İNSAN DÜŞÜNEN VARLIKTIR.

29 Aralık 2015 Salı

AYAKTAKIMININ BAŞ DÖNDÜRÜCÜ İKONU: CHARLES BUKOWSKİ


“Beni tanıyan herkesin size söyleyeceği gibi, makbul bir adam değilim ben.  Kötü adamı 
sevdim ben, kanunsuzu, hergeleyi. İyi işleri olan sinekkaydı tıraşlı, kravatlı adamlardan 
hoşlanmam. Ümitsiz adamları severim, düşleri kırık, usları kırık, yolları kırık adamları.”Charles Bukowski
Amerikan Ordusu’nun bir çavuşu, Polonya asıllı Heinrich Karl Bukowski, I. Dünya 
Savaşı sonrasında görev icabı Almanya’ya gider ve orada tanıştığı Katharina ile evlenir. 
16 Ağustos 1920 günü bir oğulları olur, onun adını da Heinrich koyarlar. Genç çift 
1923 yılında Amerika’ya yerleşir. Önce Baltimore, ardından Los Angeles’te kendisine 
bir gelecek arayan Heinrich, oğluna dünyanın kaç bucak olduğunu öğretmeye kararlıdır. 
Nitekim, adını önce Henry ardından Charles olarak değiştiren Bukowski, sert, acımasız, 
isyankâr dilinin altında, altı yıl boyunca haftada üç kez babasından yediği dayakların 
yattığını itiraf edecektir.
“Gerçekten yaşayabilmek için birkaç kez ölmek gerek.”
Los Angeles şehrinin kenar mahallerinde büyüyen, içine kapanık, utangaç genç, iki yıllık 
gazetecilik ve yazarlık eğitiminden sonra New York’ta tutunmaya çalışır. Yazar olma 
hayallerinin kolay kolay gerçekleşemeyeceğini zor yoldan öğrenen Charles, yeniden 
Batı’ya döner ve içkinin merhametine sığınır. On yıl sonra ölümcül bir mide kanaması 
geçirince içkinin bir melek, bir kurtarıcı olmadığını anlayacak, ancak bağımlılığı devam 
edecektir. Bukowski bulaşık yıkar, kamyon sürer, bekçilik yapar, fabrikalarda, 
mezbahalarda çalışır. Mutsuzluğunu, umutsuzluğunu, kazandığı her kuruşu barlarda 
içkiye harcayarak unutmaya çalışır. Sonra nispeten daha düzenli bir iş bulur, postacı olur. 
Yine de işinden nefret eder, istifa eder, ardından özür dileyip yine aynı göreve dönmek 
için mücadele eder.Charles Bukowski
Bukowski elli yaşına geldiğinde kadınların yüzüne bakmadığı, beş parasız bir adamdır. 
İçini kavuran ateş onu yeniden şiir yazmaya iter. Ve bir gün karşısına Black Sparrow – 
Siyah Serçe adlı az satan bir derginin sahibi olan John Martin çıkar. John, Bukowski’nin şiirlerindeki öfkeyi, isyanı fark eder ve tüm şiirlerini yayınlamaya başlar. Postanede 
çalışmaya devam eden, ancak bu sefer barlara takılmak yerine geceleri evine kapanıp 
sarhoş halde şiirlerini kusan Bukowski, aslında edebiyat dünyasında bambaşka bir tarz yaratmaktadır.
“Kimi zaman yataktan kalkar ve bu kez başaramayacağım diye düşünür, fakat geçmişte 
kaç kez böyle hissettiğinizi hatırlar, içten içe de gülümsersiniz.”
