İNSAN DÜŞÜNEN VARLIKTIR.

21 Ocak 2008 Pazartesi

GÜNÜ YAŞAYIN














GÜNÜ YAŞAYIN

Dünün ve yarının endişelerinden kurtulup içinde bulunduğunuz anı yaşayın, hayattan zevk alın...

Hayatınızda böyle biri var mı?

Sizi sizin kadar tanıyan biri; sizi düşünen, düşünmeyi öğrenmiş, sakin, uslu, efendi, oturmayı kalkmayı bilen, sevmeden edemediğiniz biri. Size sizi anlatmayı seven, sizi başkalarına anlatmayı her şeyden çok seven, sizin için çok şey yapmaya hazır biri.
Bazen biraz fazla konuştuğundan yakındığınız ama ne söylediğini bildiğinden hep emin olduğunuz, sizi tanıdığı kadar kendini ve hayatı da tanıyan biri.
Bazen düşüncesine şiddetle ihtiyaç duyduğunuz biri.
Sabahın üçünde ayıp olur mu diye endişelenmeden arayabildiğiniz ve üçüne beşine bakmadan size duymanız gerekenleri söyleyen, gecenin o karanlığında kalkıp ışığı yakan, masanın başına geçen biri.
Kaleminiz-kağıdınız, aynanız, saatiniz, kravatınız olan, bazen gölgeniz olan biri.
Ve bazen vicdanınız, eh bazen de uykusuz bıraktığınız için, vicdan azabınız olan biri…

Hayatınızda böyle biri var mı?

Varsa kıymetini bilin.
Haftanın kaç günü kafanıza bir şey takmıyor ve keyfinizce yaşıyorsunuz?
Hiç diyenler, kaybetti.
İki gün diyenler, yaklaştı.
Cumartesi ve Pazar diyenler, bilemedi.
Gerçekten böyle iki gün var!
Bir tanesinin adı, dün.
Hatalar, acılar, yanlış anlamalar.
Oysa onlar geçti, gitti, geçmişte kaldı. Zamanı geriye döndürmeye imkan yok. Dünyanın bütün parasını yan yana getirin, bir dakika önceye dönemezsiniz. Yaptığınız hiçbir hareketi aynen geri alamazsınız. Ettiğiniz hiçbir lafı silemezsiniz. Dün dündü bitti.

Kafanıza takmayacağınız ikinci günün adı, yarın!
Yarını bugünden kontrol altına alamazsınız.
Yarın güneş doğacak elbette. Ama pırıl pırıl mı doğar, bulutların arasından mı çıkar, bugünden bilemezsiniz.

Geriye tek bir gün kalıyor: Bugün!

Bir gün hayatla mücadele edecek güç, hepimizde var. Güç ne zaman tükeniyor? Dünü ve yarını işin içine kattığınızda.

Yazarı Bilinmiyor...

HAYATINIZ SEÇTİĞİNİZ KADINDIR...


Bir erkeğin düşünsel yeteneği, estetik birikimleri ne olursa olsun, hayatta durdugu kat, içine doğduğu kattır, tanıdığı ilk kadının, annesinin onu bıraktıgı kat.
Giyim zevkinin bulunmadığı bir bahçede doğduysanız, giyim zevkinin gelişmiş olduğu bir bahçeye sizi ancak bir kadın götürür, sofralarının inceliklerle donatılmadığı bir katta dogduysanız, incelikli sofraların bulunduğu kata sizi götürecek olan da bir kadındır.
Birlikte olduğunuz kadın degiştiğinde, değişen yalnızca bir kadın değildir, hayatın neredeyse bütünü degişir, bir baska kata, bir baska bahçeye geçersiniz, orada hersey farklıdır.

Dinlediğiniz müzik, okudugunuz kitap, yediğiniz yemek, gittiğiniz yerler, bulustuğunuz arkadaşlar, hatta taktığınız kravat bile değişir.Bir erkeği hayatın içinde kadınlar gezdirir, hayatın katları arasında kadınlar dolastırır.

