İNSAN DÜŞÜNEN VARLIKTIR.

30 Kasım 2007 Cuma

Yurdum İnsanları

Yurdum İnsanları

Hani bazi olaylar, sözler, durumlar vb. vardir.Bizim insanimizdan baskasina nasip olmaz. Iste onlardan bazilari..

1. "Nerelisin ?" sorusuna cevap aldiktan sonra otomatikmen "icinden mi?" diye sormak.

2. Amca, hala, dayi, teyze, gorumce, kayinco,eniste,elti,bacanak, kaynana, kayinpeder,baldiz, yenge, amcaoglu, halaoglu, dayioglu, vb. gibi akrabalik terimleri.

3. Gelin-Kaynana cekismesi.

4. Sigarayi çoraba veya kulak arkasina koymak.

5. Dugunlerde, eglencelerde, toplantilarda, vb. icip icip olay cikartmak.

6. Kurufasulye-pilav-cacik, at-avrat-silah,devlet-mafya-polis,
kavun-beyazpeynir-raki, metin-ali-feyyaz, karpuz-peynir-ekmek,
vb. gibi uclemeler.

7. Yuruyus veya dolasma esnasinda eline tesbih, değnek, sopa, vb. almak.

8. Yabanci dil ogrenirken once kufurleri ogrenmek, yabancilara Turkce ogretirken once kufurleri ogretmek.

9. Yolculuk esnasinda yanindakine "Yolculuk nere hemserim?" diye sorarak muhabbete baslamak.

10. Cirak-kalfa-usta iliskisi.

11. Buyuklerin yaninda sigara-icki icmemek, bacak bacak ustune atmamak.

12. Mektuplarda "buyuklerin ellerinden, kucuklerin gozlerinden" opup "kestane kebap, acele cevap" beklemek.

13. Kendini tanittiktan sonra diger yarismaci arkadaslara basarilar dilemek.

14. Japonlari kastederek "adamlar yapmis abi!" demek.

15. Ortaokul ve lisedeki ani-hatira defterlerine yazarken "bana kalbin kadar temiz bu sayfayi ayirdigin icin... " diye baslamak.

16. "Bizim askerdeyken bir cavus vardi..." diye baslayan askerlik anilari.

17. Utu utulemek, su sulamak, boya boyamak, uyku uyumak,
yangin yanmasi, olu olmesi, vb. gibi dumur yaratan deyimler.

18. "Geldiniz mi?" veya "Siz mi geldiniz?" gibi gereksiz sorular.

19. "Kim O?" sorusuna "Ben!" diye cevap vermek.

20. Telefonu acan kisiye kendini tanitmadan "orasi neresi?" veya "sen kimsin?" gibi sorular sormak.

21. Neredeyse herkese, herseye takma isim bulmak.

22. Misafir gelince hemen cay suyu koymak.

23. "Senin paran burda gecmez!" deyip karsidakinin eline sarilmak.

24. Paralari cuzdana veya cebe koyarken Ataturklerin ayni tarafa
gelmesine dikkat etmek.

25. Dugun, lokanta, vb. gibi yerlerde masalari birlestirerek oturmak.

26. Buyuklerin "Biz sizin yasinizdayken..." diye baslayan serzenisleri.

27. Dugunlerdeki taki merasimleri.

28. Otobus, ucak, hastane, vb. gibi cep telefonu kullanmanin yasak oldugu yerlerde gizli gizli cep telefonu ile konusmak.

29. "Hamili kart yakinimdir!."

30. Yuzsuzce rusvet istedikten sonra abartip "Helal et" demek (yasanmistir).

31. Bir ise basvururken muhtardan onayli ikametkah, fotograf, nufus cuzdani sureti, noterden onayli diploma fotokopisi, askerlik belgesi vb. gerekmesi.

--------------------------------------------------------------------------------
1)Ayni sirkete ait iki otobüs yolda karsilasti, söferler ellerini birakip selamlastilar 52 kisi öldü. (MUGLA)

2)Odun kesmek için agaca çikan adam Nasreddin Hoca fikrasinda ki gibi oturdugu dali kesince dalla birlikte yere çakildi. Hastahanede öldü.(ANTALYA)

3)Bir anne yagmur girmemesi için bacayi tikadi duman çikamayinca evin içine karbonmonoksit gazi doldu.Anne ve bir oglu öldü, 3 yavru komada.(ISTANBUL)

4)Asabi çoban ot yemeyen koyunu tüfegin dipçigiyle dövmeye basladi. Tüfek ates aldi çoban öldü.(BITLIS)

5)Otlayan iki koyun evin önündeki kumu dagitti. Koyunlarin sahibi aile ile kumun sahibi aile birbirine girdi.5 kisi öldü.