Bukowski’nin ilk öyküleri kaba seks ve şiddet sahnelerinden ibaretti. Gençliğinde 
yaşadıkları ona sokağın dilini öğretmişti. Her gördüğünü sansürsüz yazma yetisine 
sahipti. Okurlarını müstehcenlikle, argoyla, boş vermişlikle baştan çıkarabiliyordu. 
Bir keresinde Bukowski’nin dili şöyle tanımlanmıştı: 
“Pek az ince işçilik, tek tük seçme söz, karakterinden kopup gelen zalim bir dürüstlük.”
“Bazıları hiçbir zaman kafayı yemezler. Ne korkunç bir hayat bekliyor onları.”
Elli üç yaşında, henüz şiir dünyasında adını yeni duyurmaya başladığı günlerde ilk 
söyleşisini yapar ve kendisinin dünyadan gizlenen bir keşiş olduğunu iddia eder. Hemen ardından “Keş ve Keşiş” olarak düzeltir sözlerini.“İnsanları neden sevmiyorum”diye sorar, 
“Kim insanları seviyor ki” diye cevaplar kendini.Charles Bukowski
Daha sonraki yıllarda “solcular da sizden hoşlanmıyor ama” diye itiraz eden bir muhabire, “Amerika’daki solculardan bahsediyorsanız onlar tuzu kuru tiplerdir. 
Tek dertleri daha iyi bir iş bulmak ya da esrar çekmek… Arabalarına yeni lastik almak, 
kokain bulmak ve diskoteğe kapağı atmaktan başka derdi olmayan slogan çocukları. 
Medya onlara olmadık payeler yüklüyor. Aslında hayat mücadelesi nedir bilmeyen tiplerden bahsediyoruz burada”diye cevap verir.
“Onları çok iyi tanımadığınız sürece insanları tabii ki sevebilirsiniz.”
Gerçek anlamda yazarlığa ilk adımlarını elli yaşında, Black Sparrow dergisinden aldığı 
birkaç yüz dolarla başlayan ve postanedeki görevinden son kez istifa eden Bukowski’nin 
ilk romanı tam on yıl sonra Post Office – Postacı (1971) adıyla yayınlanır. Bu eseri sırasıyla Factatum (1975), Women – Kadınlar(1978), Ham on Rye – Ekmek Arası(1982), Hollywood (1989) ve Pulp (1994) takip eder. Tüm eserleri Türkçeye 
çevrilmiştir.
“Demokrasilerde önce oyunuzu kullanırsınız sonra emrederler, diktatörlükte oy 
kullanmanıza gerek kalmaz.”
Yazdıkları milyonlarca satmaya başladığı yıllarda yakın arkadaşı aktör Sean Penn ile 
bir söyleşi yapan Bukowski artık olgunluk çağındadır. Şiir ve şairler hakkında ne 
düşündüğünü şöyle açıklar dostuna: “Okulda çocukların hep şiirle alay ettiklerini görürdüm. 
Neden? Çünkü şiir zorlama bir üretim. Asırlarca züppece bir uğraş olarak kalmış. Fazla 
narin, fazla değerli. Aslına bakarsan pek çoğu süprüntüden ibaret. Belki Ezra Pound’dan,
Charles Bukowski
ya da T.S. Eliot’tan bahsedebiliriz. Onlar da artık yoklar zaten. Şairler esas itibariyle kavga 
gürültü sevmeyen, yarı eşcinsel varlıklardır. Çizmelerini çıkarıp sokağa salsan, o şairlerin 
pembe popolarına şaplağı indirirler. Ben evine giden fabrika işçisine bağırıp çağıran kadınları, 
