İNSAN DÜŞÜNEN VARLIKTIR.
31 Aralık 2017 Pazar
'Meyhaneye gel, kim ne riya var ne mürai...'
-
17. yüzyıl yazarı Evliya Çelebi, 'içkinin katresinin haram' olmasına rağmen devletin sadece Galata'dan 70 bin kuruş 'hamr' vergisi topladığını yazar.
Son günlerde hükümetin çıkarmaya çalıştığı bir yasa nedeniyle sıkça duyduğumuz ‘alkol’ kelimesi Arapçada bir şeyin özü, aslı anlamına gelen ‘el kuhl’ kelimesinden Batı dillerine girmiştir. Alkollü içkilerin tarihi insanlığın tarihi ile yaşıttır. Nuh’un gemisindeki insanların şarap içerek hayatta kaldıkları, şarabı da onların dünyaya yaydığı rivayet olunur. Ege havzasında yeşeren tüm eski kültürlerde şarap merkezi yere sahiptir. Budizm’de içki yasaktır. En eski tek tanrılı dinlerden olan Musevilikte sarhoş olmamak koşuluyla içki içilmesine izin vardır. Şarabı ‘İsa'nın kanı’ olarak kutsal sayan Hıristiyanlık içkiyi törenlere katmıştır. Dinler içinde içkiye karşı en katı tutumu İslamiyet takınmıştır. Nahl/67, Bakara/219, Nisa/42, Maide/90-91 numaralı ayetler ile kademeli olarak bu dünyada içkiye (hamr) karşı tavır sertleşirken, Muhammed/15’te cennet tarif edilirken “Orda su ırmakları var bozulup kokmaz, ve süt ırmakları var lezzetleri bozulmaz, ve şarap ırmakları var içenlere safi lezzet ve bal ırmakları var…” denilmesine bakılırsa, şarap öte dünyada mübahtır.
Hamr ve nebiz
Bu ayetlerde geçen ve kelime anlamı ‘örtmek’ olan ‘hamr’ terimi Malikî, Şafî ve Hanbelî tefsircilere göre üzüm, hurma, arpa ve buğdaydan elde edilen sarhoş edici içkilerin adıdır. Hanefilere göre ise ‘hamr’ yalnız, üzüm suyundan yapılan alkollü içkidir. Hurma, arpa, darı, buğday gibi diğer maddelerden yapılan alkollü içkiye ise ‘nebiz’ denir. Dolayısıyla bütün mezheplerde az veya çok alkollü içkileri içenlere, sarhoş olsun veya olmasın ceza uygulanırken, Hanefilerde nebiz faslına giren içkileri (rakı, rom gibi) içene sarhoş olmadıkça ceza uygulanmaz.
Muhtemelen gerek Kuran’da geçen terimle ilgili belirsizlik yüzünden, gerekse içki kültürünün çok köklü olmasından dolayı, bazı Emevi ve Abbasi halifeleri hurma şarabı alemlerinden geri kalmamışlardır. (Bu konuya 24 Nisan 2013 tarihli yazımda değinmiştim.)
Halifesi içen bir toplumda sıradan insanın içkiye uzak durduğunu düşünmek gerçekçi olmaz herhalde. Ancak içkinin ille de uzak durulması gereken bir şey olmadığını düşünen İslam büyükleri de vardır. Örneğin büyük İslam filozofu ve hekimi İbn-i Sina (ö.1037) bakın ne demiş: “Şarap gerçekten ruhun gıdasıdır/Onun rengi ve kokusu gülün rengini ve rayihasını bastırır/Tad bakımından baba öğüdü gibidir; acı fakat yararlıdır/Şarap içmek cahile göre batıl, bilgin yanında haktır/Aklın fetvası ile âlime helal olmuştur/ Şeriat hükümlerinde ahmak olanlar için haram sayılmıştır/Cahili şeytana, bilgeyi tanrıya yöneltir.”
İslamiyet’i 9. yüzyıl gibi oldukça geç bir tarihten itibaren ve uzun bir sürede kabul ettiklerinden ve Şamanizm, Manicilik, Zerdüştlük, Budacılık, Nasturilik gibi dinlerin etkisinde kaldıklarından Türklerin İslam yorumları açık, dışsal (zahiri) anlamlardan ziyade içsel, gizli (batıni) anlamlar üzerine yoğunlaşmıştı. Dolayısıyla İslam’ın içkiye yasak koyan ayet ve hadislerini farklı biçimde anlamaya eğilimli oldular. Nitekim Türkler hakkında önemli bilgiler veren 11. Yüzyıl yazarı Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügat’it Türk adlı eserinde ‘süçik’, ‘çağır’, ‘bor’, ‘ugut’, ‘agartgu’, ‘begni’, ‘buhsum’ gibi çeşitli şarap türlerinden bahsedilir ancak muhafazakar tarihçiler bunların ‘şerbet’ türü olduğunu iddia ederler.
Padişahlar içer miydi?
Osmanlı Devleti’nde sarayın ve halkın içkiye ilişkin tavrı konusunda da birbirinin tam zıttı görüşler olması şaşırtıcı olmamalı. Yine muhafazakarlara göre Osmanlı toplumu şeriat kurallarına göre yönetilen, en azından yöneticilerinin ‘takva sahibi’ olduğu bir toplumdu. Padişahların içmemesine kanıt olarak yaptırdıkları camileri, mescitleri sayıp döken bu çevrelere göre tersini iddia edenler ya Şii meşreplidir ya yalancıdır!
Konuya daha soğukkanlı yaklaşanlar ise padişahlar arasında içki düşmanları olduğu gibi, arada içenler, ‘sarhoş’ lakabıyla anılanlar ve önce içip sonra tövbe edenler olduğunu söylüyor. Yine bu yazarlara göre, İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerde Müslüman olsun, gayrimüslim olsun halkın önemli bir kesimi ramazan dışında, Bizans’tan miras meyhanelerde içkiyle buluşurdu.
Osmanlı döneminde saraydan bağımsız bir tarih yazıcılığı olmadığı için kelleyi koltuğa alıp da içki içen padişahları, devlet ricalini, Müslüman halkı yazanları ciddiye almamak ayıp olur doğrusu! Ama yerimiz az olduğu için, en çok merak edilen padişahlar hakkındaki iddialara göz atmakla yetineceğim.
Kaynakların içki içmediğinde ve içkiye karşı sert tedbirler aldıklarında ittifak ettiği padişahlar Osman (ö. 1324) ve oğlu Orhan (ö. 1361), Kanuni Sultan (I.) Süleyman (ö.1566), III. Murad (ö. 1595), III. Mehmed (ö. 1603), I. Ahmed (ö. 1617), IV. (Avcı) Mehmed (ö.1687) ve Osmanlı modernleşmesini başlatan III. Selim (ö.1807).
Ancak Kanuni döneminde yabancılara içkinin serbest bırakıldığını, dönemin ünlü şairi Fuzuli ile Kanuni, II. Selim ve III. Murad dönemlerinin ünlü şairi Baki’nin içinde ‘şarap’, ‘mey’, ‘meyhane’, ‘bade’, ‘saki’ gibi içki kültürüne dair terimler geçen yüzlerce şiir yazdığını ve el üstünde tutulduğunu (bugün de ‘bunlar tasavvuf felsefesinin metaforlarıdır’ açıklamasının arkasına sığınıldığını) hatırlatalım…
Yine IV. Mehmed döneminin vakanüvisti Silâhdar Fındıklık Mehmed Ağa’nın 1681 yılı olaylarını anlatırken şöyle demesine de mim koyalım: "On bir seneden beri Hamr Emaneti kaldırılmış, meyhaneler yıktırılmıştı. Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, meyhanecilerden dört yüz kese akçe rüşvet almış, meyhane açmalarına göz yummuştu.” Aynı kişi 1687’de şöyle yazmıştı: “Hazine çok sıkıntı içinde idi, içki yasağı kaldırıldı, Hamr Emaneti yeniden kuruldu, meyhanelerde tütün içmeye izin verildi ve ayrıca tütüne vergi konuldu.” (Hamr Emaneti, içkiden alınan vergilerin toplandığı maliye dairesidir.) Nitekim bu tarihten sonra devletin ekonomisi düzelince içki konusunda sert tedbirler alınmış, bozulunca içki yasağı gevşetilmiştir. Çünkü içki, tütün ve kahveden alınan Zecriye Vergisi hazinenin önemli bir gelir kalemidir.
“Dört köşesinde meyhanesi eksik”
İçki içtiği bilinen padişahlara gelince, Şeyhülislam, tarihçi ve müderris Hoca Sâdeddin Efendi’ye (ö.1599) göre kendini s¸araba veren ilk Osmanlı hükümdarı I. Bayezid'dir. I. Bayezid öyle bir içicidir ki, damadı Emir Seyyid, 1396 yılında Bursa’da yaptırdığı camide bir eksiklik görüp görmediğini soran padişaha “Bana öyle geliyor ki, bu caminin dört kös¸esine dört tane meyhane yapmak lâzım; binaya güzellik katar ve pâdis¸âhımızın, sık sık, sofra arkadas¸larıyla birlikte buraya gelmesini sagˆlar,” demiştir.
‘Osmanlı İmparatorluğu’nun Genel Tablosu’ adlı eserin yazarı Muradcan Tosunyan’ın (ö. 1807) aktardığı bir rivayete göre II. Bayezid (ö. 1512) de içkiye pek meyilliydi. Bütün ziyafetlerinde sarayının ileri gelenlerine içki ikram eder ve onları içmeye tes¸vik ederdi. Ama hükümranlıgˆının sonuna dogˆru s¸arabı terk etmiş ve öylesine tövbekâr bir hayat yas¸amıştı ki, ölümünden sonra ‘velî’ diye anılmaya başlamıştı.
Devlet adamı ve tarihçi Peçevi’ye (ö. 1650) göre ‘Osmanlı ülkesine halifeliği getirmekle’ maruf Yavuz Sultan Selim (ö. 1520), gönül erlerinden güzel sesli olanları ve güzel saz çalanları bir odaya toplar sabahlara kadar işret ederdi. II. Selim (ö.1574) ise muhtemelen içki konusunda çok mutaassıp olan babası Kanuni’ye inat öyle bir içkici olmuştu ki, sarhoş anlamına gelen ‘Mest’ lakabıyla tarihe geçmiştir. İslamcı yazar Kadir Mısıroğlu’na göre içkiye şehzadeliği zamanında dönemin önemli siyasi figürlerinden Josef Nasi tarafından alıştırılan Selim’in ölümünün hamamda içki âlemi sırasında kızları kovalarken mermerde kayarak yaralanması yüzünden olduğunu söyleyen de vardır, ölümünden kısa süre önce aşırı içki yüzünden sağlığı bozulduğu için “ayş ü işret ve saz ü sözden bil külliye el çektiğini” yazan da…
IV. Murad ve Bekri Mustafa
İlk erkek çocuğunun şerefine düzenlediği şenlik sırasında Cibali’nin büyük bir bölümünü yok eden yangından dolayı padişaha kızan halkın, tütünün en çok tüketildiği mekânlar olan kahvehanelerde padişah aleyhine konuşmalara başlamasına kızarak sadece kahve, tütün ve diğer keyif verici maddelerle birlikte içkiye karşı en sert tedbirleri alan IV. Murat (ö.1640), Halil İnalcık’a göre sıkı bir içiciydi. Muhafazakâr tarihçilere göre ise mustarip olduğu gut hastalığının verdiği acıyı hafifletmek için içmek zorunda kaldığı afyon yüzünden sendelediği için, içki içtiği sanılırdı! Ancak, ‘Ayyaşların Piri’ diye anılan Bekri Mustafa’nın onun döneminde yaşadığının sanıldığını hatırlatalım. Daha ilginci, içki içenler darağaçlarında sallandırılırken dönemin Şeyhülislamı Zekeriyazade Yahya Efendi, bir şiirinde bakın ne diyordu: "Mescitte riya pişeler etsin ko riyayı/ Meyhaneye gel kim ne riya var ne mürai..." (Mescitte ikiyüzlüleri bırak ikiyüzlülük etsinler /Sen meyhaneye gel, ne ikiyüzlülük var ne ikiyüzlü.)