6)Duvari yikip iki odayi tek oda yapmak isteyen adam isi abartti. Duvar için kazma yerine dinamit kullandi. Mahalleyi havaya uçurdu, yaralandi.(LÜLEBURGAZ)

7)Saskin köylü 3 katli evin terasinda buzagi beslemeye basladi. Buzagi bir süre sonra 250 kiloluk dev bir inek oldu. Inegi vinçle indirdiler.( ISTANBUL)

8)Kurban Bayraminda beraber deve kesmeyi planliyan 2 aile arasinda çikan tartisma sonucu jandarmanin aldigi karara göre deve 2 ye bölündü.(AGRI)

-----------------------------------------------------------------------------
Dolmus (Gercek bir olay)
Iki tane kadin çocuklu felan gezmekten dönüyolar iste büyüksehirde dolmusa biniyo bunlar. Ama bi önde bi arkada yer var. Neyse biri öne oturuyo kadinlarin biri arkaya. Öndeki çikariyo hemen iki kisilik parayi veriyo. Arkadaki de para vermeye yeltenince, öndeki arkaya bagiriyor: "Nejlaaa ben önden verdim zaten, bi de sen arkadan vermeee.."

--------------------------------------------------------------------------------
Otobüs
Adamin biri bi gün otobüse biniyo ama bileti yok. Soföre biletinin olmadigini söylüyo. Soför yolculara sormasini söyleyince yolculara dönüp:
- Binebilir miyim?,

--------------------------------------------------------------------------------

Demirel
Sayın Cumhurbaskanimz Süleyman Demirel'in sair bir tarihte düzenledigi bir basin toplantisindan...


-Ege bir Yunan gölü deeldir.


-Ege bir Türk gölü de deeldir.


-Binanaleyhh Ege bir göl deeldir..

Bunlarda yabancılardan

"Asagida anlatilanlar Wall Street Journal tarafindan yayinlanmis gerçek hikayelerdir."

1. Compaq "Press any key" komutunu "Press return key" şekline dönüştürmeyi düşünüyor. Neden? "Any" tuşu nerede sorusuna cevap vermekten baygınlık gelmiş.

2. Bir müşteri, üzerinde "toz koruyucu" olduğunda fareyi kullanmakta güçlük çektiğinden dert yanmış. Toz koruyucu dediğinin farenin plastik paketi olduğu ortaya çıkmış.

3. Disklerinin hatalı olduğunu savunan müşteriye "diskleri satıcıya yollayın" denmiş. Satıcının eline geçen mektuptan disklerin fotokopileri çıkmış.

4. Dell şirketinin bir müşterisi bilgisayarının faks çekememesinden şikayet etmiş. 40 dakikalık bir telefon görüşmesi sonucunda adamın kağıdı monitöre dayayıp "Gönder" tuşuna bastığı ortaya çıkmış.

5. Bir IBM müşterisi dökümanı yazıcıya aktaramadığından şikayet etmiş. "Bilgisayar yazıcıyı görüyor mu?" sorusuna karşılık "Ekranı yazıcıya doğru çevirdim ama hala görmüyor" cevabını vermiş.

6. Yeni aldığım bilgisayar çalışmıyor diye Dell firmasını arayan kadın sürekli "Ayak pedalına basıyorum basıyorum makinadan hiç ses gelmiyor" demiş. Ayak pedalı dediğinin fare oldugu ortaya çıkmış.

7. Novell Netware'in ünlü hikayesi: NetWare: Buyrun SysOp. Adam: Bilgisayarın kahve taşıyıcıs kırıldı. Garanti kapsamındayım, ne yapmam lazım? Netware: Kahve taşıyıcı mı? Adam: Evet bilgisayarın önündeki! Netware: Pardon anlamakta güçlük şekiyorum. Bu kahve taşıyıcıyı nereden aldınız. Promosyon falan mı? Üzerinde bir marka var mı? Adam: Bilgisayarla birlikte geldi. Promosyon olup olmadığını bilmiyorum. Üzerinde 4X yazıyor.

8. Bir IBM müşterisi:" İlk disketi sürdüm. İkincisini sürerken çok zorlandım. Üçüncüsü asla içeri girmiyor."


Türk İnsanının özellikleri-l

Türk İnsanının özellikleri-l

İnsanın ilişki içinde olduğu insanları tanıması ve onların kişilik özelliklerini bilmesi, kişiler arası ilişkilerde daha başarılı olmasını sağlayacak önemli bir etmendir. Bu durum insanlarla ilişki kurmayı gerektiren bir meslek olması nedeniyle, hekimler için daha da önemlidir. Evde, sokakta, işte, aynada her gün karşı karşıya olduğumuz Türk insanını tanımak; hekime diğer insanlarla, hastalarıyla, hekim-dışı sağlık çalışanlarıyla, meslektaşlarıyla, astları ve üstleriyle ilişkilerinde daha olumlu sonuçlar almasına yardımcı olacaktır.