günlük hayatın basit detaylarını yazarım şiirimde. Asırlardır dile getirilmemiş gerçekleri…”
Söyleşi yaparken kendini sıkışmış hissettiğini vurgulayan Bukowski, “Utanıyorum, bu
nedenle kimi zaman da yalan söylüyorum. Beni tanımak istiyorsanız bu söyleşimi de okumayın. 
Yok sayın…” der bir keresinde.
Şiirlerini nasıl yazdığını soranlara ise “daima sarhoş kafayla” diye cevap verir
“Daktilomun başına oturur ve makineli tüfek gibi yazmaya koyulurum. 
Nereden başlayacağımı düşünmem. O anda içimden ne gelirse onu yazarım.”
“Bazılarının aklı tutulur ve yalnızca ruh olurlar, yani kaçık.
Bazıları ruhunu kaybeder, sırf akıl olur, yani entelektüel.
Bazıları ikisini de kaybeder ve hoş görülür.”
Son yıllarında Bukowski’nin yaşam tercihlerinde bazı değişiklikler olur. 
Örneğin, “Artık barlara gidip maço takılacak yaşı geçtim” diyecektir. 
“Bir bar görsem kusacak gibi oluyorum artık.” 
Neden yazarken sürekli içtiği sorulduğunda ise, 
Alkolün eninde sonunda yıkıcı bir yanı olduğu açık… Ama ben utangaç biriyim. 
Ancak sarhoş olduğumda özgür olabiliyorum” diye cevap verecek ve şöyle devam 
edecektir: “Sigara içmeyi de seviyorum. Alkol ve sigara birbirini dengeler. Sigara 
içmekten parmaklarım sararmış, Tanrım, ciğerlerim ne halde olmalı!”
“İki nokta arasındaki en kısa mesafe çoğu zaman çekilmezdir.”
Özellikle şöhret olduktan sonra hayatına kaç kadın girdiğini hatırlamayan 
Bukowski’nin, kırk yaşındayken Frances Smith adındaki sevgilisinden bir kızı olur. 
Genelde kadınlarla uzun ilişkiler kuramayan ünlü şair altmış altı yaşında 
Linda Blair ile tanışır. Geri kalan ömrünü Linda ile geçiren çılgın adam, bu son 
sevgilisiyle 1985 yılında evlenir ve San Petro Kaliforniya’da kan kanserinden ölünceye 
kadar onunla evli kalır.
Şiirlerinde, öykülerinde, romanlarında daima kural tanımazlığı, boş vermişliği, 
şiddeti ön plana çıkaran, aylakları, kaybedenleri sürekli kutsayan Bukowski’nin 
gerçekte yaşamı boyunca en çok eser veren yazarlardan, şairlerden biri olması ve 
kendini insanüstü disiplinli, titiz ve özverili bir çalışmayla işine vakfetmesi adeta ironik 
bir tablo oluşturur.
Binlerce şiir, yüzlerce öykü ve altı roman sahibi Bukowski yaşamı boyunca kurulu düzene, 
beyaz yakalılara, iş hayatının bencil uygulamalarına karşı durduktan sonra, adına kurulan 
internet sitesi gerçek bir pazarlama makinesi gibi çalışmaya başlar. 
Gelecekte her söylediğinin, her yazdığının paraya çevrildiği bir sanal marketin satış ikonu, 
markası haline geleceğini bilseydi, yıllarını barlarda sabahlayarak geçiren genç 
Charles acaba ne hissederdi?
“Dünyanın asıl sorunu, akıllı insanlar şüphe duyarken aptalların son derece kendinden emin olabilmesidir.”