Zevkli bir kadına rastlarsanız zevkiniz, bilgili bir kadına rastlarsanız bilginiz, esprili bir kadına rastlarsanız espriniz, zeki bir kadına rastlarsaniz zekânız gelişir; yeni huysuzluklar, kaprisler, kavga nedenleri, acılar da öğrenirsiniz.

Hayat, kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi kat kattır; Babil´in asma bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir.
" Bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür. Ve, bugün durduğunuz teras, seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat, yanınızdaki kadınin terası, manzarası, hayatıdır; hayatın hangi katında durdugunuzu, yanınızdaki kadının durduğu kat belirler.

Hayatiniz, seçtiginiz kadindir.

Bir kadın değil bir hayat seçersiniz çünkü."
Ahmet Altan

İNSAN KENDİSİNİN SÜRGÜNÜDÜR…


İNSAN KENDİSİNİN SÜRGÜNÜDÜR…


İNSAN KENDİSİNİN SÜRGÜNÜDÜR.
İnsan zamanla bulunduğu ortamda veya yaşamın bazı kesitlerinden kaçışları olmalı,bu kaçışları beynindeki sürgünlerine yeni bir yol almaktır.
Yeni sürgünlere hazırlanırken benliğin, sanki hep hazır bekliyordur götüreceklerinielbiselerin, ayakkabıların, gömleklerin, ayrılıkların, fotoğrafların ve bir tek şey seni alıkoymaktadır, anılarda olsa da yeni düş kırıklıkları,
acıları tekrar baştan yaşayabilme korkuları, karamsarlıkların; geceler boyu uykusuzluğunu
yaşamak korkuturAma gitmen gereklidir buralardan daha fazla durman senin yüreğinden, beyninden, her geçen gün yeni bir parçalanmalar yaratmaktadır. Başkada seçenek bulamazsın sürgünden diğer sürgünlere yol almaktan
Ah! o yüreğinki ne acılar
yaşamıştır,içinde boğduğun.o yüreğinki ne hatalar yapmıştır,bir daha yapmayacağım diye .ne vefasızlıklar görmüştür,buda öylemiydi dedirten.ne üzüntülerdir günler boyu kederi dinmeyen,içindeki küfürlerin…o yüreğinki ne ayrılıkları nedensiz yaşamıştır..bir tek aşkım diyebileceğin aşklar yaşamamışsındır. Yaşasan da beynindeki sürgünler izin vermemiştir ötesini yaşamaya.
rgındır yaşam sana, sen yaşama
Ve seni b
öylesine yeni bir sürgüne itenleri kimse yine anlamayacaktır.
Dostun yoktur, dostluklar zedelenmiş artık… arkadaşlık, sırdaşlık, yoldaşlık mazideki fotoğraflardadır. Hayallerin, umutların hep 80 öncesinde kaldı. Nostalji sevdalar, nostalji
baharlar, şarkılar, içerken ağlamak bile nostaljik oldu şimdi ki zamanda
Gerçi sende o
llarda kalan benliğini silemediğinden, değerleri yok sayamadığından sürgünlerini hala yaşıyorsun besbelli ama! kabüllenmelisinki şimdikiler duyarsız, umursamaz küçük dünyalarında yalanlarıyla yaşamayı seviyorlar.
Eskiden halk evleri vardı, bilimden,
felsefeden, dünyadan, haberin olsun diye ve parasızdı bilgi edinmenin bedeli. Şimdi ise dersaneler var tek tip asosyal insanlar için.
ralar oluşurdu gazete bayilerinde ilk
haberi ben okuyayım, okunmak içindi gazeteler, şimdi öylemi?.. yalan haberlerini satabilmek içinralanıyorlar insanların peşlerine.
Eskiden aydın olmanın ırlığı vardı,
her şeyi göze alırdı, hapisleri, vurulmayı, kalmayı… Şimdi ise aydın olmak parayladeğer görülmeye başlandı.
Eskiden sevdalar yaşanırdı günlerce, aylarca, yıllarca ve sevdalanmak bu derece ayaklar altına alınıp, ertesi gün unutulamazdı. Şimdi ise sevdalar saniyelerle yaşanmaya
başlandı.
Eskiden öğretmenler; yerden yazılı bir şey bulursan oku derdi, şimdi ise yerden
çocuklar ekmek, petşise, çöp topluyorlar.
Eskiden mahalle çeşmelerimiz vardı suları her
zaman soğuk, ağzımızı dayayıp içerdik de, komşular bakır tas veripzarlardı, ağzınızı dayamayın diye, şimdi ise; içtiğimiz sulara kanalizasyon karıştı, parayla içiyoruz petlenmiş suları.
Eskiden kâğıt helvalarımız vardı, okul önlerinde satılan iştahla yediğimiz. Şimdi ise;
patlamış mısırımız; popcorn, köfte ekmeğimiz; hamburger adında, lahmacunumuz; pizza oldu paketlenerek.her şeyimiz bir pakete yerleştirildi,ruhumuz,benliğimiz,kişiliğimiz paketler halinde maskelendi ve maskelerimizde yalnızlığı yaşıyoruz tek başına ve korkuyoruz maskemizi çıkarmaktan.Belki çıkarsak yaşamla tekrar barışsak,özeleştirilerimizi yapsak
kendimizle daha rahat edeceğiz kol kola yaşamla yaşamaktan.Oysa ki tüketerek yaşıyoruz,yaşamı.
İşin kötüsü; tek başına tüketiyoruz.paylaşmayı, paylaşamıyoruz.
Belki de sindiremediğin bunlar değil mi?
Oysaki senin zayıf dediğin y
üreğin cesur, yapamam dediklerin en yaptıkların. Gidemem dediklerin gittiğin yerler olup, dayanamam dediklerinse, en direnç gösterdiklerin değil mi?.. Ve aynı acılara gebe olsa da yeni bir sürgüne hazırdır yüreğin dirençlerinle.
Öyle değil mi ki?..
insan kendisi hazırlar kendi sürgünlerini.
Çıkışın; yalnızlığındadır sürgünlerden kurtulmanın…
Mehmet ozan