Türk insanında genel olarak görülen özelliklere bakıldığında, zaman zaman karşıt özelliklerin (aynı kişide bile) bir arada olduğu görülmektedir.
Örneğin Türk insanı hem tembel, hem çalışkandır; hem bencildir, hem içinde yaşadığı toplum için canını bile verebilir; hem otoriteye saygılıdır, hem isyankardır; hem kuralların uygulanması gerektiğine inanır, hem en başta kendisi sık sık kuralları çiğner; hem her şeyin milli olanının daha değerli olduğunu düşünür, hem yabancı olan her şeye hayrandır.
Türk insanının değişen dünya ve ülke koşulları içinde kendi kimliğini bulma arayışından kaynaklanan bu durum, her ne kadar bir karmaşa gibi görünüyor olsa da daha olumluya gidişe neden olabileceği unutulmamalıdır. Bu görünüm ergenlik çağındaki bir gencin ruhsal durumuna benzemektedir, daha sonraki yıllarda daha olgun bir yapının oluşması mümkündür.
Türk insanı, inandığının yanlış olabileceğini düşünmeye/dinlemeye tahammül edemez. Kendisinin en iyisini, en doğrusunu bildiğine inanır. Bilgi sahibi olmadığı bir çok konuda görüş sahibidir. Fırsat verilse her şeyi en iyi biçimde yapabileceğini (teknik direktörlükten, parti başkanlığından, başbakanlığa) düşünür. Çoğu zaman başkalarının kandırılmış olduğuna, yanlış yolda olduklarına, doğruyu göstermek mümkün olsa doğru yolu bulacaklarına ve kendisi gibi düşüneceklerine inanır. Başkalarının da kendilerine göre doğrularının olabileceğini anlayamaz. Ortak noktaları bulmaya ve birlikte yaşamanın yollarını bulmaya çalışmaz. Acımasız biçimde ve karşıdakine yok etmecesine rekabet eder. Geliştirici rekabet, yarışma, tartışma ve müzakere etme kültürü gelişmemiştir. Anlaşma ve uzlaşma, taviz, yenilgi ya da teslimiyet olarak algılanır.

Türk insanı rahatına ve keyfine düşkündür. Daha 40’lı yaşlarda iken emekli olmanın yollarını bulmaya çalışır. İşe gitmemenin, işi kaytarmanın yolları yaratılır. Mesai saati başlamış olmasına karşın hastalar poliklinikte beklerken uzun sohbetli kahvaltılar yapılır, her fırsatta çay arası verilir, öğle yemeği sonrası kahve keyfi unutulmaz, mesai saati bitmeden ayrılmanın yolları bulunur.
Türk
insanı hem kendisinin hem toplumun yaşadığı sorunları, onları aşabilmek için neler yapılması gerektiğini bilir; fakat kendi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmez ve başkalarının yapmasını bekler. Kurtarıcı bekleme eğilimindedir. Yaşadığı sorunları, isteklerini açıkça talep etmez; haklarına sahip çıkmaz, üzerine ölü toprağı serpilmiş gibidir. Ancak kahve köşelerinde ve arkadaş gruplarında söylenir ve dertleşir.

Türk insanı bahane ve mazeret bulma konusunda ustadır. Hiçbir zaman kendi sorumluluğunu kabul etmez; yanlış olan bir şeyde payı varsa, mutlaka kendince bir nedeni vardır. Sürekli yakınacak bir şeyler bulur fakat bunlarda bir sorumluluğu olmadığını düşünür. Birilerinin gelip her şeyi düzeltmesini bekler.
Türk
insanı yumurta kapıya gelmeden harekete geçmez. Her şeyi erteleme eğilimi içindedir. Yarının işini bugünden yapmaz. Geleceği kurmaktansa, günü kurtarma eğilimindedir; kısa vadeli düşünür. Diğer yandan zorda kalınca harikalar yaratabildiğini gördüğünde buna kendisi bile inanamaz. Karşılaştığı sorunlara pratik ama geçici (Türk usulü) çözüm bulmada ustadır. Değişen ortam ve koşullara (hele çıkarı varsa) adaptasyon gücü yüksektir.

Türk insanı kadercidir. “Böyle gelmiş böyle gider” diye düşünür. Amaçsız, beklentisiz yaşam sürdürür, kendini hayat nehrinin akışına bırakır. Emek ve çaba harcamadan köşe dönmenin hayallerini kurar. Piyangonun büyük ikramiyesinin kendisine çıkacağına (aslında bir şekilde bunu hak ettiğine) inanır. Kendini Allah’ın sevgili kulu, iyi bir insan olarak gördüğü için bunu doğal olarak hak ettiğini ya da çektiği çilenin karşılığı olduğunu düşünür.

Kuşkusuz burada tanımlanan ve daha sonraki yazılarda tanımlanacak olan kişilik özelliklerini genelleştirerek Türkiye’de yaşayan herkesi kapsadığını iddia etmek mümkün değildir; fakat yine de her toplumun kendine özgü özellikleri olduğu bilinen bir durumdur. Bu yazıda her hangi bir araştırmaya dayanmayan fakat kişisel deneyimlerden ve edinilen bilgilerden yola çıkılarak bazı özellikler verilmiştir. Bunlara her zaman bazı eklemelerin yapılabileceği ve eleştiriye açık olduğu akılda tutulmalıdır. Diğer yandan burada yazılanlar, olumsuz bir eleştiri getirme amacı taşımamaktadır; bu özelliklerin iyi ya da kötü olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Bu yazıda amaçlanan olanı görmeye, olanı olduğu gibi kabul ederek değişim ve gelişim için kullanmaya katkıda bulunmaktır.