26 Aralık 2015 Cumartesi

Suç ve Ceza

Suç ve Ceza ile ilgili görsel sonucu

İnsanlar basit ve üstün olarak ikiye ayrılırlar. Basit olanlar, yalnızca insan cinsini üretmeye yarayanlardır, diğerleri de yeni bir şey söyleyebilmek isteğiyle doğmuş, üstün insanlardır. Toplum muhafazakarlık görevini yerine getirmek için çok kez bu insanları asıp kesiyor ya da her türlü hareket imkanından mahrum ediyor. Ama yine aynı toplum, bir nesil sonra bu astığı insanların anıtını dikip, onlara tapıyor.. İlk bölüm şimdinin adamıyken, ikinci bölüm hep geleceğin adamıdır. Birinciler dünyayı korur ve nüfusu çoğaltırlar. İkincilerse onu hareket ettirir ve asıl amacına doğru yürütürler.


Suç ve Ceza - Dostoyevski.

22 Aralık 2015 Salı

Uzak Kaderler İçin / Turgut Uyar



Birgün, bir yağmurla garip garip 
-Çoluğu çocuğu terk edeceğim.- 
Bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım 
Alıp başımı gideceğim.
Asır yirminci asırdır, amenna
Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım
Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi
Uzaklar daha uzaklaşır
Bir define çıkarır gibi kayalardan, Ademden beri
Sımsıcak sevgilere muhtacım.
Bir gün alıp başımı gideceğim
-Yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar...-
Belimi bir ılık şal sarsın, mavi
Hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız
Rüyalarım unutulmuş bir handa pes desin
Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında.
Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm
Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde
Diyarı gurbette kanlı bir aşk
Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde
En uzak beyazlar,
En yakın ikindilerde, duygulu
Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam
İçip içip ağlasam...
Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum?
Herkesin derdinden pay isterken.
Uzak kaderlerin suları çağlar simdi
Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden.
Birgün, bir parkta otururken, biliyorum
Bir el yağmurla dokunacak omuzuma
Bir çift göz, bir davet, bir kalp
Çoluğu çocuğu terk edeceğim.
Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak
Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak
Toprak ve insan kokularıyla,
Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için
Başımı alıp gideceğim.

19 Aralık 2015 Cumartesi

Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!

"Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok; "Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak yok mu yaşam skalanızda?
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?"
Müşfik KENTER
Yeraltı Edebiyatı'nın fotoğrafı.

12 Aralık 2015 Cumartesi

İnsan ve kamburu

Ne kadar çok eğilirsen,kamburun o kadar ağırlık yapar..

İnsan omuriliğiyle ayakta durduğunu zanneder ama 


onursuzluğuyla ayaklar altındadır...

ozanca

Güçlü İnsanlar..


Eğer birlikte yürüyecek iyi bir yoldaş bulamıyorsan

Eğer birlikte yürüyecek iyi bir yoldaş bulamıyorsan, ormanda 
gezinen bir fil misali yalnız yürü. İlerlemene engel olacak biriyle 
olmaktansa, yalnız olmak yeğdir.
Gautama Buddha

10 Aralık 2015 Perşembe

Güzel insanlar öylece ortaya çıkmazlar;



Tanıdığım en güzel insanlar, yenilgiyi, acıyı, mücadeleyi 
ve kaybı yaşamış olan ve diplerden çıkış yolunu kendileri
bulmuş romantik ve anarşist olan insanlardır. Bu kişiler 
yaşama karşı geliştirdikleri kendine has takdir, direniş, 
duyarlılık ve anlayışla; şefkat, nezaket, bilgelik ve derin 
sevgiden kaynaklanan bir ilgi ve sorumlulukla 
doludurlar. 
Güzel insanlar öylece ortaya çıkmazlar; onlar oluşurlar.
Elisabeth Kubler Ross.

9 Aralık 2015 Çarşamba

Yalnızlık alacaklı gibi hep peşimde

Sırlarımı şiir kitaplarına yazdım,şiirler ağladı,ben ağladım
Umutlarımı sabah uyandığımda güneşe verdim,
bir daha güneşi göremedim,
Hüzünlerimi geceyle paylaştım, 
bir türlü sabah olmadı
Yalnızlığımı meyhanede bırakmak istedim,
hesap yetmedi borçlu kaldım..
Sırlarım yok oldu,
Umutlarım gelmiyor,
Hüzünlerim yanımda
Yalnızlık alacaklı gibi hep  peşimde
ozanca

Bir ben yaşarım ölen şehirlerin yalnızlığında,



Bir ben yaşarım ölen şehirlerin yalnızlığında,
Ne puşt zulasında saklıdır ihanetleri,
Ne yalancı sonbaharlar,
Ne de maskelenmiş yalanlar,
Bir ses isterim kendi sesim gibi olmalı
Bir koku isterim kendim gibi kokmalı,
Bir insan isterim kendim gibi olan
Tek başına gezerim parkları,sokakları
Metroya yalnız biner,
Otobüsler beni bekler duraklarda,
Akşamları, meyhanede kendimledir sohbetlerim
Bir ben yaşarım ölen şehirlerde,
Ölen vicdanları gördükçe.
Kendi başıma  yalnızlığımı.

ozanca

5 Aralık 2015 Cumartesi

Nymphomaniac Diyalogları

Seks düşkünü zeki bir kadın ve kitap kurdu bakir bir adam bütün bir gece ne konuşur? Nymphomaniac filminin görüntülerine yeteri kadar maruz kaldık, şimdi de o gece konuşulanları hatırlayalım.

