, diktatörlükte oy 
kullanmanıza gerek kalmaz.”
Yazdıkları milyonlarca satmaya başladığı yıllarda yakın arkadaşı aktör Sean Penn ile 
bir söyleşi yapan Bukowski artık olgunluk çağındadır. Şiir ve şairler hakkında ne 
düşündüğünü şöyle açıklar dostuna: “Okulda çocukların hep şiirle alay ettiklerini görürdüm. 
Neden? Çünkü şiir zorlama bir üretim. Asırlarca züppece bir uğraş olarak kalmış. Fazla 
narin, fazla değerli. Aslına bakarsan pek çoğu süprüntüden ibaret. Belki Ezra Pound’dan,
Charles Bukowski
ya da T.S. Eliot’tan bahsedebiliriz. Onlar da artık yoklar zaten. Şairler esas itibariyle kavga 
gürültü sevmeyen, yarı eşcinsel varlıklardır. Çizmelerini çıkarıp sokağa salsan, o şairlerin 
pembe popolarına şaplağı indirirler. Ben evine giden fabrika işçisine bağırıp çağıran kadınları, 
günlük hayatın basit detaylarını yazarım şiirimde. Asırlardır dile getirilmemiş gerçekleri…”
Söyleşi yaparken kendini sıkışmış hissettiğini vurgulayan Bukowski, “Utanıyorum, bu
nedenle kimi zaman da yalan söylüyorum. Beni tanımak istiyorsanız bu söyleşimi de okumayın. 
Yok sayın…” der bir keresinde.
Şiirlerini nasıl yazdığını soranlara ise “daima sarhoş kafayla” diye cevap verir
“Daktilomun başına oturur ve makineli tüfek gibi yazmaya koyulurum. 
Nereden başlayacağımı düşünmem. O anda içimden ne gelirse onu yazarım.”
“Bazılarının aklı tutulur ve yalnızca ruh olurlar, yani kaçık.
Bazıları ruhunu kaybeder, sırf akıl olur, yani entelektüel.
Bazıları ikisini de kaybeder ve hoş görülür.”
Son yıllarında Bukowski’nin yaşam tercihlerinde bazı değişiklikler olur. 
Örneğin, “Artık barlara gidip maço takılacak yaşı geçtim” diyecektir. 
“Bir bar görsem kusacak gibi oluyorum artık.” 
Neden yazarken sürekli içtiği sorulduğunda ise, 
Alkolün eninde sonunda yıkıcı bir yanı olduğu açık… Ama ben utangaç biriyim. 
Ancak sarhoş olduğumda özgür olabiliyorum” diye cevap verecek ve şöyle devam 
edecektir: “Sigara içmeyi de seviyorum. Alkol ve sigara birbirini dengeler. Sigara 
içmekten parmaklarım sararmış, Tanrım, ciğerlerim ne halde olmalı!”
“İki nokta arasındaki en kısa mesafe çoğu zaman çekilmezdir.”
Özellikle şöhret olduktan sonra hayatına kaç kadın girdiğini hatırlamayan 
Bukowski’nin, kırk yaşındayken Frances Smith adındaki sevgilisinden bir kızı olur. 
Genelde kadınlarla uzun ilişkiler kuramayan ünlü şair altmış altı yaşında 
Linda Blair ile tanışır. Geri kalan ömrünü Linda ile geçiren çılgın adam, bu son 
sevgilisiyle 1985 yılında evlenir ve San Petro Kaliforniya’da kan kanserinden ölünceye 
kadar onunla evli kalır.
Şiirlerinde, öykülerinde, romanlarında daima kural tanımazlığı, boş vermişliği, 
şiddeti ön plana çıkaran, aylakları, kaybedenleri sürekli kutsayan Bukowski’nin 
gerçekte yaşamı boyunca en çok eser veren yazarlardan, şairlerden biri olması ve 
kendini insanüstü disiplinli, titiz ve özverili bir çalışmayla işine vakfetmesi adeta ironik 
bir tablo oluşturur.
Binlerce şiir, yüzlerce öykü ve altı roman sahibi Bukowski yaşamı boyunca kurulu düzene, 
beyaz yakalılara, iş hayatının bencil uygulamalarına karşı durduktan sonra, adına kurulan 
internet sitesi gerçek bir pazarlama makinesi gibi çalışmaya başlar. 
Gelecekte her söylediğinin, her yazdığının paraya çevrildiği bir sanal marketin satış ikonu, 
markası haline geleceğini bilseydi, yıllarını barlarda sabahlayarak geçiren genç 
Charles acaba ne hissederdi?
“Dünyanın asıl sorunu, akıllı insanlar şüphe duyarken aptalların son derece kendinden emin olabilmesidir.”