Prof. Dr. Erol ÖZMEN
www.medimagazin.com.tr/kose-yazisi_50719.html - 63k -


25 Kasım 2007 Pazar

ÇÜRÜMENİN KİTABI...

Cioran - Yozlaştırıcı
ÇÜRÜMENİN KİTABI...
"nerede tükettin ömrünü?bir hareketin hatırası,bir tutkunun işareti,bir maceranın parıltısı,güzel ve firari bir cinnet_geçmiinde bunların hiçbiri yok;hiçbir sayıklama senin adını taşımıyor,seni hiçbir zaaf onurlandırmıyor.iz bırakmadan kayıp gittin;senin rüyan neydi peki?

_"şüpheyi yeryüzünün derinliklerine kadar ekmek isterdim;onun maddeye nüfus etmesini sağlamak,zihnin hiç girmediği yerde onun hükümdarlığını kurmak ve varlıkların iliğine ulaşmadan önce detaşların huzurunu sarsmak,oraya güvensizliği ve yürek kusurları sokmak.
-mimar olsam.yıkım'a bir tapınak inşa ederdim;
-vaiz olsam,duanın gülünçlüğünü açığa vururdum;
-kral olsam,başkaldırının amblemini dikerdim.
insanlar gizliden gizliye birbirlerinden tiksinmeye heves ettiklerine göre ,her tarafta kendine sadakatsizliği tahrik ederdim,masumiyeti hayrete düşürürdüm.kendine ihanet edenleri çoğaltırdım,kesinliklerin çürüme yerinde çoğunluğun kokuşup gitmesine engel olurdum..."

Çok zaman önceydi.

Çok zaman önceydi.
O kadar zaman önceydi ki zaman diye bir şey yoktu.
insanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı.
Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı.
Derken zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan.
Bir parçasına dün dedi,
diğer parcasına bugün, öteki parçasına da yarın.
Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu.
Dünü düsünüp pişman oldu,
yarını düşünüp telaşlandı; ama işin ilginç taraf tüm telaş ve
pişmanlıkları güneş doğup batıncaya kadar yaşadı.
Farkında olmadan rezil etti bu gününü.
Oysa yarın, bugüne dün diyor, dünde bu gün için yarın diyordu.
Bir türlü beceremedi. Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne
yapıştı.
Bu günü eline yüzüne bulaştırdı… Mutsuz oldu insan.
Ve ne gariptir ki yarının telaşı da, dünün pişmanlığını da hep
bugün yaşadı;
ama bugünü hiç yaşayamadı.
Ne yarın ne de dün!
Can DündaR

24 Kasım 2007 Cumartesi

OLGUNLUK...

20 li yaşlara kadar iyilikle kötülüğün ülkesi, kalın sınır çizgileriyle ayrılıyor birbirinden.. Sıkı dostları ve düşmanları oluyor insanin. Onları ölesiye seviyor ya da ölesiye nefret ediyor onlardan.

30 larında yalanı hakikatten ayırt etmeye başlıyor. Iyi sandıklarının hiyanetiyle tanışıyor, sırtında dost işi hançer darbeleriyle;ve en kötü zannettiği, sefkatle imdadına yetisiveriyor..

Zaman kanatlanıp da 40 ına yaklaştığında insan, iyiyi kötüden ayıran hudut çizgilerini birbirine karıştırıyor. Iyilere nakşolmus kötüyü ve kötülerin içindeki iyiliği de keşfediyor ademoğlu.. Anlıyor ki, iyi insan/kötü insan yok; insanin içinde iyilik ve kötülük var.... Kötüyle iyi panzehiri değil birbirinin; kankardeşi. Iyilerle kötüler çekistirmiyor ipi.. Iyilik ve kötülükten örülmüş ibrişimin kendisi. Bunu anlayınca şaşmıyorsun nefretin birden şehvete dönüşmesine; acı girdaplarının içinde hazzın raksetmesine.. Tevazuyla gurur, haysiyetsizlikle onur el ele yürüyor. İnsan, şuuraltındaki isyankarla sahtekarı, günahkarla tövbekarı birarada farkediyor: Benim, hükmeden ve boyun eğen; zulmeden ve acı çeken. Bunca şiddet kadar onca merhamet de benim eserim..

Minneti nefrete, korkuyu cesarete, zaferi hezimete bulayan benim. Kundak bezime
tıpatıp benziyor kefenim.. Hayatım muhteşem ve sefil, mağrur ve rezil, hayasız ve asil.. Ben, hem örs hem çekicim. İşte bu keşif kolaylaştırıyor yaşamı.. Anlıyorsun ki toplumlar gibi insanlar da kanlı iç savaşlarına borçlu, ilerlemesini...

O zaman , iyileri kötülerden ayırmak gibi nafile bir uğrası bırakıp-başta kendin olmak üzere- insanların içindeki iyiliğin peşine düşüyorsun; kıymet bilmeyi ve -yine basta kendin olmak üzere- herkesi hoş görmeyi öğreniyorsun..