Nymphomaniac filmi diyalogları seks cinsellik erotizm seks bağımlısı bağımlılığı
Nymphomaniac filminde tesadüfen karşılaşan Joe (Charlotte Gainsbourg) ve Seligman (Stellan Skarsgard) sanki yıllardır bu fırsatı bekliyormuş gibi sabaha kadar sohbet eder. Birinin hayatından cinsellik, diğerininkinden okuma tutkusunu çıkardığımızda ellerinde hiçbir şeyleri kalmayacak bu iki insanın anlattıkları birbirlerini bazen şaşırttır bazen de düşündürür. Hiçbir ortak paylaşımı olmayan Joe ve Seligman gecenin sonunda birbirinlerinden pek çok şey öğrenmiştir.
5.5 saatlik film boyunca süren bu sohbet, aslında bir atışma. Seligman, Joe’nun erotik hikayesine hiçbir heyecan göstermeyerek ona meydan okuyor, Joe ise erotizmin şiddetini artırarak yeni ve kışkırtıcı hikayeler üretiyor. Ne var ki Seligman bu tuzağa düşecek biri değil.
Cinsellik her zaman ilgi çeker. Lars von Trier’in geçen yıl vizyona giren Nymphomaniac filmi, festival ya da özel gösterimler hariç Türkiye’de seyredilememiş ama her ülkede olduğu gibi üzerine oldukça tartışılmıştı. Filmde algımız ister istemez görüntülere kaydı, ama Nymphomaniac bir o kadar da kulağa hitap eden, epik bir film aslında. Zira, düzgün, akıcı ve lirik anlatım tarzlarıyla çok iyi birer anlatıcı olan Joe ve Seligman’ın kurduğu cümleler başarılı bir epik roman oluşturacak kadar güzel ve düşündürücü.

Jeo ve Seligman

“Eğer niyetin beni anlamaksa, tüm hikayeyi baştan anlatmam gerekiyor. Ama uzun sürecek ve biraz da ahlaki dersler içerecek maalesef” diye başlar Joe hikayesini anlatmaya. Yanlızlıktan muzdarip Seligman’ın ise buna hiçbir itirazı yoktur.
seligman Nymphomaniac seks bağımlılığı erotik

 Joe günah çıkartıyor

J: Belki benim diğerlerinden tek farkım, gün batımından hep daha fazlasını talep etmem. Güneş ufka vardığında daha görkemli renkler görmek istemem. Sanırım tek günahım bu benim… Ben kötü bir insanım. Bir kadın olarak gücümü keşfettim ve tatmin olabilmek için başka insanları kasıtlı olarak kullanıp onlara zarar verdim.
S: Kanatların varsa neden uçmayasın ki?
Joe hayatını taraflı ve abartılı bir şekilde anlatarak ısrarla kötü bir insan olduğunu iddia eder. İnatçı kadını kızdırmamak için bu konuda ilk başta fazla yorum yapmamış olsa da Joe’nun kötü bir insan olduğuna inanmayan Seligman, sohbetin sonunda şöyle der:
S: Sen aslında haklarını talep eden bir insandın. Dahası, haklarını talep eden bir kadın. Yıllarca biriktirdiğin itham ve suçlar üst üste gelince bir erkek gibi kaba ve agresif bir şekilde tepki göstermiş olabilirsin. Din, ahlak ya da her ne sebepten olursa olsun, erkekler tarafından aşağılanmış ve acı çektirilmiş milyonlarca kadının intikamını almak istedin belki de.

Aşk hakkında

J: İsyankar bir gruptuk.
S: Neye karşı isyan ediyordunuz?
J: Aşka. Kendimizi aşkın hakim olduğu topluma karşı mücadele etmeye adamıştık.
….
S : Aşkın gözü kördür.
J: Hayır. ‘Daha kötü, aşk bozar, deforme eder. Aşk aslında talep etmediğimiz bir şeydir. Benim için aşk kıskançlık eklenmiş tutkudan ibaretir.’ … ‘O duyguyu hissettiğimde kendimi aşağılanmış hissettim. Akabinde gelen samimiyetsizlikten tiksindim. Nasıl olur da “hayır”  demek isterken “evet” diyebilirsin? Ya da tam tersini?’… ‘Erotizim evet demekten ibarettir. Aşk ise yalanlarla sarılı en aşağılık içgüdülere hitap eder. Aşk için işlenen her yüz suça karşı seks için sadece bir suç işleniyor.’