IV. Murad ve IV. Mehmed gibi yasakçı padişahlar döneminde yaşayan ve tam 50 yıl boyunca Osmanlı ülkesini karış karış gezen ünlü seyyah Evliya Çelebi’nin şu satırları ise başkentteki içki kültürüne dair önemli ipuçları verir: "İstanbul'un dört çevresinde meyhaneler çoktur ama çokluk üzre Samatya kapısında, Kumkapı'da, Yeni Balıkpazarı'nda, Unkapanı'nda, Cibali kapısında, Fener kapısında, Balat kapısında ve Hasköy'de bulunur. Karadeniz Boğazı'na varınca her iskelede meyhane bulunur ama Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavutköy, Yeniköy, Tarabya, Büyükdere ve Anadolu tarafında Kuzguncuk, Çengelköy, Üsküdar ve Kadıköy'de tabaka tabaka meyhaneler vardır." Çelebi’ye göre o yıllarda şehirde 2.623 meyhane vardır ve buralarda 11.639 kişi çalışmaktadır. Çelebi, ‘içkinin katresinin haram’ olmasına rağmen devletin sadece Galata’dan 70 bin kuruş ‘hamr’ vergisi topladığını da yazar.
İçkiyi seven padişahlar arasında elbette Lale Devri’nin padişahı III. Ahmet (ö.1730) vardır ama Necdet Sakaoğlu’na göre hem dindarlığı hem de 456 kişilik haremi ile tanınan selefi I. Mahmud da halvet âlemlerinden ve içkiden uzak değildir. (Hatırlayalım, modernleşmeci III. Selim ülkedeki bütün meyhaneleri kapatacak, içki içenleri idam ettirecek kadar katı bir içki düşmanıydı.)
Modernleşmeci padişahlar
Osmanlı modernleşmesinin bir başka önemli ismi II. Mahmut (ö. 1839) ise Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya karşı savaş hazırlıkları sırasında hastalanınca hekimi Abdülhak Molla’nın tavsiyesi ile içkiyi bırakıp süt içmeyi denemiş, bunu başaramayınca şarap ve absent içerek hastalanmış, sonra da ölmüştür.
Necdet Sakaoğlu’na göre Batıcı padişahlardan Abdülmecid (ö. 1861) içki bağımlısıdır; bazı geceler körkütük sarhoş durumda mabeyinciler tarafından arabasına konulup saraya götürülmüştür. Abdülaziz (ö. 1869) dönemi, ‘mecmua-ı zürefa’ denilen kibar zevatın gittiği ‘selatin meyhaneleri’ ile meşhurdur. II. Abdülhamid'e (ö. 1918) göre, ağabeyi V. Murad'ı (ö. 1876) içkiye alıştıran, geceleri sık sık buluştuğu şair Namık Kemal'dir.
Bu faslı, Ahmet Rıza Bey’in içki içmediği söylenen V. Mehmed Reşat’la (ö.1918) ilgili bir anısı ile kapatalım: "Sırp Kralı geldiğinde, Yıldız'da verdiği ziyafette Ayan Reisi yoktu. Ben, Padişah'ın sağına oturdum. Kadehlere şarap dolduruluyordu. Saygı olarak ben içmiyordum. Padişah yavaşça, ‘Yuvarlayıver’ dedi; ben de sağlığına içtim…"
II. Abdülhamit içer miydi?
Gelelim bazıları tarafından ‘Kızıl Sultan’ diye yerin dibine batırılan, bazılarınca ‘Ulu Hakan’ diye göklere çıkarılan 33. Osmanlı padişahı ‘Halife’ unvanlı II. Abdülhamit’in (1876-1909) içkiye karşı tutumuna.
Abdülhamit’in sadrazamlarından Avlonyalı Mehmed Ferid Paşa’nın oğlu Celâleddin Velora Paşa “Az yer, içki içmez, kumar oynamaz, ibadetinde kusur göstermezdi” derken, Dahiliye Nazırı Reşit Mümtaz Paşa’nın oğlu Semih Mümtaz Bey de “Şehzadeliğinde bilhassa açıklıklarda yemek yemeyi tercih eder, bu gibi âlemlerin içkisiz eğlencelerine iltifat eylerdi,” diyerek ona destek çıkmıştı.
Buna karşılık, Abdülhamit’in şehzadeliğinde özellikle ağabeyi V. Murat’ın düzenlediği ‘âb âlemleri’ne katıldığı ve içki içtiği, içkiyle arasına mesafe koymasının, yakalandığı şiddetli zatürreeden sonra kendisini tedavi eden dönemin tanınmış doktorlarından Mavroyani Bey’in kendisini vereme yakalanabileceği korkutmasıyla olduğunu söyleyenler de var. Yine de, II. Abdülhamit’in soğuk algınlığı geçirdiği zamanlar, bu hastalığa iyi geldiğine inandığı konyak ve romu ilaç niyetine içtiği rivayet olunur. Bunda da bir gariplik yoktur, çünkü Hanefi mezhebine göre bu içkiler ‘nebiz’ faslına girmektedir.
Açıkhava meyhanesi
Ancak şu bilgiler konusunda pek şüphe yok: II. Abdülhamit cami ve mezarlıklara 100 arşından (yaklaşık 67 metre) daha yakın mesafeye meyhane açılmasına izin verilmemesi gibi, sade Müslüman vatandaşlarını tatmin etmekten başka bir önlem alma gereğini duymamıştır. Hatta, Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminin unutulmuş gazetecilerinden Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu’na göre, Abdülhamit dönemi, “etliye sütlüye karışmayan vatandaşlar için kocaman bir meyhane” idi. Kâğıthane ve Göksu’da yapılan incesazlı ‘ab âlemleri’ne, mehtap sefalarına ve fasıllara, rakılar, şaraplar, biralar, konyaklar eşlik ederdi. İçkiden uzak muhafazakâr devlet adamlarından eğlence düşkünü mirasyedilere uzanan geniş yelpazede pek çok meraklısı olan bu eğlenceleri izlemek için bazen padişahlar, sultan efendiler ya da şehzadeler de buralara gelirlerdi.
Fertek ve Mürefte rakıları
Daha ilginci, II. Abdülhamit döneminde alkollü içki üretimi devletin resmi faaliyetlerinden biri olmuştu. Bu konudaki ilk ürün 1880’lerin başında, o yıllarda Konya’ya bağlı olan Niğde’nin Fertek kasabasında üretilen Fertek Rakısı idi.
Daha sonra Abdülhamit’in tam 32 yıl boyunca başmabeyincisi olan ve arada maliye nazırlığı da yapan Sarıca Ragıp Mehmet Paşa tarafından Tekirdağ yolu üzerindeki Umurca Çiftliği’nde Osmanlı’nın ilk rakı fabrikasını kurdu. Umurca Rakısı halk arasında öylesine tutulmuştu ki, 1878’de devlet borçlarının ödenmesi için altı değişik verginin birleştirilmesinden oluştuğu için Rüsum-u Sitte (Altı Vergi) diye anılan verginin en önemli kalemini, bu rakıdan alınan vergi oluşturmuştu. Abdülhamit döneminin diğer ünlü rakıları Erdek Düzü ve Deniz Kızı (Bozcaada, Tenedos) rakılarıydı.
İsviçreli Bomonti Kardeşlerin 1885’te Şişli’de bira imalathanesi kurması, 1890’da bu imalathanenin ürettiği “halis Osmanlı birası”nın satışa sunulması, bu tesislerin 1902-1905’te modernize edilerek Bomonti Bira Fabrikası adıyla faaliyete geçmesi de Abdülhamit zamanında olmuştu.
Abdülhamit döneminde içkinin sadece meyhanelerde, birahanelerde, gazinolarda tüketildiğini düşünüyorsanız yanılırsınız. Çünkü Ayşe Fahriye Hanım’ın ilk baskısı 1883’te yapılan ve çok tutulan Ev Kadını adlı yemek kitabının 34. Bölümü “rakı içmemeyi nasihat ederek” başlıyor ama ardından “amma ille de içecekseniz Avrupa’dan ithal kötü ispirtolarla yapılan ve sağlığa çok zararlı olan rakıları içeceğinize, benim tarifim üzere evinizde rakı üretin onu için” diye devam ediyordu. Ardından basit bir imbik yapımı, iki tip rakı yapımı (mastika ve düz rakı) ayrıntılarıyla anlatılıyor ve bu düzenekle şıra ve şarap üretimi yapılabileceği de hatırlatılıyordu. Kısacası II. Abdülhamit dönemini, rakının ve biranın altın çağıydı.
Özetin özeti: Bana göre şer’i kurallarla örfi kuralların başarılı bir sentezi ile yönetilen Osmanlı İmparatorluğu’nun, toplumsal kültüründe içkinin, içkili mekânların önemli bir yeri vardı. Muhafazakâr çevrelerce, tepeden inme biçimde topluma empoze edildiği için haklı biçimde eleştirilen Cumhuriyet modernliğinin mütemmim cüzü olarak ‘adeta dayatıldığı’ iddia edilen içki kültürü de bu eski kültürün devamıydı. Ancak dayatıldığı iddiası doğru bile olsa, Kemalist rejimin başarılı olamadığı Türkiye’nin kişi başına içki tüketiminde 194 ülke arasında 147. Sırada olmasından anlaşılıyor. Yani iktidarın telaşı yersiz. Eğer bazılarının iddia ettiği gibi AKP iktidarı bu ve benzeri yasalarla, gizli ya da açık baskılarla, ‘halk sağlığı’ gibi itiraz edilemez bir gerekçenin ardına saklanarak, ‘dindar nesil yaratma’ stratejisinde yeni bir merhaleye geçiyorsa, korkarım yakında bu tür yazıların yazılması bile ‘halk sağlığı’ bahanesiyle engellenebilir....
Özet Kaynakça: Halil İnalcık Has-bağçede 'ayş u tarab:nedîmler, şâirler, mutribler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2011; M. de D’Ohsson [Muradcan Tosunyan], 18. Yüzyıl Türkiyesinde Örf ve Adetler, Çeviren: Zehran Yüksel, Tercüman 1001 Temel Eser 3, tarihsiz; Reşat Ekrem Koçu, “Osmanlı Tarihinde Yasaklar,” Tarih Dünyası Dergisi, Özel Sayı, 1950; Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu, Eski İstanbul'dan Hatıralar, Kitabevi Yayınları, 2005; Necdet Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları-36 Osmanlı Padişahı, Oğlak Yayıncılık, 2012, Rakı Ansiklopedisi, Yayın Yönetmeni: Erdir Zat, Overteam Yayınları, 2010, Vefa Zat, “Meyhaneler” maddesi, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 5, s. 434-438, Kültür Bakanlığı ile Tarih Vakfı’nın ortak yayını, 1994, Reşat Ekrem Koçu, Eski İstanbul’da Meyhaneler ve Meyhane Köçekleri, Tan Basımevi, 1947.
Hamr ve nebiz
Bu ayetlerde geçen ve kelime anlamı ‘örtmek’ olan ‘hamr’ terimi Malikî, Şafî ve Hanbelî tefsircilere göre üzüm, hurma, arpa ve buğdaydan elde edilen sarhoş edici içkilerin adıdır. Hanefilere göre ise ‘hamr’ yalnız, üzüm suyundan yapılan alkollü içkidir. Hurma, arpa, darı, buğday gibi diğer maddelerden yapılan alkollü içkiye ise ‘nebiz’ denir. Dolayısıyla bütün mezheplerde az veya çok alkollü içkileri içenlere, sarhoş olsun veya olmasın ceza uygulanırken, Hanefilerde nebiz faslına giren içkileri (rakı, rom gibi) içene sarhoş olmadıkça ceza uygulanmaz.
Muhtemelen gerek Kuran’da geçen terimle ilgili belirsizlik yüzünden, gerekse içki kültürünün çok köklü olmasından dolayı, bazı Emevi ve Abbasi halifeleri hurma şarabı alemlerinden geri kalmamışlardır. (Bu konuya 24 Nisan 2013 tarihli yazımda değinmiştim.)
Halifesi içen bir toplumda sıradan insanın içkiye uzak durduğunu düşünmek gerçekçi olmaz herhalde. Ancak içkinin ille de uzak durulması gereken bir şey olmadığını düşünen İslam büyükleri de vardır. Örneğin büyük İslam filozofu ve hekimi İbn-i Sina (ö.1037) bakın ne demiş: “Şarap gerçekten ruhun gıdasıdır/Onun rengi ve kokusu gülün rengini ve rayihasını bastırır/Tad bakımından baba öğüdü gibidir; acı fakat yararlıdır/Şarap içmek cahile göre batıl, bilgin yanında haktır/Aklın fetvası ile âlime helal olmuştur/ Şeriat hükümlerinde ahmak olanlar için haram sayılmıştır/Cahili şeytana, bilgeyi tanrıya yöneltir.”