Tükendikçe pahalanıyor zaman; günler azaldıkça uzuyor. Saçların gibi, seyreldikçe değerleniyor dostların.. Günahları ve zaaflarıyla da övünüyor insanlar; sevapları ve zaferleri kadar...

Önemli değil kaç kez yenildiğin, önemli olan; kaç yenilgide sonra yeniden doğrulabildiğin...
Bu paramparça ruhlardan, çelişik duygulardan, çatısmanın açtığı yaralardan mucizevi bir ahenk çıkıyor ortaya....

Ki olgunluk diyorlar adına.....

Can Dündar

22 Kasım 2007 Perşembe

Ögrenmenin de maliyeti vardir...

Ögrenmenin de maliyeti vardir
Önceden ögrenenler indirimli fiyattan ögrenir;
Otoriteden ögrenenler özgürlük bedeliyle ögrenir;
Deneyerek öğrenenler etiket fiyatindan ögrenir;
Hayattan öğrenenler gecikme zammiyla ögrenir;
Hayattan da öğrenemeyenler boşa gitmiş hayatlariyla ögrenirler.

Arthur Miller

21 Kasım 2007 Çarşamba

EĞİTİM ÜZERİNE SÖYLEMLERİ

ALBERT EİNSTEİN' İN EĞİTİM ÜZERİNE SÖYLEMLERİ
Geçtiğimiz yüzyılda bilim alanında ismini en fazla duyuran dahilerden Albert Einstein in bir çok alandaki başarılı çalışmalarını çoğumuz biliriz. Onun çok iyi bir kuramcı, matematikçi ve fizikçi olmasının yanında, eğitim ile ilgili söylemleri yıllardan beri, beni hep düşündürmüştür. Çeyrek asırı geçen eğitmenlik mesleğim boyunca, eğitimimizde aksayan yanların neler olduklarına her değinildiğinde A.Einstein' in eğitimle ilgili söylediği şu sözler hep aklıma gelir. Zaman içerisinde uygulamaya çalıştığım, kimi kez başarılı, kimi kez de başarısız olduğum ilkelerimde bilinçli yada bilinçsiz olarak bu söylemlerden oldukça fazla etkilendiğimi anladım çoğu kez. Genellikle eğitim yılı başlarında öğrencilerimle paylaştığım A. Einstein' in bu düşüncelerini bu kez de sizlerle paylaşmayı yeğledim. Özellikle genç arkadaşlarımın hele hele her konumda ki eğitmen dostlarımın bu sözlerde bulabilecekleri çok şeyin olduğuna inanıyorum.
��Çoğu öğretmen bir öğrencinin ne bilmediğini bulmak için tasarlanmış sorularla zaman harcamaktadır. Oysa ki gerçek soru sorma sanatı, öğrencinin ne bildiğini ya da ne bilecek yetenekte olduğunu bulmayı amaçlar (Moszkowski, Conservation with Einstein, 1920)
��Bilgisiz ve bencil öğretmenler tarafından utandırılma ve zihinsel baskı genç beyinde asla giderilemez ve çoğunlukla ileriki hayatına zarar verecek hasarlar yapar
(Almanak van Leidsche Studentencorps' da aktarıldı, 1934)
�� Bence okul için en kötü şey, korku ve sahte otorite yöntemleriyle çalışmasıdır. Bu tür uygulamalar öğrencinin iyi hislerini, samimiyetini ve kendine güvenini yok eder. Bu, itaatkar insan üretir (Albany' deki bir demecinden alınmıştır. 15 Ekim 1936 )
��Eğitin amacı, bağımsız olarak hareket eden ve düşünen, buna rağmen en yüksek hayat başarılarını topluma hizmette gören bireyler yetiştirmek olmalıdır
(Albany' deki bir demecinden alınmıştır. 15 Ekim 1936 )
��Okulun amacı, genç insanın her zaman orayı bir uzman olarak değil düzgün bir kişilik olarak terketmesi olmalıdır (Albany deki bir demecinden alınmıştır. 15 Ekim 1936 )
��Aksi taktirde - uzmanlaşmış bir bilgiyle düzgün yetişmiş insandan çok, iyi yetişmiş bir köpeğe benzer (New York Times, 5 Ekim 1952 )
��Bir insan için olguları öğrenmek o kadar önemli değildir. Bunun için bir yüksek okula gerçekten gereksinimi yoktur. Bunları kitaplardan öğrenebilir. Bir yüksek bilimler okulundaki eğitimin değeri bir çok gerçeği öğrenmek değil, kitaplardan öğrenilemeyecek bir şeyi düşünmek için aklı eğitmektir (Bir yüksek öğretim kurumuyla ilgili demecinden. 1921 )


Dostoyevski (Budala Sayfa 85-86)
Neden korkuyorlardı, bilmiyordum. Çocuğa her şey açık açık anlatılmalı bence...Büyüklerin küçükleri, bütün ana-babaların kendi öz çocuklarını ne kadar az tanıdıklarını düşünür de çok şaşarım. Küçük olduklarını, daha öğrenmelerine vakit bulunduğunu ileri sürerek onlardan pek çok şeyi gizlemek... İşte insanı üzen, yanlış bir düşünce tarzı! Oysa çocuklar birçok şeyi yalnız anlamakla kalmazlar, babalarının onları daha pek küçük, her şeye aklı ermez saydıklarını da bilirler. Büyüklerin öyle çapraşık sorunları olur ki, ufacık bir çocuk buna kolay bir çözüm yolu buluverir. Ama bunu kimse görmez. Tanrım! Minicik, güzel bir kuş gözlerinizin içine güvenle bakarak sizi sevinçle dinlerken siz onu aldatabilir misiniz? Kuşları çok sevdiğim için çocukları onlara benzetirim.