20 Ocak 2008 Pazar

Işık Bahçeleri (Amin Maalouf)



Işık Bahçeleri
(Amin Maalouf)

Gerçek çok şey isteyen bir sevgilidir, hiçbir ihaneti kabul etmez,bütün hıncın ona yönelik, yaşamının bütün anları ona aittir..
....Sofuların tekdüze dünyasında yalnızlıktan başka sığınak var mıdır?
.....Şu dünya üzerindedaha hafif ol, bastırmadan yürü, sert hareketlerden kaçın,ne ağaçları öldür ne çiçekleri!Toprağı işliyormuş gibi yap ama onu yaralama, okşamakla yetin.Başkaları avaz avaz bağırırken dudaklarını kıpırdat ama bağırma.........

..........Gerçekte çoğunluk yoktur.Bir sürü adam dört mevsim boyunca en saçma şeylere inanır, sayıları inandıklarını haklı gösterir mi?
....Dünya bilgelerden vazgeçmişse,bilgeler de dünyayı terkederler.O Zaman dünya yalnız kalır ve yalnızlığın acısını çeker...
........Yaşam bir borçlar zinciri , bir hesaplaşma dizisidir.Borç alçakça veya soyluca ödenebilir ama mutlaka ödenmesi gerekir.
...En katı müminde bile kuşku vardır ve en koyu inançsızlıkta itiraf edilmemiş bir umut!
Ahiret ile karşılaştıklarında insanlar sadece rollerini yaparlar , ortak inançları bedenlerindeki yorgunlukta yazılıdır .Bundan sonra gelen katlanmadır.
IŞIK BAHÇELERİ GÖNLÜ TOK OLANLARA AİTTİR..

