İzninizle, ben biraz dışarı...
Televizyonda çok ünlü bir kadın kameraya dönüp ağzını aça aça gülerek bağırıyor kameralara:"Elline gelince takmıyorsun!
"Belki, diyorum, o yaşa gelince bunu da anlayacağım.
Vaktiyle Müjde Ar da benzer bir şey söylemişti bana:"Derhal yaşlanmak istiyorum!
"Röportajın başlığı yapmıştım bunu. Bin yıl oldu herhalde.
İşte o zamanlarda, bin yıl kadar önce, eğer zaman doğrusal değil de döngüsel ise bin yıl olmuştur herhalde, gitmeyi isterdim.
Her şeyden daha fazla, hiç durmadan gitmeyi.
Bir filmde vardı, kim bilir neydi film, öğretmen şöyle diyordu çocuklara:"Ne istediğinizi iyi bilin.
Ve ondan uzak durun!
"Durmak gerekirmiş belki de. Çünkü...
İstediğini elde edince hayat anlamsızlaşıyor diyemeyeceğim, daha ziyade ihtiyarlıyorsun sanki biraz. İstediğin olunca hayatın kendini görmeyen akışı duruyor.
Akış, görülebilir oluyor.
Onu görmeye başlayınca da insan biraz...
Ne bileyim, ihtiyarlamak gibi bir şey işte.
Dünya beni koyamaz yerime
Gitmeyi isterdim işte, hem de çok.
Sonra gittim.
Sonra öyle çok gitmeye başladım ki giderek gitmenin bir anlamı kalmadı.
Yolun evden farkı yok artık.
Evin yoldan ya da.
Arkadaşlarım artık "Alo" diye açmıyorlar telefonlarını ben aradığımda.
Önce o soruyu soruyorlar:"Neredesin?
"Herkesin yeri belli sanki de dünya bir tek beni nereye koyacağını bilemiyor. Nereye konacağı bilinmeyen o tuhaf, yersiz yurtsuz küçük ev nesneleri gibi dolanıp duruyorum şehirler, ülkeler arasında.
Gitmek temize çeker insanı
Gitmek başlangıçta iyiydi.
Çünkü her yolculuk temize çeker insanı.
Sanılanın aksine, biraz daha istediğin bir insana dönüşürsün her yol ile birlikte. Sıkıldığın, sevmediğin yanlarını bırakıp bir şehirde, o şehirle birlikte, sıyrılıp kendinden kendine yeni şehirde yeni bir ben bulursun.
Sanırsın.
Böyle olacak sanırsın.
Hiç sevmezsin, hatta nefret edersin Kavafis'in o dizesinden:"Başka bir şehir yok"Çok zaman geçer sonra. Şehirlerarası bir yolda muhakkak anlarsın o şiirin ne demek istediğini.
Anlamak da değil aslında, zamanı gelmiştir şiirin, içine değer.
Şairin neresine değmişse senin de aynı yerine değer söz.
Sana değen de şudur:Bütün o şehirlerde bıraktığın o iyi veya kötü parçaların dönüp dolaşıp yeniden bulur seni. Ben, döngüseldir. Başka, bambaşka bir sen yok, anlarsın.
Kendini beğendiğin bir "ben" fotoğrafının içine yerleştirmeye çalışırken kendini kesip biçmek yok aslında.
Kesip biçtiklerin seni bırakıp gitmiyor.
Kendine yerleşmek, kendinle
Gitmekten o gün bıkar insan.
Dünya sana artık yerleşecek bir yer aramaya başlar.
Artık sen, kendine yerleşirsin.
Kendinle yerleşirsin.Bütün bunları niye yazdım?
Çünkü elbette ve yine gidiyorum.
Bu kez uzun. Uzunca. "Dışarıya" çıkıyorum.
Bir süre dışarıda kalsam en iyisi diye düşündüm.
Nefes almaya çıkmak gibi.
Çıkıp "evin" içine buğulu bir pencereden bakmak gibi.
Evin içinden gelen gürültüyü dışarıda durarak dinlemek gibi.
Ne güzeldir o.
Kendini de, dışarıyı da, içeriyi de dinlersin, aynı anda.
Duyamadığın her şey duyulur olur.
Bilir misin?
Sen yokken insanların içeride neler yaptığına bakarsın. Kendinin orada olmayışına bakarsın.
Olmayışın ne büyülü ve hüzünlüdür.
Başka bir derinliğe geçer içeridekilerin varlıkları, bir film gibi, roman gibi ya da. Düşünürsün. Düşünmek için şimdi izninizle, ben biraz "dışarıya"...