Dostoyevski
Budala Sayfa 85-86

19 Kasım 2007 Pazartesi

İNSAN KENDİSİNİN SÜRGÜNÜDÜR…


İNSAN KENDİSİNİN SÜRGÜNÜDÜR. İnsan zamanla bulunduğu ortamda veya yaşamın bazı kesitlerinden kaçışları olmalı,bu kaçışları beynindeki sürgünlerine yeni bir yol almaktır.
Yeni sürgünlere hazırlanırken benliğin, sanki hep hazır bekliyordur götüreceklerinielbiselerin, ayakkabıların, gömleklerin, ayrılıkların, fotoğrafların ve bir tek şey seni alıkoymaktadır, anılarda olsa da yeni düş kırıklıkları,
acıları tekrar baştan yaşayabilme korkuları, karamsarlıkların; geceler boyu uykusuzluğunu
yaşamak korkuturAma gitmen gereklidir buralardan daha fazla durman senin yüreğinden, beyninden, her geçen gün yeni bir parçalanmalar yaratmaktadır. Başkada seçenek bulamazsın sürgünden diğer sürgünlere yol almaktan
Ah! o yüreğinki ne acılar
yaşamıştır,içinde boğduğun.o yüreğinki ne hatalar yapmıştır,bir daha yapmayacağım diye .ne vefasızlıklar görmüştür,buda öylemiydi dedirten.ne üzüntülerdir günler boyu kederi dinmeyen,içindeki küfürlerin…o yüreğinki ne ayrılıkları nedensiz yaşamıştır..bir tek aşkım diyebileceğin aşklar yaşamamışsındır. Yaşasan da beynindeki sürgünler izin vermemiştir ötesini yaşamaya.
rgındır yaşam sana, sen yaşama
Ve seni böylesine yeni bir sürgüne itenleri kimse yine anlamayacaktır.
Dostun yoktur, dostluklar zedelenmiş artık… arkadaşlık, sırdaşlık, yoldaşlık mazideki fotoğraflardadır. Hayallerin, umutların hep 80 öncesinde kaldı. Nostalji sevdalar, nostalji
baharlar, şarkılar, içerken ağlamak bile nostaljik oldu şimdi ki zamanda
Gerçi sende o
llarda kalan benliğini silemediğinden, değerleri yok sayamadığından sürgünlerini hala yaşıyorsun besbelli ama! kabüllenmelisinki şimdikiler duyarsız, umursamaz küçük dünyalarında yalanlarıyla yaşamayı seviyorlar.
Eskiden halk evleri vardı, bilimden,
felsefeden, dünyadan, haberin olsun diye ve parasızdı bilgi edinmenin bedeli. Şimdi ise dersaneler var tek tip asosyal insanlar için.
ralar oluşurdu gazete bayilerinde ilk
haberi ben okuyayım, okunmak içindi gazeteler, şimdi öylemi?.. yalan haberlerini satabilmek içinralanıyorlar insanların peşlerine.
Eskiden aydın olmanın ırlığı vardı,
her şeyi göze alırdı, hapisleri, vurulmayı, kalmayı… Şimdi ise aydın olmak parayladeğer görülmeye başlandı.
Eskiden sevdalar yaşanırdı günlerce, aylarca, yıllarca ve sevdalanmak bu derece ayaklar altına alınıp, ertesi gün unutulamazdı. Şimdi ise sevdalar saniyelerle yaşanmaya
başlandı.
Eskiden öğretmenler; yerden yazılı bir şey bulursan oku derdi, şimdi ise yerden
çocuklar ekmek, petşise, çöp topluyorlar.
Eskiden mahalle çeşmelerimiz vardı suları her
zaman soğuk, ağzımızı dayayıp içerdik de, komşular bakır tas veripzarlardı, ağzınızı dayamayın diye, şimdi ise; içtiğimiz sulara kanalizasyon karıştı, parayla içiyoruz petlenmiş suları.
Eskiden kâğıt helvalarımız vardı, okul önlerinde satılan iştahla yediğimiz. Şimdi ise;
patlamış mısırımız; popcorn, köfte ekmeğimiz; hamburger adında, lahmacunumuz; pizza oldu paketlenerek.her şeyimiz bir pakete yerleştirildi,ruhumuz,benliğimiz,kişiliğimiz paketler halinde maskelendi ve maskelerimizde yalnızlığı yaşıyoruz tek başına ve korkuyoruz maskemizi çıkarmaktan.Belki çıkarsak yaşamla tekrar barışsak,özeleştirilerimizi yapsak
kendimizle daha rahat edeceğiz kol kola yaşamla yaşamaktan.Oysa ki tüketerek yaşıyoruz,yaşamı.
İşin kötüsü; tek başına tüketiyoruz.paylaşmayı, paylaşamıyoruz.
Belki de sindiremediğin bunlar değil mi?
Oysaki senin zayıf dediğin y
üreğin cesur, yapamam dediklerin en yaptıkların. Gidemem dediklerin gittiğin yerler olup, dayanamam dediklerinse, en direnç gösterdiklerin değil mi?.. Ve aynı acılara gebe olsa da yeni bir sürgüne hazırdır yüreğin dirençlerinle.
Öyle değil mi ki?..
insan kendisi hazırlar kendi sürgünlerini.
Çıkışın; yalnızlığındadır sürgünlerden kurtulmanın…
Mehmet ozan