Din hakkında

S: Tanrıya inanmıyorum ama din çok ilginç bir kavramdır. Tıpkı seks kavramı gibi .

“Zenci” mi “sihayi” mi?

J: Kim ne derse desin. Her kadın bir zenci ile beraber olmak ister.
S: “Zenci” kelimesini kullanman politik olarak hiç doğru değil. “Siyahi” demelisin.
J: Bir kelime yasaklandığı zaman demokrasi geriye doğru gider. Toplum, sorunu çözmek için dilden bir sözcük çıkartılmasını iktidarın zayıflığı olarak görür. Sizin politik doğruculuk dediğiniz şey gerçekleri değiştirmez, bu bir  riyakârlıktır aslında.
S: Bence toplum, siyasi olarak yapılan bu düzenlemelerin azınlığı önemseyen demokratik bir söylem olduğunu düşünecektir.
J: Ben de diyorum ki; toplum da en az içinde yer alan insanlar kadar korkaktır. Ve bu insanlar da demokrasi için çok aptaldırlar.
S: İnsanların nitelikleri vardır.
J: İnsanların nitelikleri tek bir kelimeyle özetlenebilir: “İkiyüzlülük.” Doğru olanı söyleyip yanlış olanı düşünenleri yüceltirken, yanlış olanı söyleyip doğru olanı düşünenleri alçaltıyoruz… Toplum nefret üzerine kurulmuştur, halbuki affetmek üzerine kurulmalıydı. Nefret çok ilkel bir duygu. İnsan yeri geldiğinde celladını unutabilmelidir.

Milyonda bir ihtimal

Terapist: Dünyada sadece bir milyonda bir insan cinselliği olmadan yaşayabilir.
Joe: Ama terapinizi o milyonda bir ihtimale göre kurmuş olamazsınız.

Seks düşkünü değil, nemfoman…

Seks düşkünlerinin toplu terapisinde:
Benim adım Jeo ve ben bir nemfomanım, sizler gibi seks düşkünü değilim. Halimden memnunum ve kendimi bu şekilde seviyorum.  Çoğunuz onay almak ya da boşluklarınızı doldurmak için düzüşüyorsunuz ve bundan rahatlıkla kurtulabilirsiniz. Yani benim sizinle bir alakam yok, olmayacak da. (Terapiste dönerek) Sen ve senin gibiler sadece toplumun ahlak polislerisiniz. Göreviniz de müstehcenliği dünya yüzeyinden kaldırarak soylu sınıfın iğrenmesini engellemek.

İnsanlar ikiye ayrılır

J: Mutlu musun?
S: İlk önce sağ elimin tırnaklarını kessem de evet mutluyum.
J: ???
S: Ben insanları ikiye ayırırım: Önce sol elinin tırnaklarını kesenler ve önce sağ elinin tırnaklarını kesenler. Önce sol elin tırnaklarını kesenler kaygısız ve hayattan zevk almaya meyillidir. Otomatikman önce kolay işi yapar zor olanı sonraya bırakırlar. Sen hangisisin?
J: Ben kesinlikle ve her zaman önce sol elimin tırnaklarını keserim. Bu bir seçim değildir. İlk olarak hep zevkin peşinden giderim. Sol el bittikten sonra geriye sadece sağ el kalacağından en kolayı gene sağ el olur.
S. Hmm. Hiç bu şekilde düşünmemiştim.

Seligman bir bakirmiş

J: Sen ne çeşit bir insansın? Hiç heyecanlanmıyor musun edepsiz hikayemden?… Nedenini anladım sanırım. Söylediklerimle bir bağlantı kuramıyorsun, çünkü hiç cinsellik yaşamadın. Hiç bir kadınla sevişmedin.
S: …Doğru. Hiçbir erkekle de sevişmedim.
J: Üzülüyor musun buna?
S: Evet ama merakımdan dolayı, şehvetimden değil… Doğru, benimle ilgili cinsel hiçbir şey yok, ama bu beni senin hikayen için daha iyi bir dinleyici yapıyor. Önyargılı düşüncelerim ya da tercihlerim yok. Hikayeni en iyi yargılayacak kişi de benim. Ben bakirim, zararsızım.