İslamiyet’i 9. yüzyıl gibi oldukça geç bir tarihten itibaren ve uzun bir sürede kabul ettiklerinden ve Şamanizm, Manicilik, Zerdüştlük, Budacılık, Nasturilik gibi dinlerin etkisinde kaldıklarından Türklerin İslam yorumları açık, dışsal (zahiri) anlamlardan ziyade içsel, gizli (batıni) anlamlar üzerine yoğunlaşmıştı. Dolayısıyla İslam’ın içkiye yasak koyan ayet ve hadislerini farklı biçimde anlamaya eğilimli oldular. Nitekim Türkler hakkında önemli bilgiler veren 11. Yüzyıl yazarı Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügat’it Türk adlı eserinde ‘süçik’, ‘çağır’, ‘bor’, ‘ugut’, ‘agartgu’, ‘begni’, ‘buhsum’ gibi çeşitli şarap türlerinden bahsedilir ancak muhafazakar tarihçiler bunların ‘şerbet’ türü olduğunu iddia ederler.
Padişahlar içer miydi?
Osmanlı Devleti’nde sarayın ve halkın içkiye ilişkin tavrı konusunda da birbirinin tam zıttı görüşler olması şaşırtıcı olmamalı. Yine muhafazakarlara göre Osmanlı toplumu şeriat kurallarına göre yönetilen, en azından yöneticilerinin ‘takva sahibi’ olduğu bir toplumdu. Padişahların içmemesine kanıt olarak yaptırdıkları camileri, mescitleri sayıp döken bu çevrelere göre tersini iddia edenler ya Şii meşreplidir ya yalancıdır!
Konuya daha soğukkanlı yaklaşanlar ise padişahlar arasında içki düşmanları olduğu gibi, arada içenler, ‘sarhoş’ lakabıyla anılanlar ve önce içip sonra tövbe edenler olduğunu söylüyor. Yine bu yazarlara göre, İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerde Müslüman olsun, gayrimüslim olsun halkın önemli bir kesimi ramazan dışında, Bizans’tan miras meyhanelerde içkiyle buluşurdu.
Osmanlı döneminde saraydan bağımsız bir tarih yazıcılığı olmadığı için kelleyi koltuğa alıp da içki içen padişahları, devlet ricalini, Müslüman halkı yazanları ciddiye almamak ayıp olur doğrusu! Ama yerimiz az olduğu için, en çok merak edilen padişahlar hakkındaki iddialara göz atmakla yetineceğim.
Kaynakların içki içmediğinde ve içkiye karşı sert tedbirler aldıklarında ittifak ettiği padişahlar Osman (ö. 1324) ve oğlu Orhan (ö. 1361), Kanuni Sultan (I.) Süleyman (ö.1566), III. Murad (ö. 1595), III. Mehmed (ö. 1603), I. Ahmed (ö. 1617), IV. (Avcı) Mehmed (ö.1687) ve Osmanlı modernleşmesini başlatan III. Selim (ö.1807).
Ancak Kanuni döneminde yabancılara içkinin serbest bırakıldığını, dönemin ünlü şairi Fuzuli ile Kanuni, II. Selim ve III. Murad dönemlerinin ünlü şairi Baki’nin içinde ‘şarap’, ‘mey’, ‘meyhane’, ‘bade’, ‘saki’ gibi içki kültürüne dair terimler geçen yüzlerce şiir yazdığını ve el üstünde tutulduğunu (bugün de ‘bunlar tasavvuf felsefesinin metaforlarıdır’ açıklamasının arkasına sığınıldığını) hatırlatalım…
Yine IV. Mehmed döneminin vakanüvisti Silâhdar Fındıklık Mehmed Ağa’nın 1681 yılı olaylarını anlatırken şöyle demesine de mim koyalım: "On bir seneden beri Hamr Emaneti kaldırılmış, meyhaneler yıktırılmıştı. Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, meyhanecilerden dört yüz kese akçe rüşvet almış, meyhane açmalarına göz yummuştu.” Aynı kişi 1687’de şöyle yazmıştı: “Hazine çok sıkıntı içinde idi, içki yasağı kaldırıldı, Hamr Emaneti yeniden kuruldu, meyhanelerde tütün içmeye izin verildi ve ayrıca tütüne vergi konuldu.” (Hamr Emaneti, içkiden alınan vergilerin toplandığı maliye dairesidir.) Nitekim bu tarihten sonra devletin ekonomisi düzelince içki konusunda sert tedbirler alınmış, bozulunca içki yasağı gevşetilmiştir. Çünkü içki, tütün ve kahveden alınan Zecriye Vergisi hazinenin önemli bir gelir kalemidir.
“Dört köşesinde meyhanesi eksik”
İçki içtiği bilinen padişahlara gelince, Şeyhülislam, tarihçi ve müderris Hoca Sâdeddin Efendi’ye (ö.1599) göre kendini s¸araba veren ilk Osmanlı hükümdarı I. Bayezid'dir. I. Bayezid öyle bir içicidir ki, damadı Emir Seyyid, 1396 yılında Bursa’da yaptırdığı camide bir eksiklik görüp görmediğini soran padişaha “Bana öyle geliyor ki, bu caminin dört kös¸esine dört tane meyhane yapmak lâzım; binaya güzellik katar ve pâdis¸âhımızın, sık sık, sofra arkadas¸larıyla birlikte buraya gelmesini sagˆlar,” demiştir.
‘Osmanlı İmparatorluğu’nun Genel Tablosu’ adlı eserin yazarı Muradcan Tosunyan’ın (ö. 1807) aktardığı bir rivayete göre II. Bayezid (ö. 1512) de içkiye pek meyilliydi. Bütün ziyafetlerinde sarayının ileri gelenlerine içki ikram eder ve onları içmeye tes¸vik ederdi. Ama hükümranlıgˆının sonuna dogˆru s¸arabı terk etmiş ve öylesine tövbekâr bir hayat yas¸amıştı ki, ölümünden sonra ‘velî’ diye anılmaya başlamıştı.
Devlet adamı ve tarihçi Peçevi’ye (ö. 1650) göre ‘Osmanlı ülkesine halifeliği getirmekle’ maruf Yavuz Sultan Selim (ö. 1520), gönül erlerinden güzel sesli olanları ve güzel saz çalanları bir odaya toplar sabahlara kadar işret ederdi. II. Selim (ö.1574) ise muhtemelen içki konusunda çok mutaassıp olan babası Kanuni’ye inat öyle bir içkici olmuştu ki, sarhoş anlamına gelen ‘Mest’ lakabıyla tarihe geçmiştir. İslamcı yazar Kadir Mısıroğlu’na göre içkiye şehzadeliği zamanında dönemin önemli siyasi figürlerinden Josef Nasi tarafından alıştırılan Selim’in ölümünün hamamda içki âlemi sırasında kızları kovalarken mermerde kayarak yaralanması yüzünden olduğunu söyleyen de vardır, ölümünden kısa süre önce aşırı içki yüzünden sağlığı bozulduğu için “ayş ü işret ve saz ü sözden bil külliye el çektiğini” yazan da…
IV. Murad ve Bekri Mustafa
İlk erkek çocuğunun şerefine düzenlediği şenlik sırasında Cibali’nin büyük bir bölümünü yok eden yangından dolayı padişaha kızan halkın, tütünün en çok tüketildiği mekânlar olan kahvehanelerde padişah aleyhine konuşmalara başlamasına kızarak sadece kahve, tütün ve diğer keyif verici maddelerle birlikte içkiye karşı en sert tedbirleri alan IV. Murat (ö.1640), Halil İnalcık’a göre sıkı bir içiciydi. Muhafazakâr tarihçilere göre ise mustarip olduğu gut hastalığının verdiği acıyı hafifletmek için içmek zorunda kaldığı afyon yüzünden sendelediği için, içki içtiği sanılırdı! Ancak, ‘Ayyaşların Piri’ diye anılan Bekri Mustafa’nın onun döneminde yaşadığının sanıldığını hatırlatalım. Daha ilginci, içki içenler darağaçlarında sallandırılırken dönemin Şeyhülislamı Zekeriyazade Yahya Efendi, bir şiirinde bakın ne diyordu: "Mescitte riya pişeler etsin ko riyayı/ Meyhaneye gel kim ne riya var ne mürai..." (Mescitte ikiyüzlüleri bırak ikiyüzlülük etsinler /Sen meyhaneye gel, ne ikiyüzlülük var ne ikiyüzlü.)
IV. Murad ve IV. Mehmed gibi yasakçı padişahlar döneminde yaşayan ve tam 50 yıl boyunca Osmanlı ülkesini karış karış gezen ünlü seyyah Evliya Çelebi’nin şu satırları ise başkentteki içki kültürüne dair önemli ipuçları verir: "İstanbul'un dört çevresinde meyhaneler çoktur ama çokluk üzre Samatya kapısında, Kumkapı'da, Yeni Balıkpazarı'nda, Unkapanı'nda, Cibali kapısında, Fener kapısında, Balat kapısında ve Hasköy'de bulunur. Karadeniz Boğazı'na varınca her iskelede meyhane bulunur ama Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavutköy, Yeniköy, Tarabya, Büyükdere ve Anadolu tarafında Kuzguncuk, Çengelköy, Üsküdar ve Kadıköy'de tabaka tabaka meyhaneler vardır." Çelebi’ye göre o yıllarda şehirde 2.623 meyhane vardır ve buralarda 11.639 kişi çalışmaktadır. Çelebi, ‘içkinin katresinin haram’ olmasına rağmen devletin sadece Galata’dan 70 bin kuruş ‘hamr’ vergisi topladığını da yazar.
İçkiyi seven padişahlar arasında elbette Lale Devri’nin padişahı III. Ahmet (ö.1730) vardır ama Necdet Sakaoğlu’na göre hem dindarlığı hem de 456 kişilik haremi ile tanınan selefi I. Mahmud da halvet âlemlerinden ve içkiden uzak değildir. (Hatırlayalım, modernleşmeci III. Selim ülkedeki bütün meyhaneleri kapatacak, içki içenleri idam ettirecek kadar katı bir içki düşmanıydı.)
Modernleşmeci padişahlar
Osmanlı modernleşmesinin bir başka önemli ismi II. Mahmut (ö. 1839) ise Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya karşı savaş hazırlıkları sırasında hastalanınca hekimi Abdülhak Molla’nın tavsiyesi ile içkiyi bırakıp süt içmeyi denemiş, bunu başaramayınca şarap ve absent içerek hastalanmış, sonra da ölmüştür.
Necdet Sakaoğlu’na göre Batıcı padişahlardan Abdülmecid (ö. 1861) içki bağımlısıdır; bazı geceler körkütük sarhoş durumda mabeyinciler tarafından arabasına konulup saraya götürülmüştür. Abdülaziz (ö. 1869) dönemi, ‘mecmua-ı zürefa’ denilen kibar zevatın gittiği ‘selatin meyhaneleri’ ile meşhurdur. II. Abdülhamid'e (ö. 1918) göre, ağabeyi V. Murad'ı (ö. 1876) içkiye alıştıran, geceleri sık sık buluştuğu şair Namık Kemal'dir.
Bu faslı, Ahmet Rıza Bey’in içki içmediği söylenen V. Mehmed Reşat’la (ö.1918) ilgili bir anısı ile kapatalım: "Sırp Kralı geldiğinde, Yıldız'da verdiği ziyafette Ayan Reisi yoktu. Ben, Padişah'ın sağına oturdum. Kadehlere şarap dolduruluyordu. Saygı olarak ben içmiyordum. Padişah yavaşça, ‘Yuvarlayıver’ dedi; ben de sağlığına içtim…"
II. Abdülhamit içer miydi?
Gelelim bazıları tarafından ‘Kızıl Sultan’ diye yerin dibine batırılan, bazılarınca ‘Ulu Hakan’ diye göklere çıkarılan 33. Osmanlı padişahı ‘Halife’ unvanlı II. Abdülhamit’in (1876-1909) içkiye karşı tutumuna.