18 Kasım 2007 Pazar

BÜTÜN SERVETİN SENSİN...


Gürültü-patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun.
Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma, içten ol.
Telaşsız kısa açık ve seçik konuş.
Başkalarına da kulak ver; aptal ve cahil olduklarında bile dinle onları;
çünkü dünyada herkesin bir öyküsü vardır.
Yalnız planların değil başarılarının da tadını çıkar. İşin ne kadar küçük olursa olsun onunla ilgilen. Hayattaki dayanağın odur.
Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. insanları yargılarsan onları sevmeye zaman kalmaz.
Ve unutma ki: insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri sonsuz uzunluktaki bir kumsalda tek bir kum taneciğinden fazla değildir.
Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et, ilkin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür. Yılların geçmesine öfkelenme, gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme. Rüzgarın yönünü değiştiremediğin zaman yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getirmediğinle ilgilenir. Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki evreni yargılamak imkansızdır. Bu yüzden kavgalarını sürdürürken bile kendinle barış içinde ol. Hatırlamazsın doğduğun zamanları, sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür geçir ki herkes ağlasın sen öldüğünde. Mutlulukla gülümse sabırlı, sevecen, erdemli ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalış ki bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya insan oğlunun biricik güzel mekanıdır...
XSENTUS İÖ 9YY

7 Kasım 2007 Çarşamba

İYİ BİR EŞ NASIL OLMALI...



İYİ BİR EŞ NASIL OLMALI...

İyi eş, diğerini çantada keklik görmez. Başkalarıyla birlikteyken kendine özenen ama eşiyle baş başayken yeterince özenmeyen eş, diğerini çantada keklik görmeye başlamış demektir. Diğerine karşı (bakımına, görünüşüne, duruşuna) özen göstermemek, diğerini etkilemeye ve ara sıra -yani sık sık- yeniden elde etmeye çalışmamak, ilişkinin zeminini dinamitlemekle birdir. İlişki, sürekli yenilik ve tazelikle beslenmesi gereken canl
ı bir varlıktır. Onu kendi haline veya diğerinin insafına bırakmak güçsüz düşüp ölmesini seyretmekle birdir.
İyi eş, ilişkisini hayatın diğer parçalarından önde tutar. Herkesin işi, gücü, kariyeri, evi, anası, babası, tamir edilecek eşyası, ödenecek faturası var. Bunlar kimseyi ayrıcalıklı kılmaz. Hayat memat meselelerini ilişkisine dayanarak ya da sürekli sırasını kaydırarak halletmeye çalışan eş, ilişkiyi öldürür.
İyi eş, hayat meselelerinden ilişkisini beslemeye çalışan ve ilişkisinden kuvvet alan eştir.

İyi eş, diğerinin ihtiyaçlarını anlamaya ve karşılamaya isteklidir. Kediler, çiçekler ve çocuklar ihtiyaçlarını önceden ifade edemezler. İfade edebildiklerinde iş işten çoktan geçmiş olur. Bu yüzden varl
ıkların ihtiyaçları önceden sezilmeli ve zamanında ilgilenilmelidir. Yoksa ölürler.
İyi eş; ilgi, özen, şefkat ihtiyaçlarını önceden sezmeye istekli ve bunların söylenmesine mahal bırakmadan karşılamaya hevesli eştir.

İyi eş, ne zaman hareket etmek, ne zaman durmak gerektiğini bilir. Bazen hayatta ve ilişkide, bize bırakılsa asla öyle yapmayacağımız işleri yapmakla, bazen de bizim için yapılmasında hiç de sakınca olmayan ama tecrübe repertuvarımızda olmayan durumlarla karşı karşıya kalırız. Esneklik gösterip yeni koşullara uyum sağlamayla, olduğu gibi durup etrafı kendine göre şekillendirme arasındaki çizgiyi koruyabilen eş, iyi eştir.