Pedofiliye farklı bir bakış

Joe: Acıdım O’na. Sırrını belki kendi bile bilmiyordu. Bu adam kendi arzusunu bunca zaman bastırmayı başarmış ve ben O’nu zorlayana kadar boyun eğmemiş birisiydi. İnkarla dolu bir hayat yaşamış ve kimseyi incitmemişti. Bence bu takdire şayan bir şey.
S: Ne kadar uğraşırsam uğraşayım sübyancılığın takdire şayan bir tarafını göremiyorum.
J: Çünkü sen gerçekten çocuklara zarar veren yüzde beşlik kitleyi düşünüyorsun. Kalan yüzde doksan beş fantezilerini gerçekleştirmiyor. Cinsellik insanın bedenindeki en güçlü dürtüdür. Adamın çektiği acıları bir düşünsene. Yasak bir cinsel eğilimle doğmak çok acı verici olmalı. Arzusunun utancıyla yaşamayı başarıp, bu konuda hiç bir faaliyeti olmayan sübyancı kesinlikle bir madalyayı hak ediyor.
S: Yazar Thomas Mann da bir zamanlar şöyle demişti: “Günah işleme dürtüsüne karşı koymak, günah değil sadece bir erdemlilik testidir.” Ona da bir madalya verildi: Nobel.

Kürtaj hakkında

Joe kendi kendine uyguladığı tıbbi kürtaj işleminin tüm detaylarını anlattıktan sonra:
S: Ben kürtaja karşı değilim. Hiç bir erkeğin kürtajın psikolojisini ya da acısını kavrayabileceğini sanmıyorum. Bu yüzde yüz kadınları ilgilendiren bir konu. Senin kürtaj metoduna gelince; ne kadar az konuşursak o kadar iyi olur.
J: Çok ilginç. Bir erkek olarak kadınların kürtaj hakkında hissettiklerini anlayamayacağını söylüyorsun. Ki bu bence “Deprem mağdurlarının ne hissettiklerini anlayamam, çünkü onlar Çinli” demek gibi bir şey. Sanırım seninle insanlığın temel taşının empati olduğunda hemfikirdik. Ama şimdi görüyorum ki; kürtaj konusundaki her şeyi kadına bırakmak daha pratik. Böylelikle suçluluk duygusuyla falan da uğraşmanıza gerek yok. Bu arada ikinci dediğin beni daha çok kışkırttı. Ne yani, kürtajımı tartışmaya bile değmez mi diyorsun?
S:… Kürtaj anlaşılabilir bir şeydir diyorum işte. Çocuğunun yaşamaya değer bir hayatı olmayacağını düşünüp hamileliğini sonlandırmışsın. Bu arada, senin kürtaj metodunun kanlı ve tiksindirici detaylarını dinlemekten keyif almamı mı bekliyorsun?
J: Kürtajı tiksindirici buluyorsun yani? O zaman hayvanların nasıl kesilip parçalara ayrıldığından bahsedelim biraz, ne dersin? Bir zamanlar canlı olan bir yaratığı oturup yemek tiksindirici değil mi?
S: Bastırmak zorunda kalsak da bu kabul etmek zorunda olduğumuz bir gerçek o.
J: Kürtaj da öyle… Ben prensip olarak tabuların insanlığa zarar verdiğini düşünüyorum. Kürtaj da tabu bir konu olmamalı.
S: İşine öyle geldiği için söylüyorsun bunu… Bir ceninin rahimden çıkartılmasının iç gıcıklayıcı detayları nahoş olmanın yanında potansiyel olarak da halkın hazmedebileceği bir şey değildir. Bu teknik detay bilgilerin toplumda yaratacağı infiali bir düşünsene.
J: Yani diyorsun ki; genel olarak insanlar bilgi temelli karar veremeyecek kadar salaktırlar, öyle mi? Ve bunu insanların nitelikleri olduğuna inanan sen söylüyorsun.
S: Küçük görmek istemem ama, tecavüz ve ensest ilişki sonucu hamile kalmış ya da yoksulluk çeken kadınların kürtajı yanında, senin kürtajın tamamen şımarıklıktan. O kürtajlar belki bir çocuğu açlıktan ölmekten kurtaracak, bir kadının yeni bir hayata başlamasına vesile olacak. Kışkırtıcı bir şekilde kürtaj detaylarını anlatman çok gereksiz bence. Açıklık prensibini uygulayacaksın diye o kadınları küçümsemiş oluyorsun.