Abdülhamit’in sadrazamlarından Avlonyalı Mehmed Ferid Paşa’nın oğlu Celâleddin Velora Paşa “Az yer, içki içmez, kumar oynamaz, ibadetinde kusur göstermezdi” derken, Dahiliye Nazırı Reşit Mümtaz Paşa’nın oğlu Semih Mümtaz Bey de “Şehzadeliğinde bilhassa açıklıklarda yemek yemeyi tercih eder, bu gibi âlemlerin içkisiz eğlencelerine iltifat eylerdi,” diyerek ona destek çıkmıştı.
Buna karşılık, Abdülhamit’in şehzadeliğinde özellikle ağabeyi V. Murat’ın düzenlediği ‘âb âlemleri’ne katıldığı ve içki içtiği, içkiyle arasına mesafe koymasının, yakalandığı şiddetli zatürreeden sonra kendisini tedavi eden dönemin tanınmış doktorlarından Mavroyani Bey’in kendisini vereme yakalanabileceği korkutmasıyla olduğunu söyleyenler de var. Yine de, II. Abdülhamit’in soğuk algınlığı geçirdiği zamanlar, bu hastalığa iyi geldiğine inandığı konyak ve romu ilaç niyetine içtiği rivayet olunur. Bunda da bir gariplik yoktur, çünkü Hanefi mezhebine göre bu içkiler ‘nebiz’ faslına girmektedir.
Açıkhava meyhanesi
Ancak şu bilgiler konusunda pek şüphe yok: II. Abdülhamit cami ve mezarlıklara 100 arşından (yaklaşık 67 metre) daha yakın mesafeye meyhane açılmasına izin verilmemesi gibi, sade Müslüman vatandaşlarını tatmin etmekten başka bir önlem alma gereğini duymamıştır. Hatta, Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminin unutulmuş gazetecilerinden Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu’na göre, Abdülhamit dönemi, “etliye sütlüye karışmayan vatandaşlar için kocaman bir meyhane” idi. Kâğıthane ve Göksu’da yapılan incesazlı ‘ab âlemleri’ne, mehtap sefalarına ve fasıllara, rakılar, şaraplar, biralar, konyaklar eşlik ederdi. İçkiden uzak muhafazakâr devlet adamlarından eğlence düşkünü mirasyedilere uzanan geniş yelpazede pek çok meraklısı olan bu eğlenceleri izlemek için bazen padişahlar, sultan efendiler ya da şehzadeler de buralara gelirlerdi.
Fertek ve Mürefte rakıları
Daha ilginci, II. Abdülhamit döneminde alkollü içki üretimi devletin resmi faaliyetlerinden biri olmuştu. Bu konudaki ilk ürün 1880’lerin başında, o yıllarda Konya’ya bağlı olan Niğde’nin Fertek kasabasında üretilen Fertek Rakısı idi.
Daha sonra Abdülhamit’in tam 32 yıl boyunca başmabeyincisi olan ve arada maliye nazırlığı da yapan Sarıca Ragıp Mehmet Paşa tarafından Tekirdağ yolu üzerindeki Umurca Çiftliği’nde Osmanlı’nın ilk rakı fabrikasını kurdu. Umurca Rakısı halk arasında öylesine tutulmuştu ki, 1878’de devlet borçlarının ödenmesi için altı değişik verginin birleştirilmesinden oluştuğu için Rüsum-u Sitte (Altı Vergi) diye anılan verginin en önemli kalemini, bu rakıdan alınan vergi oluşturmuştu. Abdülhamit döneminin diğer ünlü rakıları Erdek Düzü ve Deniz Kızı (Bozcaada, Tenedos) rakılarıydı.
İsviçreli Bomonti Kardeşlerin 1885’te Şişli’de bira imalathanesi kurması, 1890’da bu imalathanenin ürettiği “halis Osmanlı birası”nın satışa sunulması, bu tesislerin 1902-1905’te modernize edilerek Bomonti Bira Fabrikası adıyla faaliyete geçmesi de Abdülhamit zamanında olmuştu.
Abdülhamit döneminde içkinin sadece meyhanelerde, birahanelerde, gazinolarda tüketildiğini düşünüyorsanız yanılırsınız. Çünkü Ayşe Fahriye Hanım’ın ilk baskısı 1883’te yapılan ve çok tutulan Ev Kadını adlı yemek kitabının 34. Bölümü “rakı içmemeyi nasihat ederek” başlıyor ama ardından “amma ille de içecekseniz Avrupa’dan ithal kötü ispirtolarla yapılan ve sağlığa çok zararlı olan rakıları içeceğinize, benim tarifim üzere evinizde rakı üretin onu için” diye devam ediyordu. Ardından basit bir imbik yapımı, iki tip rakı yapımı (mastika ve düz rakı) ayrıntılarıyla anlatılıyor ve bu düzenekle şıra ve şarap üretimi yapılabileceği de hatırlatılıyordu. Kısacası II. Abdülhamit dönemini, rakının ve biranın altın çağıydı.
Özetin özeti: Bana göre şer’i kurallarla örfi kuralların başarılı bir sentezi ile yönetilen Osmanlı İmparatorluğu’nun, toplumsal kültüründe içkinin, içkili mekânların önemli bir yeri vardı. Muhafazakâr çevrelerce, tepeden inme biçimde topluma empoze edildiği için haklı biçimde eleştirilen Cumhuriyet modernliğinin mütemmim cüzü olarak ‘adeta dayatıldığı’ iddia edilen içki kültürü de bu eski kültürün devamıydı. Ancak dayatıldığı iddiası doğru bile olsa, Kemalist rejimin başarılı olamadığı Türkiye’nin kişi başına içki tüketiminde 194 ülke arasında 147. Sırada olmasından anlaşılıyor. Yani iktidarın telaşı yersiz. Eğer bazılarının iddia ettiği gibi AKP iktidarı bu ve benzeri yasalarla, gizli ya da açık baskılarla, ‘halk sağlığı’ gibi itiraz edilemez bir gerekçenin ardına saklanarak, ‘dindar nesil yaratma’ stratejisinde yeni bir merhaleye geçiyorsa, korkarım yakında bu tür yazıların yazılması bile ‘halk sağlığı’ bahanesiyle engellenebilir....
Özet Kaynakça: Halil İnalcık Has-bağçede 'ayş u tarab:nedîmler, şâirler, mutribler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2011; M. de D’Ohsson [Muradcan Tosunyan], 18. Yüzyıl Türkiyesinde Örf ve Adetler, Çeviren: Zehran Yüksel, Tercüman 1001 Temel Eser 3, tarihsiz; Reşat Ekrem Koçu, “Osmanlı Tarihinde Yasaklar,” Tarih Dünyası Dergisi, Özel Sayı, 1950; Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu, Eski İstanbul'dan Hatıralar, Kitabevi Yayınları, 2005; Necdet Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları-36 Osmanlı Padişahı, Oğlak Yayıncılık, 2012, Rakı Ansiklopedisi, Yayın Yönetmeni: Erdir Zat, Overteam Yayınları, 2010, Vefa Zat, “Meyhaneler” maddesi, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 5, s. 434-438, Kültür Bakanlığı ile Tarih Vakfı’nın ortak yayını, 1994, Reşat Ekrem Koçu, Eski İstanbul’da Meyhaneler ve Meyhane Köçekleri, Tan Basımevi, 1947.
30 Aralık 2017 Cumartesi
Yeni yıl eski yılın zulümleriye geliyorsa eksik kalsın gelmesin umut değilse..
Kış günün zor koşullarını yaşamaya başladık.Derler ki "Kış olmadan yaz olmaz" ve diyen beni hiç ilgilendirmiyor arkadaş!.
Ben, Kar yağmasını sevmem,soğuk havaları sevmem.
Yüreğim üşür karlı,soğuk havalarda ellerim değil,
Sobası olmayan evler,yırtık ayakkabilar,bir tek kazakla soğuya direnen çocuklar.
Belki fantezinizdir kar topu oynamak,kestane pişirmek..Ha..bir de yeni yılın arifesindeyiz yeni yıla mutlu girmek isteriz..
Yüreğim üşür arkadaş!...Umutsuz fakirlikten..
Fakirin yeni yılı olmaz arkadaş,eski yılın yılgınlığını,ezilmişliğini, umutsuzluğunu bir sonra ki yıla taşır ve bir tek bilmediği tanrıya sığınır...
"Beni sınaman bitmedi mi diye?"
Ben kışı da-puştu da sevmem arkadaş,hele ki umutların yok olduğu bu coğrafya da yeni yılı da sevmem...
Ekmek ve ,Suyun bile kirletildiği coğrafya da "Barış" yoksa,umut yoksa,ekmek,su yoksa...
Odun,kömür yoksa,bacası tütmeyen evler varsa,çocuklar aç karnına yatıyorlarsa arkadaş...
Ben Kar topunu da sevmem,tat alamam kestanelerden,
Yeni yıl eski yılın zulümleriye geliyorsa eksik kalsın gelmesin umut değilse..
Yüreğim üşüyor...
ozan'ca
Ben, Kar yağmasını sevmem,soğuk havaları sevmem.
Yüreğim üşür karlı,soğuk havalarda ellerim değil,
Sobası olmayan evler,yırtık ayakkabilar,bir tek kazakla soğuya direnen çocuklar.
Belki fantezinizdir kar topu oynamak,kestane pişirmek..Ha..bir de yeni yılın arifesindeyiz yeni yıla mutlu girmek isteriz..
Yüreğim üşür arkadaş!...Umutsuz fakirlikten..
Fakirin yeni yılı olmaz arkadaş,eski yılın yılgınlığını,ezilmişliğini, umutsuzluğunu bir sonra ki yıla taşır ve bir tek bilmediği tanrıya sığınır...
"Beni sınaman bitmedi mi diye?"
Ben kışı da-puştu da sevmem arkadaş,hele ki umutların yok olduğu bu coğrafya da yeni yılı da sevmem...
Ekmek ve ,Suyun bile kirletildiği coğrafya da "Barış" yoksa,umut yoksa,ekmek,su yoksa...
Odun,kömür yoksa,bacası tütmeyen evler varsa,çocuklar aç karnına yatıyorlarsa arkadaş...
Ben Kar topunu da sevmem,tat alamam kestanelerden,
Yeni yıl eski yılın zulümleriye geliyorsa eksik kalsın gelmesin umut değilse..
Yüreğim üşüyor...
ozan'ca
İdeoloji nedir bilirmisiniz dostlar?..
İdeoloji nedir bilirmisiniz dostlar?..
Hiç bir çocuğun aç karnına yatağa girmemesidir,
Hiç bir ananın yokluğa ve evladının ölmesine ağlamamasıdır,
Hiç bir babanın fakirliikten,açlıktan boynunun bükülmemesidir,
Her çalışanın emeğinin karşılığını almasıdır,
İnsanların ötekileştirilmeden Eşitlenmesidir,
Ülkenin yarınsız,"BARIŞ" içinde yaşamasıdır...
ozan'ca
Hiç bir çocuğun aç karnına yatağa girmemesidir,
Hiç bir ananın yokluğa ve evladının ölmesine ağlamamasıdır,
Hiç bir babanın fakirliikten,açlıktan boynunun bükülmemesidir,
Her çalışanın emeğinin karşılığını almasıdır,
İnsanların ötekileştirilmeden Eşitlenmesidir,
Ülkenin yarınsız,"BARIŞ" içinde yaşamasıdır...
ozan'ca
20 Aralık 2017 Çarşamba
Ev Yapımı Kahlua Likör Tarifi
Ev Yapımı Kahlua Likör Tarifi
Malzemeler
500 ml 40 derece seyreltilmiş alkol ya da rom
1 ml gliserin
2 kahve fincanı espresso çekilmiş kahve
2 su bardağı esmer toz şeker
2,5 su bardağı su
1 çubuk vanilya ya da 1 tatlı kaşığı vanilya ekstraktı
Hazırlanışı:
Alkolünüze gliserini ekleyip çalkaladıktan sonra bir kenara bırakın.
Bir kaynatma tenceresine şekeri ve suyu ekleyip kaynatın kaynamaya başladıktan sonra bir miktar suyunu çekip kıvamlanması için işlemi sürdürün. Çok fazla ağdalı omasına gerek yok. Biraz koyuluk kazanması yeter. Yaklaşık yarım bardak su kaybetmeli.