Ece Temelkuran ecetem@hotmail.com
Televizyonda çok ünlü bir kadın kameraya dönüp ağzını aça aça gülerek bağırıyor kameralara:"Elline gelince takmıyorsun!
"Belki, diyorum, o yaşa gelince bunu da anlayacağım.
Vaktiyle Müjde Ar da benzer bir şey söylemişti bana:"Derhal yaşlanmak istiyorum!
"Röportajın başlığı yapmıştım bunu. Bin yıl oldu herhalde.
İşte o zamanlarda, bin yıl kadar önce, eğer zaman doğrusal değil de döngüsel ise bin yıl olmuştur herhalde, gitmeyi isterdim.
Her şeyden daha fazla, hiç durmadan gitmeyi.
Bir filmde vardı, kim bilir neydi film, öğretmen şöyle diyordu çocuklara:"Ne istediğinizi iyi bilin.
Ve ondan uzak durun!
"Durmak gerekirmiş belki de. Çünkü...
İstediğini elde edince hayat anlamsızlaşıyor diyemeyeceğim, daha ziyade ihtiyarlıyorsun sanki biraz. İstediğin olunca hayatın kendini görmeyen akışı duruyor.
Akış, görülebilir oluyor.
Onu görmeye başlayınca da insan biraz...
Ne bileyim, ihtiyarlamak gibi bir şey işte.
Dünya beni koyamaz yerime
Gitmeyi isterdim işte, hem de çok.
Sonra gittim.
Sonra öyle çok gitmeye başladım ki giderek gitmenin bir anlamı kalmadı.
Yolun evden farkı yok artık.
Evin yoldan ya da.
Arkadaşlarım artık "Alo" diye açmıyorlar telefonlarını ben aradığımda.
Önce o soruyu soruyorlar:"Neredesin?
"Herkesin yeri belli sanki de dünya bir tek beni nereye koyacağını bilemiyor. Nereye konacağı bilinmeyen o tuhaf, yersiz yurtsuz küçük ev nesneleri gibi dolanıp duruyorum şehirler, ülkeler arasında.
Gitmek temize çeker insanı
Gitmek başlangıçta iyiydi.
Çünkü her yolculuk temize çeker insanı.
Sanılanın aksine, biraz daha istediğin bir insana dönüşürsün her yol ile birlikte. Sıkıldığın, sevmediğin yanlarını bırakıp bir şehirde, o şehirle birlikte, sıyrılıp kendinden kendine yeni şehirde yeni bir ben bulursun.
Sanırsın.
Böyle olacak sanırsın.
Hiç sevmezsin, hatta nefret edersin Kavafis'in o dizesinden:"Başka bir şehir yok"Çok zaman geçer sonra. Şehirlerarası bir yolda muhakkak anlarsın o şiirin ne demek istediğini.
Anlamak da değil aslında, zamanı gelmiştir şiirin, içine değer.
Şairin neresine değmişse senin de aynı yerine değer söz.
Sana değen de şudur:Bütün o şehirlerde bıraktığın o iyi veya kötü parçaların dönüp dolaşıp yeniden bulur seni. Ben, döngüseldir. Başka, bambaşka bir sen yok, anlarsın.
Kendini beğendiğin bir "ben" fotoğrafının içine yerleştirmeye çalışırken kendini kesip biçmek yok aslında.
Kesip biçtiklerin seni bırakıp gitmiyor.
Kendine yerleşmek, kendinle
Gitmekten o gün bıkar insan.
Dünya sana artık yerleşecek bir yer aramaya başlar.
Artık sen, kendine yerleşirsin.
Kendinle yerleşirsin.Bütün bunları niye yazdım?
Çünkü elbette ve yine gidiyorum.
Bu kez uzun. Uzunca. "Dışarıya" çıkıyorum.
Bir süre dışarıda kalsam en iyisi diye düşündüm.
Nefes almaya çıkmak gibi.
Çıkıp "evin" içine buğulu bir pencereden bakmak gibi.
Evin içinden gelen gürültüyü dışarıda durarak dinlemek gibi.
Ne güzeldir o.
Kendini de, dışarıyı da, içeriyi de dinlersin, aynı anda.
Duyamadığın her şey duyulur olur.
Bilir misin?
Sen yokken insanların içeride neler yaptığına bakarsın. Kendinin orada olmayışına bakarsın.
Olmayışın ne büyülü ve hüzünlüdür.
Başka bir derinliğe geçer içeridekilerin varlıkları, bir film gibi, roman gibi ya da. Düşünürsün. Düşünmek için şimdi izninizle, ben biraz "dışarıya"...
Ece Temelkuran ecetem@hotmail.com