18 Ocak 2008 Cuma

ŞEHRİN DELİSİ


ŞEHRİN DELİSİ


Bir gün tanrının sesi duyuldu. Herkes durdu. Herkes şaşırdı. Elinde çantayla koşan genç çocuk ve onun arkasından bağıran yaşlı kadın durdu. Emekli maaşını almak için bekleyen ve bayılmak üzere olan ihtiyarlar durdu. Haraç almaya giden mafyalar, tecavüz etmeye giden sapıklar durdu. Elindeki çiçeği koklayan küçük kız ve ona aşık olmaya başlayan çocuk durdu.
Tanrı Türkçe konuşuyordu. 'Ve evet' dedi. 'İşte beklediğiniz gün geldi. Kıyamet günü bugün. Ama korktunuz sanırım. Size bir şans daha vermem gerek. Bir günününüz var. Düzeltin kendinizi. Düzeltin dünyayı. Paylaşın herşeyinizi. Paylaşın hayatı. Nefret etmeyin birbirinizden. Nefret etmeyin kendinizden. İyi olun işte ne bileyim. ' İnsanlar hala duruyorlardı.
Kimse kıpırdamıyordu. Korku ve telaş vardı. Tanrı konuşmasına devam etti. 'Eğer bu bir gün içerisinde dediklerimi yaparsanız hepinizi güzel cennetime alacağım. Zaman başladı.'
Güneş batmıştı. Korku ve telaş devam ediyordu ama inceden bir heyecan kaplamıştı yüzlerini.
Cennete gitmek için bir gün. Sadece bir gün yeterliydi.

Genç çocuk elindeki çantayı yaşlı kadına verdi.
Yaşlı kadın yüzüne bir gülümseme yerleştirdi ve genç çocuğa nasihatler vermeye başladı.
Haraç almaya giden mafyalar bugüne kadar zorla aldıkları bütün paraları dağıttılar fakir fukaraya.
Tecavüz etmeye giden sapık o anda tövbekar oldu.
Yani herkes temizliyordu kendini kendince.
Cennet. Nasıl bir yerdi acaba?
Ertesi gün güneş batmaya başladı.
Kalpler atıyor, bekleyiş devam ediyordu.

Ve tanrının sesi duyuldu.
'Ve evet başardınız. Hepinize teşekkür ediyorum.
Bak isteyince oluyormuş değil mi?
Tanrı böyle konuşurmuydu? Tanrı bu sorgulanmaz. Günah. 'Hepiniz cenneti hakkettiniz. Ve aslında benim yaratdığımdan daha güzel bir cennet yarattınız yer yüzünde. O yüzden cennetiniz burasıdır.'
Şok. Neydi bu? Ne oldu? Cennet ne olacak. Herkes bir hayal kırıklığı yaşıyordu.
Tanrı neler söylemişti oysa. Cennet. Burası cennet olabilirmi. Olamaz.
Tanrının işine karışılırmı? Günah.
Ve bir ses duyuldu aniden. Patlayan bir kolonun sesiydi bu.
Cızırtılı gürültüler, dayanılmaz sesler. Kulakları yırtan gürültü. Bir kolon düştü yüksek bir binadan. Ardından beş tane, on tane. Ve bir adam düştü. Genç bir adam. Herkes tanımıştı onu.
Deliydi bu. Şehrin delisi. 'Cennet burasıdır' dedi.
'Eğer istersek.'
Ve insanlar linç etmeye başladılar deliyi. Allahü ekber sesleriyle.
Kendi elleriyle yarattıkları cenneti yine eski haline, yine cehenneme çevirmişlerdi.

17 Ocak 2008 Perşembe

NAZIM HİKMET ANISINA


NAZIM HİKMET'İN
106
DOĞUM GÜNÜ ANISINA









Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
"
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar,
üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,

bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un

66 santimetre karede gülüyor,
ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize
120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.

"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

"
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,

vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,

vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,

ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan,
Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.

Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nazım Hikmet
EINSTEIN'IN BEYNİ
"Neden beni hiç kimse anlamıyor, ama herkes beni seviyor?"

Bir söyleşiden12 Mart 1944


"Görelilik kuramım başarıyla kanıtlanırsa Almanya benim bir Alman olduğumu iddia edecek. Fransa ise dünya vatandaşı olduğumu açıklayacaktır. Kuramım gerçek dışı çıktığında ise, Fransa bir Alman olduğumu söyleyecek. Almanya ise bir Yahudi olduğumu açıklayacaktır."
Fransız Felsefe Cemiyeti konferansından6 Nisan 1922

"Ben gelecek için hiç bir endişe duymadım. O yeterince hızla geliyor."