Hazırlanan şurubu soğutup bir tel süzgeçten geçirdikten sonra çubuk vanilya kullanıyorsanız keskin bir bıçakla diklemesine kılıfını yararak tohumlarına sıvının ulaşmasını sağlayacak imkan yaratın. Vanilya eksraktı kullanıyorsanız bir tatlı kaşığı sıvı vanilya ekstaktını ve kahveyi şuruba katın. Üzerine gliserinlenmiş alkolünüzü döktükten sonra iyice karıştırıp şişeleyerek dinlenmeye alın.
2,5 su bardağı su
1 çubuk vanilya ya da 1 tatlı kaşığı vanilya ekstraktı
Hazırlanışı:
Alkolünüze gliserini ekleyip çalkaladıktan sonra bir kenara bırakın.
Bir kaynatma tenceresine şekeri ve suyu ekleyip kaynatın kaynamaya başladıktan sonra bir miktar suyunu çekip kıvamlanması için işlemi sürdürün. Çok fazla ağdalı omasına gerek yok. Biraz koyuluk kazanması yeter. Yaklaşık yarım bardak su kaybetmeli.
Hazırlanan şurubu soğutup bir tel süzgeçten geçirdikten sonra çubuk vanilya kullanıyorsanız keskin bir bıçakla diklemesine kılıfını yararak tohumlarına sıvının ulaşmasını sağlayacak imkan yaratın. Vanilya eksraktı kullanıyorsanız bir tatlı kaşığı sıvı vanilya ekstaktını ve kahveyi şuruba katın. Üzerine gliserinlenmiş alkolünüzü döktükten sonra iyice karıştırıp şişeleyerek dinlenmeye alın.
Depresyon çayı zerdeçal limonatası nasıl yapılır
Depresyon belirtileri nelerdir
- Üzgün hissetmek
- Yüksek endişe
- Boşlukta hissetmek
- Değersizlik ve umutsuzluk hissi
- Her zaman suçlu hissetmek
- Huzursuzluk ve kolayca sinirlilik
- Sürekli bir yorgunluk hissi
- Konsantrasyon bozukluğu
- Basit kararlar verirken yaşanan zorluklar
- Uykusuzluk ve aşırı uyku gibi uyku sorunları
- İntihar düşünceleri
- Intihara teşebbüs
Eğer bunlardan birkaçı sizde varsa Depresyon çayı zerdeçal limonatası içmenizi öneriyoruz. Çünkü bu içecek sizin zor zamanlarınızda kurtarıcınız olacak. Pek çok faydası olan zerdeçal ( Zerdeçalın diğer faydaları için tıklayın) depresyon tedavisinde de çok etkili rol alıyor. Pek çok depresyon tedavisi için ilaç var fakat yan etkileri vücuda çok fazla. Biz ise size Depresyon çayı zerdeçal limonatasını öneriyoruz ve üstelik hiçbir yan etkisi yok. Tamamen doğal tedavi yöntemi.
Depresyon çayı zerdeçal limonatası nasıl yapılır
İçindekiler:
- 4 fincan soğuk su
- 2 çorba kaşığı taze rendelenmiş veya toz haldeki zerdeçal
- 4 çorba kaşığı doğal akçaağaç şurubu ve doğal bal (tatlandırmak için)
- Bir buçuk limon veya limon dilimleri
- İsteğinize bağlı olarak aynı zamanda bir tane kan portakalı suyu da ekleyebilirsiniz.
Hazırlık:
- Tüm malzemeyi küçük bir sürahi koyun.
- Homojen bir karışım elde edilinceye kadar iyice karıştırın.
- İçeceğinizi bir dilim limonla süsleyebilirsiniz.
Bu karışımı çalışma masanıza yada evde odanıza koyun ve susadığınızda dilediğiniz kadar içebilirsiniz. Kendinizi çok iyi hissedecek ve herkese tavsiye edeceksiniz. Lütfen paylaşarak daha fazla insanın doğal yoldan stres ve depresyondan kurtulmasını sağlayın. www.diyetevi.com sitesine aittir. Aktif kaynak belirtmeden kullanılama
22 Ekim 2017 Pazar
İşte yine sonbahar geldi,
İşte yine sonbahar geldi,
hüzünler kışında sürer bu gidişle,
Ne Sabahattin Ali kaldı,
Nede Atilla İlhan,
Cemal Süreya ise,
aşkıyla göçüp gitti çoktan.
hüzünler kışında sürer bu gidişle,
Ne Sabahattin Ali kaldı,
Nede Atilla İlhan,
Cemal Süreya ise,
aşkıyla göçüp gitti çoktan.
Şiirler çok zamandır okunmaz oldu.
İşte sonbahar geldi,
hüzünler kışında sürer bu gidişle,
Ne Doğan Avcıoğlu kaldı,
Milli mücedeleyi anlatacak,
Nede Yaşar Kemal,
"Demirin tuncuna,insanın puştuna, kaldık,"
diye seslenen.
hüzünler kışında sürer bu gidişle,
Ne Doğan Avcıoğlu kaldı,
Milli mücedeleyi anlatacak,
Nede Yaşar Kemal,
"Demirin tuncuna,insanın puştuna, kaldık,"
diye seslenen.
Kitaplar da okunamaz oldu bize bir şeyler katmadığından
İşte sonbahar geldi,
hüzünler kışında sürer bu gidişle,
Ne Ruhi Su kaldı
"Sabahın Sahibi Var" diyen
Ne Neşet Ertaş,
"Cahildim dünyanın rengine kandım "
diye cahilliğimizi yüzümüze vuran
hüzünler kışında sürer bu gidişle,
Ne Ruhi Su kaldı
"Sabahın Sahibi Var" diyen
Ne Neşet Ertaş,
"Cahildim dünyanın rengine kandım "
diye cahilliğimizi yüzümüze vuran
Türküler de dinlenmiyor, ustaları dinlemeden..
ozan
ozan
18 Eylül 2017 Pazartesi
yanlış otobüs duraklarında
Valizler hep hazırdı,
Gideceğim şehirler belirsizdi.
Eksiktir hep,
Gideceğinin yeri bilemediğin gibi..
Gideceğim şehirler belirsizdi.
Eksiktir hep,
Gideceğinin yeri bilemediğin gibi..
Hep beklediğim ama,
bir türlü gelmeyen
gideceğin doğru yön otobüslerin
gelmediği gibi..
ozan
gelmediği gibi..
ozan
16 Ağustos 2017 Çarşamba
Aklımdan gökyüzünü çekiyorlar, Ben uçtum sanıyorum... ozanca
8 Ağustos 2017 Salı
Çünkü ben de anarşist ruhlu,aykırı insanım..
Mikhail Bakunin gibi anarşist, Charles Bukowski gibi aykırı adamları sever sık paylaşırım.
Çünkü ben de anarşist ruhlu,aykırı insanım..
Yalakalığı,dinleri,faşizmi ve faşistleri sevmem,dogmalara inanmam, eleştirilmeyecek hiç bir düşünce yoktur,
Çağdaş görünümlü faşistlerden, Solcuyum diyen etnik ırkçılardan,Sosyalist görünümlü statükoculardan, Demokrat görünümlü dincilerden, Oportünist,çıkarcılardan,tribüne oynayan maymunlardan hiç haz etmem..
Kimsenin sözünü kesmem saygılıyım,inanmasam da dinler sonra bildiklerimi söylerim,
Bildiklerim aksi ispatlanana kadar doğrularımdır, net ve referanslarla kanıtlanmasını isterim, okumadığım/inanmadığım ve referans gösteremeceğim hiç bir düşünce yada görüşü savunmam.
İnanmasam da insanların inançlarını yargılamam,yanlışsa örneklemeyle sunarım.
Din,dil,ırk,etnisite,cinsiyet bilmem insanları eşitlerim ve beni ilgilendirmez diye herkese elimden geldiğince yardım etmeyi severim..
Yalan söyleyene yalancı, inanmadığım insana kanıtla, puşta puşt, kahpeye kahpe demeyi severim..
Kimseyi sevmek yada sevilmek diye dert edinmem
Tanıştığım insanın önüne bir kase koyarım ve kendisi doldurur
iyi şeylerle doldurursa "dostum" olur, kötüyse yol veririm ve tanımam..
Vesselam
Ozan
21 Temmuz 2017 Cuma
dürüst insanları sevin..
Ne yalan söylerler, ne yapamayacakları sözleri verirler, ne devleti soymuşlar, ne de kimseye eyvallah etmişlerdir..
Kendi idealleri uğruna taviz ermeden,eğilmeden, bükülmeden, eyvallah etmeyen bu insanları sevin.
Ne öfkeleri, nede kavgaları sahtedir, yüreğine sığmaz.
Ne yapmacık gülerdir, ne de yapamayacağı söz verirler..
Ne küfrünü, ne sevgisini, ne öfkesini öteler..
siz,siz olun dürüst insanları sevin..
ozan
17 Temmuz 2017 Pazartesi
Damar tıkayan kolestrol değil, şeker!
2010-12-28, GIA
Ben daha önce Taş Devri Diyeti ile ilgili de yazmıştım. Bu söylenenler de, onun tamamlayıcısı niteliğinde. Zaten ünlü kalp cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez bu aralar televizyon kanallarında benzer açıklamalar yapıyor. “Sizi öldürecek olan kırmız et, yumurta değil, karbonhidrat diyor.” Yani hamur işleri ve özellikle şeker. Genel cerrah Prof. Dr. Kenan Demirkol da, aşağıdaki söyleşiyi gerçekleştirmiş. “Şekerle ilgili bilinmeyenler” demeyelim de, “şekerle ilgili bilinip de, bilinmezden gelinenler“… Ayrıca kendi sitesinde, akıllı beslenme ile ilgili söyleşisi de yer alıyor.
Gelirken bir arkadaşıma rastladım, kilolarından şikayetçidir hep. Ona “Canının istediğini ye ama çok hareket et” dedim. Yanlış mı yaptım acaba?
Sağlıklı kilo vermede spor asla yeterli olmaz. Bugün şişmanlık, kaloriye dayandırılıyor. Oysa kalori hesabı fiziksel bir özellik. Gıdaların kimyasal özellikleri de var. Siz sadece kaloriye baktığınız zaman o kimyasal özellikleri tümden yok sayıyorsunuz. Mesela bizim bugünkü konumuz da olan şeker kendi başına eklem kıkırdağını eriterek dizde kireçlenmeye yol açıyor ve o kadar yaygın ki bu hastalık! Diz protezi, kalça protezi yapılmasının başlıca nedeni şeker. Damarları tıkayan da sanılanın aksine kolesterol değil, şeker.
Sağlıklı kilo vermede spor asla yeterli olmaz. Bugün şişmanlık, kaloriye dayandırılıyor. Oysa kalori hesabı fiziksel bir özellik. Gıdaların kimyasal özellikleri de var. Siz sadece kaloriye baktığınız zaman o kimyasal özellikleri tümden yok sayıyorsunuz. Mesela bizim bugünkü konumuz da olan şeker kendi başına eklem kıkırdağını eriterek dizde kireçlenmeye yol açıyor ve o kadar yaygın ki bu hastalık! Diz protezi, kalça protezi yapılmasının başlıca nedeni şeker. Damarları tıkayan da sanılanın aksine kolesterol değil, şeker.
Yani şeker sadece kalorisi ve şişmanlatıcı etkisiyle zarar vermiyor, doğrudan kimyasal yapısıyla da tehlikeli. “Şeker yiyeyim oradan aldığım kaloriyi başka yerden kısarım” demek çok yanlış…
Kesinlikle.
Kesinlikle.
Peki ne kadar şeker kullanabiliriz?
Günde 8 kesme şeker hakkınız var. Başka hiçbir meyve ya da bal, reçel yememişseniz tabii.
Günde 8 kesme şeker hakkınız var. Başka hiçbir meyve ya da bal, reçel yememişseniz tabii.
Ben sabahları bir tatlı kaşığı bal yiyorum…
O zaman 6’ya iniyor şeker hakkınız. Bal ağırlıklı olarak fruktoz içerdiği için, yiyeceğiniz meyveyi de üçte bir oranında düşürmeniz gerekir.
O zaman 6’ya iniyor şeker hakkınız. Bal ağırlıklı olarak fruktoz içerdiği için, yiyeceğiniz meyveyi de üçte bir oranında düşürmeniz gerekir.
Peki hangisi daha zararlı? Tuz mu, şeker mi?
Kesinlikle şeker.
Kesinlikle şeker.
Tuz için de “Günde en fazla 6 gram alın” deniyor...