Hitler

J: Katliam yapan diktatörleri anlayabiliyorum. Halk seni o noktaya getirip, tüm yetkileri vermiş bir kere. Öldürmeyip ne yapacaksın? Birisini öldürmek zordur derler ya, bence bir diktatörsen ya da benim gibi kaybedecek bir şeyin yoksa, asıl öldürmemek zordur.

Halef nasıl seçilir?

Yasadışı olarak yaptığı işteki patronu kendisine bir yardımcı bulmasını öğütlerken:
Joe’nun Patronu: Suçu ciddiye almak lazım. Artık yaşın geçiyor, kendine bir çırak bulman gerek. Normalde prosedür şudur: Ebeveynlik görevini yapamayan hapiste ya da uyuşturucu bağımlısı birini belirler sonra da çocuğunun futbol antremanlarına gidersin. Birkaç yıl, kötü bile oynasa, maçlarında tezahürat yaparsın. Hatta ne kadar kötü oynarsa o kadar iyi olur. Sonra yavaş yavaş ebeveyn rolünü üstlenmeye başlarsın. Sonunda senin için kendini ateşe atacak sadık bir yardımcın olur. Senin icin hapse bile girer.
joes tree Nymphomaniac filmi diyalogları ağaç pedofili sex seks

Ruh ikizi ağaçlar

Joe’nun ağaçları kutsal sayan babasına göre herkesin ruh ikizi bir ağacı vardır ve onu gördüğü an anlar o ağacın kendisine ait olduğunu.
Joe’nun babası: Kışın gördüğümüz aslında ağaçların ruhlarıdır. Yazın her yer yeşil ve pastoral ama kışın sadece gövde ve kuru dallar kalır ortada. Baksana ne kadar kargacık burgacık görünüyorlar. Bu dallar o bütün yaprakları güneş ışığına taşımak zorundalar. Bu uzun bir hayatta kalma mücadelesidir….
Joe da filmin sonunda kendi ruh ikizi ağacını bulacaktır.

Lars Von Trier’in cevabı

Peki Trier bu fimi neden yapmış olabilir? Cinselliği yüceltmek ya da insanoğlunun ikiyüzlülüklerini  göz önüne sermek için mi? Yoksa kendi politik  görüşlerini karakterlerin konuşması üzerinden aktarmak mı istedi?
Gerçekten de nudist, ateist ve Yahudi bir ailenin çocuğu olarak büyüyen Trier’in fikirlerini Joe’nun söylemlerinde bulmak mümkün. Ne var ki; Lars Von Trier Kopenhag’daki bir basın toplantısında neden böyle bir filme kalkıştığının şöyle açıkladı:
“Seks, porno endüstrisine bırakılmayacak kadar ciddi bir şeydir!”

aslında seni anlayan birine ihtiyacın var...



Hani hep konuşmaya çok ihtiyacımız var diyoruz ya, 

aslında seni anlayan birine ihtiyacın var...

ozanca

2 Aralık 2015 Çarşamba

kendimi inkar ederek




Ne ihanetler gördüm,inandım dediklerimden,




ne yalanlar duydum,dürüst dediklerimden,

ne yaralar aldım,yaralı zamanda yanında olduklarımda,


ne fukaralık yaşadım,kefil olduklarım yüzünden


Hata benimdir dedim,


Ve aynı hatayı yapan aptaldır diyenin aksine


aynı hataları yapmakta ısrar ediyorum


kendimi inkar ederek


ozanca