Aforizma Einstein Arşivi
1944-45

"Ümit mi? Ümit en son kötülüktür! ... Pandora nın kutusu açılıp Zeusun içinde sakladığı tüm kötülükler dünyaya saçıldığı zaman orada son bir kötülük kaldığından kimsenin haberi olmamıştı.Ümit ozamandan beri insanların kutuyu ve içindeki ümüdi iyi şans ola"

F. Nietzsche

"Bütün Mesele Hazır Olmakta Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin. Şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta. Madem hiçbir insan bırakıp gideceği şeyin gerçekten sahibi olmamış,"

William Shakespear
Hangisi Yalan ?
-




İnsan olarak yaşayışlarda başkalarına neler yapabileceğimizi tüm gözlere sansürsüz olarak izletebiliyor ve vicdanımızdakini hep arka sıralara saklayabiliyoruz.Oysa hayalleri üşümüştür hep o günahsız yıldız gözlü çocukların.Karlar yağdırdık onlara kırmızı renkli ve en soğundan.

Neler aramıştık? Neydi bu alemde bizi oyalayanlar vakitli vakitsiz?Beklediğimiz; saçının tek bir teline karşılık yoluna hayat verebileceğimiz analar mı ? yaşamla verdiğimiz meydan muharebelerinde bizimle en ön saflarda yer alan, cesareti avucumuzun içine bırakan babalar mı? bize şiirler yazdırıp,çıplak ayak sular üzerinde yürüten , yıldız bahçelerinden ay çaldığımız ve yüreğimizi yüreğine kattığımız sevgililer mi? Yaşadıklarını kitaplara sığdıramayan , o en uçta kalbimizde hissettiğimiz bir sızının sonunda elinden tutupta gözlerimizle gözlerine bakıp çek beni kaldır dediğimiz dostlar mı ?....

Bilinenler mi bilinmez bildiklerimiz. Hangimiz unuttu çaldığı kirazları, yada kan sızan dizlerindeki acıyı, hangimizinki aynı değil. Kim soğutabildi Kızaran yanaklarla ve ürkeksi kaçamak bakışlarla tutulan kar beyazı avuç içlerini . Bir çocuk dudağıyla öpülen yanaktaki sıcaklığı.Aslında hep aynı yaşanılanlar, fakat kimse farkında değil başkasındaki acıların ve de mutlulukların.Baktığımız yer hep buğulu camlar arkası ; geçen zaman akıyor bir bulutun seyrinde farkında olamıyoruz. Oysa yıllar neler çalmış bizden gizli gizli.Yürünen yollar ve geçilen zamanlar aynı olduğu gibi , varılacak yerde hep aynı olacaktır istemesek de.

Ya kaçışlarımız ; ne de fitursuz karekterlere sahibizdir. Her yolu beraber yürüdüğünüz ve koşarken bir solukta nefesini nefesine kattığımız o insanlara yaptığımız nankörlüklerin yıllar içerisinde hayatın yüzümüze vurmasından utanmayacak kadar zifiri karanlık ta kalmışlıklarımız vardır. Kendimize yapılanlardan bir öç alma güdüsümüydü Bir mum ışığı isi kadar kalıcı bıraktığımız yaralar..istemeye istemeye ortak olunca acılardan sızan kanlara acil tampon yapın diye bağrışmalar.......

Bakalım kimler bulacak yıkılmadan sabahı?.

Alıntı

http://www.toplumdusmani.net/modules/wfsection/article.php?articleid=2177

13 Ocak 2008 Pazar

İzninizle, ben biraz dışarı...


İzninizle, ben biraz dışarı...