Tuz konusunda yeni çalışmalar var, bugüne kadar yapılan kısıtlamaların çok da doğru olmadığını gösteren… Mesela siz tuzu terle vücuttan atabiliyorsunuz ama şekeri atamıyorsunuz. Şeker direkt olarak size popo ve karın yağı olarak geri dönüyor. Oralarda depolanan yağın ise getirdiği bir sürü olumsuzluk var. Kalp hastalığı, damar sertliği gibi…
Tuz konusunda yeni çalışmalar var, bugüne kadar yapılan kısıtlamaların çok da doğru olmadığını gösteren… Mesela siz tuzu terle vücuttan atabiliyorsunuz ama şekeri atamıyorsunuz. Şeker direkt olarak size popo ve karın yağı olarak geri dönüyor. Oralarda depolanan yağın ise getirdiği bir sürü olumsuzluk var. Kalp hastalığı, damar sertliği gibi…
İyi ama bazı dönemlerde tatlı yeme ihtiyacı artıyor insanın. O zaman ne yapacağız?
Vücudun şeker talebi yoktur. Ama biz sürekli şekerle beslendiğimiz zaman, vücudumuz zararlı olduğunu bildiği için şekeri metabolize edecek olan insülini hazır bekletir. Dolayısıyla sürekli fazla şeker ya da nişastayla beslenen kişinin açlık kan insülin düzeyi yükselir. Açlık kan insülin düzeyi yükseldiği zaman kan şekeri düşer. Kan şekeri düştüğü zaman, “Eyvah kan şekeri düşüyor” sinyalini vücut size nasıl yansıtır? Mide özsuyunu salgılatarak, size açlık hissettirerek… O yüzden de siz aşerirsiniz. “Reçel kavanozu nerede?” diye aranmaya başlarsınız. Halbuki 100 yaşını aşan insanların ortak özelliği nedir diye bakıldığında açlık insülin düzeylerinin düşük olduğu görüldü.
Vücudun şeker talebi yoktur. Ama biz sürekli şekerle beslendiğimiz zaman, vücudumuz zararlı olduğunu bildiği için şekeri metabolize edecek olan insülini hazır bekletir. Dolayısıyla sürekli fazla şeker ya da nişastayla beslenen kişinin açlık kan insülin düzeyi yükselir. Açlık kan insülin düzeyi yükseldiği zaman kan şekeri düşer. Kan şekeri düştüğü zaman, “Eyvah kan şekeri düşüyor” sinyalini vücut size nasıl yansıtır? Mide özsuyunu salgılatarak, size açlık hissettirerek… O yüzden de siz aşerirsiniz. “Reçel kavanozu nerede?” diye aranmaya başlarsınız. Halbuki 100 yaşını aşan insanların ortak özelliği nedir diye bakıldığında açlık insülin düzeylerinin düşük olduğu görüldü.
Yani uzun yaşamanın temelinde şeker yememek yatıyor…
Evet. Açlık insülin düzeyini düşük tuttuğunuz oranda sağlıklı ve uzun yaşarsınız. 1700 yılından kalma İngiltere’ye ait istatistikler var elimizde. Kişi başına yıllık bildiğimiz şeker tüketimi ne kadar biliyor musunuz? 5 gram! Yani yaklaşık 1 kesme şekeri kadar. Kesme şekeri 4 gram gerçi ama… Demek ki, şeker bir ihtiyaç değil. Tam tersi, sonradan tamamen alışkanlık olarak soframıza girmiş. 1801 yılında şeker pancarından da şeker üretilmeye başlanmış ve Almanya’da ilk pancardan şeker üreten fabrika kurulmuş. Sonra bütün Avrupa’da ard arda şeker fabrikaları açılmış. 1815 yılına gelindiğinde İngiltere’de kişi başına şeker tüketimi, 115 yıllık süre içinde tam bin 200 kat artmış ve 6 kiloya çıkmış. Bugün Orta Avrupa’da yıllık kişi başına şeker tüketimi bir kişinin kendi beden ağırlığından fazla; tam 70 kilo! Ve 1815’ten günümüze kadar şeker tüketim artış eğrisiyle, kanser, kalp hastalığı, inme, diyabet ve obezite gibi kronik hastalıklarda artış eğrisi bire bir örtüşüyor.
Evet. Açlık insülin düzeyini düşük tuttuğunuz oranda sağlıklı ve uzun yaşarsınız. 1700 yılından kalma İngiltere’ye ait istatistikler var elimizde. Kişi başına yıllık bildiğimiz şeker tüketimi ne kadar biliyor musunuz? 5 gram! Yani yaklaşık 1 kesme şekeri kadar. Kesme şekeri 4 gram gerçi ama… Demek ki, şeker bir ihtiyaç değil. Tam tersi, sonradan tamamen alışkanlık olarak soframıza girmiş. 1801 yılında şeker pancarından da şeker üretilmeye başlanmış ve Almanya’da ilk pancardan şeker üreten fabrika kurulmuş. Sonra bütün Avrupa’da ard arda şeker fabrikaları açılmış. 1815 yılına gelindiğinde İngiltere’de kişi başına şeker tüketimi, 115 yıllık süre içinde tam bin 200 kat artmış ve 6 kiloya çıkmış. Bugün Orta Avrupa’da yıllık kişi başına şeker tüketimi bir kişinin kendi beden ağırlığından fazla; tam 70 kilo! Ve 1815’ten günümüze kadar şeker tüketim artış eğrisiyle, kanser, kalp hastalığı, inme, diyabet ve obezite gibi kronik hastalıklarda artış eğrisi bire bir örtüşüyor.
Merak ettim, siz şeker kullanıyor musunuz?
Hiç. 38 senedir ne çayıma ne kahveme şeker koyuyorum. Onun dışında tatlı hiç yemiyorum.
Hiç. 38 senedir ne çayıma ne kahveme şeker koyuyorum. Onun dışında tatlı hiç yemiyorum.
Ama hep denir ki şeker, yani glikoz beyin hücrelerini çalıştırır…
Doğru, çok iyi hatırlattınız. Eritrositin, omurilik ve beyin hücrelerinin enerji kaynağı glikozdur. Ama şeker yiyerek daha akıllı olmuş bir insan gördünüz mü siz? Çünkü vücut gereksinim duyduğu o glikozu yağdan da, proteinden de kendisi üretmeyi becerebiliyor. Mesela spermin enerji kaynağı fruktozdur. Peki siz hiç çok meyve yiyen müthiş bir erkek gördünüz mü? Göremezsiniz, çünkü testis hücresi spermin ihtiyaç duyduğu fruktozu kendisi üretir. Fruktoz çok dikkatli alınmalıdır. Çünkü, şeker pancarından veya şeker kamışından elde ettiğimiz şeker, yani bilimsel adıyla ‘sakaroz’ (bir yapay tatlandırıcı olan sakarinle karıştırılmamalı) iki ayrı molekülden oluşan bir birleşik moleküldür. Sakarozu biz yer yemez vücudumuzda glikoz ve fruktoza ayrışır. Glikoz kan şekerimizin de adıdır. Hemen kana karışır ve kan şekerini yükseltir. Vücudumuz şekerin zararlı olduğunu bildiği için korkudan hemen insülin salgılar.
Doğru, çok iyi hatırlattınız. Eritrositin, omurilik ve beyin hücrelerinin enerji kaynağı glikozdur. Ama şeker yiyerek daha akıllı olmuş bir insan gördünüz mü siz? Çünkü vücut gereksinim duyduğu o glikozu yağdan da, proteinden de kendisi üretmeyi becerebiliyor. Mesela spermin enerji kaynağı fruktozdur. Peki siz hiç çok meyve yiyen müthiş bir erkek gördünüz mü? Göremezsiniz, çünkü testis hücresi spermin ihtiyaç duyduğu fruktozu kendisi üretir. Fruktoz çok dikkatli alınmalıdır. Çünkü, şeker pancarından veya şeker kamışından elde ettiğimiz şeker, yani bilimsel adıyla ‘sakaroz’ (bir yapay tatlandırıcı olan sakarinle karıştırılmamalı) iki ayrı molekülden oluşan bir birleşik moleküldür. Sakarozu biz yer yemez vücudumuzda glikoz ve fruktoza ayrışır. Glikoz kan şekerimizin de adıdır. Hemen kana karışır ve kan şekerini yükseltir. Vücudumuz şekerin zararlı olduğunu bildiği için korkudan hemen insülin salgılar.
Nasıl?
Eğer çok fazla miktarda şeker yemişsek, gereğinden fazla insülin salgılanır. İnsülin o şekeri hemen alır vücudun bir enerji açığı varsa kısmen enerjiye dönüştürür. Ama insan vücudu çok tasarruflu bir biyolojik bünye. Çok az enerjiyle çok işler yapabilir. Mutlaka yediğiniz şekerde bir fazlalık olacaktır. Bu fazla şeker, insülin aracılığıyla ya kas ve karaciğerdeki şeker depolarına götürülecek, ki vücudumuzun şeker deposu 120 gram kadardır ve orası da sürekli doludur, hiç boş kalmıyoruz çünkü, ya da insülin bu şekeri alacak ve yağa dönüştürecektir. Dolayısıyla sizin yediğiniz şeker vücudun değişik bölgelerinde yağlanmalara sebep olacaktır. Ama insülin salgılanırken bir de leptin denilen tokluk hormonu salgılanır. Dolayısıyla belli bir miktar glikoz yedikten sonra vücut “Pes” diyor, “Artık yeme!” Doyuruyor sizi. Yani hiç olmazsa şekerin glikoz bölümü bir derecede tokluk yarattığı için daha fazla şeker yemenizin de önüne geçmiş oluyor. Şekerin ikinci bölümü olan fruktoz ise; insülin salgılatmadığı için tokluk hissi de yaratmaz. Dolayısıyla sınırsızca yiyebiliriz. İşte bu çok tehlikeli. Fruktozun günde 15 gram kadarı vücudumuzda değişik kimyasal süreçlerde kullanılabiliyor. Eğer bundan fazla fruktoz alınırsa karaciğerde trigliserite dönüşür. Trigliserit kan yağıdır. Hem karaciğer yağlanmasına, hem damar sertliğine, hem de vücudumuzun yağlanmasına yol açar. Amerika’da son 30-35 yıldır ortaya çıkan obezite salgını, meşrubatların, bisküvilerin, dondurmanın ya da diğer tatlıların mısır şurubuyla, yani fruktoz ağırlıklı üretilmiş olmasına bağlanıyor. Çok şükür biz de Amerikanlaştık! Çünkü bizde de mısırdan tatlandırıcı üreten 5 fabrika var. Baklava şerbeti bile artık mısır şurubundan üretiliyor… Böylece eskiden baklavayla şişmanlamamızdan daha fazla şişmanlamamız sağlanmış oldu.
Eğer çok fazla miktarda şeker yemişsek, gereğinden fazla insülin salgılanır. İnsülin o şekeri hemen alır vücudun bir enerji açığı varsa kısmen enerjiye dönüştürür. Ama insan vücudu çok tasarruflu bir biyolojik bünye. Çok az enerjiyle çok işler yapabilir. Mutlaka yediğiniz şekerde bir fazlalık olacaktır. Bu fazla şeker, insülin aracılığıyla ya kas ve karaciğerdeki şeker depolarına götürülecek, ki vücudumuzun şeker deposu 120 gram kadardır ve orası da sürekli doludur, hiç boş kalmıyoruz çünkü, ya da insülin bu şekeri alacak ve yağa dönüştürecektir. Dolayısıyla sizin yediğiniz şeker vücudun değişik bölgelerinde yağlanmalara sebep olacaktır. Ama insülin salgılanırken bir de leptin denilen tokluk hormonu salgılanır. Dolayısıyla belli bir miktar glikoz yedikten sonra vücut “Pes” diyor, “Artık yeme!” Doyuruyor sizi. Yani hiç olmazsa şekerin glikoz bölümü bir derecede tokluk yarattığı için daha fazla şeker yemenizin de önüne geçmiş oluyor. Şekerin ikinci bölümü olan fruktoz ise; insülin salgılatmadığı için tokluk hissi de yaratmaz. Dolayısıyla sınırsızca yiyebiliriz. İşte bu çok tehlikeli. Fruktozun günde 15 gram kadarı vücudumuzda değişik kimyasal süreçlerde kullanılabiliyor. Eğer bundan fazla fruktoz alınırsa karaciğerde trigliserite dönüşür. Trigliserit kan yağıdır. Hem karaciğer yağlanmasına, hem damar sertliğine, hem de vücudumuzun yağlanmasına yol açar. Amerika’da son 30-35 yıldır ortaya çıkan obezite salgını, meşrubatların, bisküvilerin, dondurmanın ya da diğer tatlıların mısır şurubuyla, yani fruktoz ağırlıklı üretilmiş olmasına bağlanıyor. Çok şükür biz de Amerikanlaştık! Çünkü bizde de mısırdan tatlandırıcı üreten 5 fabrika var. Baklava şerbeti bile artık mısır şurubundan üretiliyor… Böylece eskiden baklavayla şişmanlamamızdan daha fazla şişmanlamamız sağlanmış oldu.