İyi eş, kendine değer verir. Yokluktan aşk, kendi eksiğini diğerinin
"tamlığından" doğru tamamlamaya çalışmak demektir. Varlıktan aşk ise zaten "olmuş" bir benliği diğeriyle birlikte daha da zenginleştirmektir. Kendilik değerini, diğeri üzerinden tamamlamaya çalışan eş nihayetinde hayal kırıklığına uğrayacaktır. İlişkideki kişilerin birbirini geliştirip büyütmesi ne kadar zenginleştiriciyse, birinin diğeri üzerinden tamamlanması o kadar fakirleştiricidir. Yokluktan âşık olandan, iyi eş çıkmaz.İyi eş, zihnindeki bir ideali değil, olduğu haliyle diğerini sever. Kusursuz aşık arayan, aşksız kalacaktır. Bir süre idare etse bile her türlü idealleştirme günün birinde hayal kırıklığı olarak elinize dönecektir. Gerçek insan kusurlu, mantıksız ve fevridir. Aklıyla değil, duygularıyla karar verir. İnatçıdır ve sözünden dönmeyi beceremeyecek kadar boş gururludur. Tıpkı sizin ve benim gibi.
İyi eş, değiştiremeyeceği şeyleri sevmeyi (ya da vazgeçmeyi) bilir. Pek çok öğretiye göre en büyük bilgelik, insanın neyi değiştirip neyi değiştiremeyeceğini bilmesidir. Eğer eşinizin boyundan, bazı huyundan, bir kısım alışkanlığından pek de memnun değilseniz, ya bunlarla beraber olmayı öğreneceksiniz ya da bu ilişkiyi sürdürmeyeceksiniz. Buradaki öğrenme, kesinlikle tahammül etmeyle karıştırılmamalı. Tahammül, er ya da geç patlayacak bir bombadır. Eğer farklı bir şeyi sevebilme beceriniz varsa, bu becerinizden bu "değişmeyecek" özellikleri sevmeyi öğrenmekte yararların. Yok eğer bunlara taham
mül etmekte olduğunuzu hissederseniz, derhal yolunuzu değiştirin. Ne dikene dokunun, ne gülü incitin. İyi eş, diğerine açıktır. Nasıl ki diğeri "ideal" değil "gerçek" bir insansa, ilişkideki kişi olarak biz de ideal değiliz. Hedef bu olabilir. Çıtayı düşürmek gerekmez. Ama çıtanın bulunduğu yerle olduğumuz yer arasındaki mesafeyi iyi tayin etmek ve bunu açıkça ortaya koymak ilişkinin sürmesi için olmazsa olmaz koşuldur. Yoksa hayatımız "-mış gibi" oyunuyla geçer. Bu da çok enerji ve çok tahammül gerektirir. Yani er ya da geç patlar. Açıklık, pek çok stres kaynağının ve iletişim kopukluğunun kökünü kurutan sağlam bir ilaçtır. İyi eş, zamanı iyi geçirmek için uğraşır ve kötü zamanlara birlikte direnmeyi bilir.
İyi eş, iyi vakit geçir
mek ve vakti iyi geçirmek için fırsatların ayağına gelmesini beklemez. Fırsat yaratır. Kötü zamanlar ise, iyi eş için, birlikte öğrenme, büyüme ve kuvvetlenme zamanlarıdır. Dahası, hayatı ve birbirini daha iyi tanıma ve yakınlaşma fırsatlarıdır.İyi eş, diğerinin kendisine nasıl davranmasını istiyorsa ona öyle davranır.
Almanın vermekten çok daha kolay olduğu bir dünyada diğerine denk ve eşit davranmak gerçekten ciddi çaba ister. Ama diğerinin yerine kendini koyabilmek, empati yapabilmek, önden sezebilmek; bunları isteyebilmenin, bunları elde edebilmenin -koşulu değil ama- karşılığı.

İyi eş, koş
ul sürmeyen ama karşılığın ne olduğunu bilen eştir.

Eğitimli insanların dokuz düşüncesi vardır...



Eğitimli insanların dokuz düşüncesi vardır...

1. Baktıklarında berrak görmeyi düşünürler

2. Dinlediklerinde, iyi duymayı düşünürler


3. Görünüşleri bakımından sıcak olmayı düşünürler

4. Davranışlarında saygılı olmayı düşünürler


5. Konuşmalarında doğru olmayı düşünürler


6. İşlerinde ciddi olmayı düşünürler


7. Kuşkuya düştüklerinde soruları nasıl soracaklarını düşünürler


8. Öfkelendiklerinde sorunları düşünürler


9. Kazancı gördüklerinde adaleti düşünürler...

HİÇ HAYALLERİNİZDEN SIFIR ALDINIZ MI?



HİÇ HAYALLERİNİZDEN SIFIR ALDINIZ MI?
Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışa koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı.

Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi öğretmeni...
Çocuk tüm gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.
Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi...

İki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı. "Neden "0" aldım?" diye merakla sordu öğretmenine, çocuk...
"Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal" dedi, öğretmeni..
." Paran yok. Gezgin bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız." ve ekledi:

"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."
Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.
Babası : "Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!" Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü öğretmenine...

"Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi. "Ben de hayallerimi..."