Televizyonda çok ünlü bir kadın kameraya dönüp ağzını aça aça gülerek bağırıyor kameralara:"Elline gelince takmıyorsun!
"Belki, diyorum, o yaşa gelince bunu da anlayacağım.
Vaktiyle Müjde Ar da benzer bir şey söylemişti bana:"Derhal yaşlanmak istiyorum!
"Röportajın başlığı yapmıştım bunu. Bin yıl oldu herhalde.
İşte o zamanlarda, bin yıl kadar önce, eğer zaman doğrusal değil de döngüsel ise bin yıl olmuştur herhalde, gitmeyi isterdim.
Her şeyden daha fazla, hiç durmadan gitmeyi.
Bir filmde vardı, kim bilir neydi film, öğretmen şöyle diyordu çocuklara:"Ne istediğinizi iyi bilin.
Ve ondan uzak durun!
"Durmak gerekirmiş belki de. Çünkü...
İstediğini elde edince hayat anlamsızlaşıyor diyemeyeceğim, daha ziyade ihtiyarlıyorsun sanki biraz. İstediğin olunca hayatın kendini görmeyen akışı duruyor.
Akış, görülebilir oluyor.
Onu görmeye başlayınca da insan biraz...
Ne bileyim, ihtiyarlamak gibi bir şey işte.

Dünya beni koyamaz yerime

Gitmeyi isterdim işte, hem de çok.
Sonra gittim.
Sonra öyle çok gitmeye başladım ki giderek gitmenin bir anlamı kalmadı.
Yolun evden farkı yok artık.
Evin yoldan ya da.
Arkadaşlarım artık "Alo" diye açmıyorlar telefonlarını ben aradığımda.
Önce o soruyu soruyorlar:"Neredesin?
"Herkesin yeri belli sanki de dünya bir tek beni nereye koyacağını bilemiyor. Nereye konacağı bilinmeyen o tuhaf, yersiz yurtsuz küçük ev nesneleri gibi dolanıp duruyorum şehirler, ülkeler arasında.

Gitmek temize çeker insanı

Gitmek başlangıçta iyiydi.
Çünkü her yolculuk temize çeker insanı.
Sanılanın aksine, biraz daha istediğin bir insana dönüşürsün her yol ile birlikte. Sıkıldığın, sevmediğin yanlarını bırakıp bir şehirde, o şehirle birlikte, sıyrılıp kendinden kendine yeni şehirde yeni bir ben bulursun.
Sanırsın.
Böyle olacak sanırsın.
Hiç sevmezsin, hatta nefret edersin Kavafis'in o dizesinden:"Başka bir şehir yok"Çok zaman geçer sonra. Şehirlerarası bir yolda muhakkak anlarsın o şiirin ne demek istediğini.
Anlamak da değil aslında, zamanı gelmiştir şiirin, içine değer.
Şairin neresine değmişse senin de aynı yerine değer söz.
Sana değen de şudur:Bütün o şehirlerde bıraktığın o iyi veya kötü parçaların dönüp dolaşıp yeniden bulur seni. Ben, döngüseldir. Başka, bambaşka bir sen yok, anlarsın.
Kendini beğendiğin bir "ben" fotoğrafının içine yerleştirmeye çalışırken kendini kesip biçmek yok aslında.
Kesip biçtiklerin seni bırakıp gitmiyor.

Kendine yerleşmek, kendinle

Gitmekten o gün bıkar insan.
Dünya sana artık yerleşecek bir yer aramaya başlar.
Artık sen, kendine yerleşirsin.
Kendinle yerleşirsin.Bütün bunları niye yazdım?
Çünkü elbette ve yine gidiyorum.
Bu kez uzun. Uzunca. "Dışarıya" çıkıyorum.
Bir süre dışarıda kalsam en iyisi diye düşündüm.
Nefes almaya çıkmak gibi.
Çıkıp "evin" içine buğulu bir pencereden bakmak gibi.
Evin içinden gelen gürültüyü dışarıda durarak dinlemek gibi.
Ne güzeldir o.
Kendini de, dışarıyı da, içeriyi de dinlersin, aynı anda.
Duyamadığın her şey duyulur olur.
Bilir misin?
Sen yokken insanların içeride neler yaptığına bakarsın. Kendinin orada olmayışına bakarsın.
Olmayışın ne büyülü ve hüzünlüdür.
Başka bir derinliğe geçer içeridekilerin varlıkları, bir film gibi, roman gibi ya da. Düşünürsün. Düşünmek için şimdi izninizle, ben biraz "dışarıya"...

Ece Temelkuran
ecetem@hotmail.com