Ama meyvedeki fruktoz doğal?
Doğal sözcüğüne bayılıyorum. Akrep zehiri de doğal, bir porsiyon ister misiniz? İster dondurmadan ister elmadan alın, fruktoz fruktozdur. 15 gramdan fazlası alındığında yağa dönüşür, kolesterolü oksitleyerek damar sertliğine yol açar. Ama yine de meyvenin meyve suyuna üstünlüğü var. Meyve suyunda hiç posa bulunmadığından, fruktoz tümüyle emilirken, meyvedeki posa fruktozun hiç değilse bir bölümünün emilmesini engellemektedir. Ama posa da meyveyi tümüyle masumlaştırmamaktadır. Yani siz fazla meyve yiyerek kendinize iyilik ettiğinizi düşünüyorsunuz. Ama bir avuç trigliserit elde ediyorsunuz.
Doğal sözcüğüne bayılıyorum. Akrep zehiri de doğal, bir porsiyon ister misiniz? İster dondurmadan ister elmadan alın, fruktoz fruktozdur. 15 gramdan fazlası alındığında yağa dönüşür, kolesterolü oksitleyerek damar sertliğine yol açar. Ama yine de meyvenin meyve suyuna üstünlüğü var. Meyve suyunda hiç posa bulunmadığından, fruktoz tümüyle emilirken, meyvedeki posa fruktozun hiç değilse bir bölümünün emilmesini engellemektedir. Ama posa da meyveyi tümüyle masumlaştırmamaktadır. Yani siz fazla meyve yiyerek kendinize iyilik ettiğinizi düşünüyorsunuz. Ama bir avuç trigliserit elde ediyorsunuz.
Bu trigliseritin önemi ne peki?
Kolesterol masum bir maddedir. Ve bütün hormonlarımızın hammaddesidir. Sizi kadın, beni erkek yapan kolesteroldür. Kolesterol olmazsa hormonlarımız olmaz. Nitekim sıfır beden mankenlerimizin kolesterol almadıkları için hormonları çok azalır ve adetten kesilirler. Ve maalesef tamamen sağlıklarını kaybederler. Anne sütü o yüzden kolesterolden zengindir. Doğa kendi kendine zarar vermez. Çocuğun kolesterole ihtiyacı var ki, anne sütünde de kolesterol var. Ama eğer siz kolesterolün oksitlenmesine yol açarsanız o zaman damar sertliği olur. Dolayısıyla kolesterolün kendisi zararlı değil, oksitlenmiş kolesterol zararlı. Kolesterolü oksitleyen dört madde var. Bunlardan biri de fruktoz. Dediğim gibi sihirli sınır da 15 gram fruktoz. Diyelim ki biz bir restorana gittik ve Sayın Başbakan’ın önerdiği gibi bonfilenin yanında bir bardak şarap içmedik, sağlıklı olalım dedik, o yüzden bir bardak taze sıkılmış portakal suyu içtik. Bir bardak portakal suyunda yaklaşık olarak 60 gram şeker, 30 gram fruktoz vardır. Bu miktar ise 15 gram sınırını aşıyor. Dolayısıyla yemekte bonfileden aldığımız kolesterol meyve suyundan veya meyveden aldığımız fruktozun fazlasının karaciğerde trigliserite dönüşmesi sonucu oksitlenerek damar sertliğine yol açıyor. Yani ne olur şarapta kalalım! Çünkü şarap antioksidandır. Özellikle kırmızı şarap. Beyaz şarap beyaz üzümden, kırmızı şarap kırmızı üzümden yapılır diye bir ayrım yoktur. Kırmızı şarabın önemi, üzümün kabuklarıyla birlikte ezilip mayalanmasından gelir. O yüzden beyaz şaraptan daha değerlidir. Çünkü üzümün kabuğunda antioksidan bir sürü madde vardır ve bu antioksidanlar da damar sertliğine ve kansere karşı koruyucudur.
Kolesterol masum bir maddedir. Ve bütün hormonlarımızın hammaddesidir. Sizi kadın, beni erkek yapan kolesteroldür. Kolesterol olmazsa hormonlarımız olmaz. Nitekim sıfır beden mankenlerimizin kolesterol almadıkları için hormonları çok azalır ve adetten kesilirler. Ve maalesef tamamen sağlıklarını kaybederler. Anne sütü o yüzden kolesterolden zengindir. Doğa kendi kendine zarar vermez. Çocuğun kolesterole ihtiyacı var ki, anne sütünde de kolesterol var. Ama eğer siz kolesterolün oksitlenmesine yol açarsanız o zaman damar sertliği olur. Dolayısıyla kolesterolün kendisi zararlı değil, oksitlenmiş kolesterol zararlı. Kolesterolü oksitleyen dört madde var. Bunlardan biri de fruktoz. Dediğim gibi sihirli sınır da 15 gram fruktoz. Diyelim ki biz bir restorana gittik ve Sayın Başbakan’ın önerdiği gibi bonfilenin yanında bir bardak şarap içmedik, sağlıklı olalım dedik, o yüzden bir bardak taze sıkılmış portakal suyu içtik. Bir bardak portakal suyunda yaklaşık olarak 60 gram şeker, 30 gram fruktoz vardır. Bu miktar ise 15 gram sınırını aşıyor. Dolayısıyla yemekte bonfileden aldığımız kolesterol meyve suyundan veya meyveden aldığımız fruktozun fazlasının karaciğerde trigliserite dönüşmesi sonucu oksitlenerek damar sertliğine yol açıyor. Yani ne olur şarapta kalalım! Çünkü şarap antioksidandır. Özellikle kırmızı şarap. Beyaz şarap beyaz üzümden, kırmızı şarap kırmızı üzümden yapılır diye bir ayrım yoktur. Kırmızı şarabın önemi, üzümün kabuklarıyla birlikte ezilip mayalanmasından gelir. O yüzden beyaz şaraptan daha değerlidir. Çünkü üzümün kabuğunda antioksidan bir sürü madde vardır ve bu antioksidanlar da damar sertliğine ve kansere karşı koruyucudur.
Çoğu beslenme uzmanı meyve ve sebze serbest diyor…
Bir kere meyve ve sebze aynı satıra yazılmayı hak etmiyor. Meyveden almak istediğimiz tüm antioksidanlar, vitaminler ve mineraller sebzede de var. Halbuki meyvede, sebzeden farklı olarak oksitleyici şeker mevcut. Burada Taş Devri Diyeti önerenlere bir hatırlatmamız olmalı. O dönemki meyvelerin şeker içeriği bugünkü meyvelerden üç kat daha azdı. Kültür bahçeciliği ile biz meyveleri giderek şekerlendirdik. Yani 10 bin sene önce elmanın şeker içeriği bugünkü domatesin şeker içeriği kadardı. Biz aslında meyveleri sağlığımıza zarar verecek hale getirdik. O yüzden Taş Devri Diyeti’nde “İstediğiniz kadar meyve yiyin” deniyor. Ama hayır. Meyve sakıncalı. İçindeki fruktoz oranı yüzünden sakıncalı. Şimdi gelelim yine Başbakan’a… Başbakan, alkol içeceğinize meyve yiyin diye bilime son derece aykırı bir ifade kullandı.
Bir kere meyve ve sebze aynı satıra yazılmayı hak etmiyor. Meyveden almak istediğimiz tüm antioksidanlar, vitaminler ve mineraller sebzede de var. Halbuki meyvede, sebzeden farklı olarak oksitleyici şeker mevcut. Burada Taş Devri Diyeti önerenlere bir hatırlatmamız olmalı. O dönemki meyvelerin şeker içeriği bugünkü meyvelerden üç kat daha azdı. Kültür bahçeciliği ile biz meyveleri giderek şekerlendirdik. Yani 10 bin sene önce elmanın şeker içeriği bugünkü domatesin şeker içeriği kadardı. Biz aslında meyveleri sağlığımıza zarar verecek hale getirdik. O yüzden Taş Devri Diyeti’nde “İstediğiniz kadar meyve yiyin” deniyor. Ama hayır. Meyve sakıncalı. İçindeki fruktoz oranı yüzünden sakıncalı. Şimdi gelelim yine Başbakan’a… Başbakan, alkol içeceğinize meyve yiyin diye bilime son derece aykırı bir ifade kullandı.
Vallahi ben yıllardır Başbakan’ın söylediği gibi yapıyorum. Hiç içki içmiyorum ve çok meyve yiyorum. Özellikle de üzüm...
Ve kendinize zarar veriyorsunuz. Çünkü bütün meyveler hem glikoz hem fruktoz hem de o ikisinin birlikteliğinden oluşan sakaroz içerir. Unutmayın, bugün Amerika’da alkole bağlı sirozdan daha çok, karaciğer yağlanmasına dayalı sirozdan karaciğer nakli gereksinimi duyuluyor.
Ve kendinize zarar veriyorsunuz. Çünkü bütün meyveler hem glikoz hem fruktoz hem de o ikisinin birlikteliğinden oluşan sakaroz içerir. Unutmayın, bugün Amerika’da alkole bağlı sirozdan daha çok, karaciğer yağlanmasına dayalı sirozdan karaciğer nakli gereksinimi duyuluyor.
Öyleyse ne kadar meyve yiyebiliriz?
Meyveleri, az, çok ve orta şekerli diye, tabii ki geçişler var ama kabaca üçe bölmemiz mümkün. İlkbahar meyveleri, kiraz, vişne, erik, kayısı bir dereceye kadar az şekerli meyveler arasına giriyor ve başka hiçbir şeker tüketmediyseniz, yani hiç pasta kek yemediyseniz, çayınıza, kahvenize şeker katmadıysanız, günde 400 gram bu meyvelerden yiyebilirsiniz. Elma, armut, şeftali, portakal mandalina orta şekerli meyveler sınıfına giriyor. Bunlardan da 300 gram yiyebilirsiniz. Ama yine çayınıza, kahvenize hiç şeker koymamış , sabah kahvaltıda bal ve reçel yememiş olmak koşuluyla. Eğer yediyseniz onları da bu miktardan düşmek gerekir. İncir, muz ve üzüm gibi çok şekerli meyvelerden ise günde en fazla 200 gram yiyebilirsiniz. Yani yaklaşık olarak 3-4 incir, bir muz gibi…
Meyveleri, az, çok ve orta şekerli diye, tabii ki geçişler var ama kabaca üçe bölmemiz mümkün. İlkbahar meyveleri, kiraz, vişne, erik, kayısı bir dereceye kadar az şekerli meyveler arasına giriyor ve başka hiçbir şeker tüketmediyseniz, yani hiç pasta kek yemediyseniz, çayınıza, kahvenize şeker katmadıysanız, günde 400 gram bu meyvelerden yiyebilirsiniz. Elma, armut, şeftali, portakal mandalina orta şekerli meyveler sınıfına giriyor. Bunlardan da 300 gram yiyebilirsiniz. Ama yine çayınıza, kahvenize hiç şeker koymamış , sabah kahvaltıda bal ve reçel yememiş olmak koşuluyla. Eğer yediyseniz onları da bu miktardan düşmek gerekir. İncir, muz ve üzüm gibi çok şekerli meyvelerden ise günde en fazla 200 gram yiyebilirsiniz. Yani yaklaşık olarak 3-4 incir, bir muz gibi…
Peki ya karpuz ve kavun?
Karpuz az şekerli meyve sınıfına giriyor. Kavun da az şekerli ile orta şekerli arasında… Ama ben biliyorum ki mesela “Yazın ne yemeli?” diye bir diyetisyene sorduğunuz zaman, “Hafif yemeli. Mesela beyaz peynir ve karpuzla öğlen yemeğini geçiştirmeli” der. Tebrik ederim, yapmanız gereken en son şey bu. Çünkü beyaz peynirden aldığınız kolesterolü karpuzdan aldığınız fruktozla oksitleyerek damar sertliğine yol açmış oluyorsunuz. Ama buna karşın yağsız bir kuzu şiş yeseniz, yanında da bir bardak şarap içseniz hiçbir damar sertliği olmaz… Bu arada, sorunuza gelecek olursam, karpuz bir dilim yenir, ama bir dilim karpuz yiyen insan görmedim şimdiye kadar. Halbuki en fazla 400 gram, yani bir dilim yenmelidir. Fazlası sağlığa zararlıdır.
Karpuz az şekerli meyve sınıfına giriyor. Kavun da az şekerli ile orta şekerli arasında… Ama ben biliyorum ki mesela “Yazın ne yemeli?” diye bir diyetisyene sorduğunuz zaman, “Hafif yemeli. Mesela beyaz peynir ve karpuzla öğlen yemeğini geçiştirmeli” der. Tebrik ederim, yapmanız gereken en son şey bu. Çünkü beyaz peynirden aldığınız kolesterolü karpuzdan aldığınız fruktozla oksitleyerek damar sertliğine yol açmış oluyorsunuz. Ama buna karşın yağsız bir kuzu şiş yeseniz, yanında da bir bardak şarap içseniz hiçbir damar sertliği olmaz… Bu arada, sorunuza gelecek olursam, karpuz bir dilim yenir, ama bir dilim karpuz yiyen insan görmedim şimdiye kadar. Halbuki en fazla 400 gram, yani bir dilim yenmelidir. Fazlası sağlığa zararlıdır.
Yani içki meyveden daha mı ehven-i şer?
Alkol sınırını Dünya Sağlık Örgütü belirledi. Alkol karaciğer için bir toksik maddedir. Bu kesin. Bu toksik madde karaciğerde detoksifiye ediliyor, yani zararlı etkisi ortadan kaldırılıyor. Ama karaciğerin de bir sınırı var. Erkekte bu sınır, günde 20 gram alkoldür. Kadında ise yarısıdır; 10 gram.
Alkol sınırını Dünya Sağlık Örgütü belirledi. Alkol karaciğer için bir toksik maddedir. Bu kesin. Bu toksik madde karaciğerde detoksifiye ediliyor, yani zararlı etkisi ortadan kaldırılıyor. Ama karaciğerin de bir sınırı var. Erkekte bu sınır, günde 20 gram alkoldür. Kadında ise yarısıdır; 10 gram.
Peki neye tekabül ediyor 20 gram alkol?
Bir duble rakıya tekabül ediyor günde. Veya 300 ml. biraya (bir şişe), veya 100 ml. şaraba (küçük bir kadeh). Bu arada kadınlara bu oranların yarısını, mesela yarım kadeh şarap öneriyoruz. Özellikle şarap az içildiği takdirde hem damar genişletici etkisinden dolayı dolaşımı rahatlatır, hem de antioksidan içeriği açısından kansere, kalp hastalığına ve damar sertliğine karşı koruyucu etki gösterir. Bir küçük kadeh şarap içmek, her gün de içilse sağlığa katkı sağlar, zarar vermez. Ha, dini açıdan buna yaklaşırsanız, ben din bilimcisi değilim. Ama sarhoş olmanın yasak olduğunu biliyorum. Eğer din alkolü kesin bir şekilde yasaklıyor olsaydı, yediğimiz her meyvede çok az miktarda alkol var, meyveyi de yasaklardı.
Bir duble rakıya tekabül ediyor günde. Veya 300 ml. biraya (bir şişe), veya 100 ml. şaraba (küçük bir kadeh). Bu arada kadınlara bu oranların yarısını, mesela yarım kadeh şarap öneriyoruz. Özellikle şarap az içildiği takdirde hem damar genişletici etkisinden dolayı dolaşımı rahatlatır, hem de antioksidan içeriği açısından kansere, kalp hastalığına ve damar sertliğine karşı koruyucu etki gösterir. Bir küçük kadeh şarap içmek, her gün de içilse sağlığa katkı sağlar, zarar vermez. Ha, dini açıdan buna yaklaşırsanız, ben din bilimcisi değilim. Ama sarhoş olmanın yasak olduğunu biliyorum. Eğer din alkolü kesin bir şekilde yasaklıyor olsaydı, yediğimiz her meyvede çok az miktarda alkol var, meyveyi de yasaklardı.
Ama bilim de alkole bir sınır, dolayısıyla bir yasak getiriyor…
Elbette.
Elbette.
Peki neden kadın-erkek ayrımı var?
Kadının metabolizması farklı. Bunun yüzde 100 şu nedenle olduğu söylenemiyor. Ama kadınlarda daha düşük orandaki alkolün karaciğerde hasara sebebiyet verdiği saptanmış durumda. O yüzden Dünya Sağlık Örgütü, üst sınır olarak erkeğe günde 20 gram alkol önerirken, kadına 10 gram alkol öneriyor. Yani yarısı kadar…
Kadının metabolizması farklı. Bunun yüzde 100 şu nedenle olduğu söylenemiyor. Ama kadınlarda daha düşük orandaki alkolün karaciğerde hasara sebebiyet verdiği saptanmış durumda. O yüzden Dünya Sağlık Örgütü, üst sınır olarak erkeğe günde 20 gram alkol önerirken, kadına 10 gram alkol öneriyor. Yani yarısı kadar…
Peki haftanın üç günü birer kadeh içilse?
Bu soru çok sık soruluyor bana. “Ben 6 gün içmeyeyim ama 7’nci gün dört duble içeyim” diye… Hayır. Önerilen dozun her aşıldığı durum ciddi bir darbe vuruyor karaciğere. O yüzden her gün için ama bu sınırı dikkate alın.
Bu soru çok sık soruluyor bana. “Ben 6 gün içmeyeyim ama 7’nci gün dört duble içeyim” diye… Hayır. Önerilen dozun her aşıldığı durum ciddi bir darbe vuruyor karaciğere. O yüzden her gün için ama bu sınırı dikkate alın.
Ben hiç içmiyorum…
Bence her gün yarım kadeh kırmızı şarap sağlığınıza olumlu etki sağlar. Rahatlatır, sonra antioksidan kaynağı olarak çok önemlidir. Alkolün sınırlarını bilip o sınırlara özen gösterirseniz, şaraptan veya rakıdan korkmanız gerekmiyor. Ama sınırınızı bileceksiniz.
Bence her gün yarım kadeh kırmızı şarap sağlığınıza olumlu etki sağlar. Rahatlatır, sonra antioksidan kaynağı olarak çok önemlidir. Alkolün sınırlarını bilip o sınırlara özen gösterirseniz, şaraptan veya rakıdan korkmanız gerekmiyor. Ama sınırınızı bileceksiniz.
Peki içkinin fazlası ne yapıyor vücuda?
Bir kere kalorisi yüksek olduğu için kilo fazlalığı yapar. Yani bütün o şişmanlığın getirdiği olumsuzlukları yanında taşır ama her şeyden önce karaciğeri zehirler ve karaciğer yetersizliğine neden olur. Tıpta, matematik gibi eşittir işareti hiç yoktur. Yani “Sen şunu yaparsan şu olursun!” Siz doğada bir ağacın üzerinde tıpkı iki yaprak gördünüz mü? Hep bir biyolojik değişim vardır. Ama çok ender olarak eşittir işareti vardır tıpta da. O da alkolü fazla tüketirsen karaciğer yetersizliği gelişir. İki artı iki eşittir dört gibi…
Bir kere kalorisi yüksek olduğu için kilo fazlalığı yapar. Yani bütün o şişmanlığın getirdiği olumsuzlukları yanında taşır ama her şeyden önce karaciğeri zehirler ve karaciğer yetersizliğine neden olur. Tıpta, matematik gibi eşittir işareti hiç yoktur. Yani “Sen şunu yaparsan şu olursun!” Siz doğada bir ağacın üzerinde tıpkı iki yaprak gördünüz mü? Hep bir biyolojik değişim vardır. Ama çok ender olarak eşittir işareti vardır tıpta da. O da alkolü fazla tüketirsen karaciğer yetersizliği gelişir. İki artı iki eşittir dört gibi…
http://www.hafiftarif.com/damar-tikayan-kolestrol-degil-seker/
er/
15 Temmuz 2017 Cumartesi
Özgünlük
"Bizlerin yanılgısı maddeleşmeyi reddederken,insan unsurunu hiç hesaba katmadık.Oysa ki madde kendini reddeddi ama insan maddeyi kendine tapınak yaptı ve kokuştu,çirkefleşti,sıradanlaştı ve çok yakında kendini,benliğini yok edecek"
Kısaca....
Ey!..insanoğlu, kokuşma,kokuşturma-çirkefleşme,sıradan ve kendin ol ki benliğini,kişiliğini yitirme..
Özgünlük denilen onursal bir şey vardır ve tam o insanın kendisidir..
Özgün ol,kendin ol seni sen yapmanın ayrıcalığını yaşa
ozan
11 Haziran 2017 Pazar
TÜRKİYE'DE ATEİSTLER İKTİDAR OLSA MÜSLÜMANLARA KATLİAM YAPAR MI? SORUSUNA BİR ATEİSTİN YANITI:))
'Türkiye'de Ateistler iktidarı ele geçirse müminleri katlederler'' diyen mümine Ateist'ten cevap;
Sorgulayan Tartışma Grubunda bir Müslüman arkadaş demiş ki ; '' Söz gelimi , Türkiye'de ateistler yönetimi ele geçirse-iktidar olsa katliam uygularlar.''
Kaan arkadaşımız güzel bir cevap vermiş mutlaka okuyun .
Yok la, ne öldürücez sizi... Siz varken hayat güzel.
Mesela şirket kurup iki işçi çalıştırmaya kalksan ateist işçi sendika der, hak, hukuk der..
Ama Müslüman işçi öyle mi ? Allah'a bin şükür der oturur, 20 sene sigortasız çalışır, üzerine bir de seni velinimet" adleder, duacı olur.
Mesela politikaya atılıp ihalelerden köşeyi dönmeyi, yedi ceddini ihya etmeyi istiyorsun.
Ateist seçmen saydamlık der, bütçe denetimi der, ihale şeffaflığı der, der de der...
Müslüman seçmenin gözünü seveyim. İki Allah bir bismillah dedin mi kıçındaki donunu alsan ses çıkarmaz, üstüne senin için ölür öldürür...
Mesela evleneceksin, Ateist kadın resmi nikah ister, evlilik sözleşmesi yapar, yemeği o yaparsa salatayı sen yaparsın.
Müslüman hatun öyle mi ya ? İrinli yaralarını yalayarak temizlese hakkını ödeyemeyeceğini düşünür, yemeğini yapar, evini temizler, bebelerini doğurur, bakar, büyütür, eskidi mi üzerine 3 tane daha alırsın, gıkı çıkmaz,, diklendi mi çarparsın iki tane aşağı oturur, çok mu canını sıktı ? üç kere boş ol dersin biter. Mahkemeyle falan ne uğraşıcan ?
Silah fabrikası kurdun da savaş mı çıkarıcan ? Müslümana, hadi koçlarım, allah için şehadete gidiyoruz deyip bi de çüküne metal boru taktın mı.herif 72 huri hayaliyle bi ton bombayla kendini patlatır, gözünü kırpmaz.
Ateist adam yok vicdani ret der, yok barış der, kardeşlik der... Uğraş dur....
Üniversite mi açacaksın, Ateist bilim adamı ödenek ister, laboratuar ister, alan
araştırması ister, akademik yayın ister, hakemli dergi ister.
İslam alimine ver üç beş kitap,sana hangi batı icadının kuranın hangi ayetinde zaten yazdığını şak diye çıkarıverir. Cin çarpmasına karşı muskadan tut ölen karınla kaç saat daha düzüşebileceğine dair fetvaya kadar, lüzumlu lüzumsuz her şeyi önüne döker....
Yeraltı- yerüstü kaynaklarını küresel sermayeye mi açıp aradan komisyonunu mu kapacaksın ? Ateist adam başa beladır. Protesto eder, gösteri düzenlerler, yazı yazar, eylem yaparlar falan...
Müslümanlığın gözünü seveyim. "Ayasofyayı ibadete açalım mı ? " de.. Artık senden kralı yok....
Hasıl-ı kelam iki gözüm, birilerini kesecek kadar vicdanımız körelse, zaten sizi kesmekle uğraşmaz, iliğinize kemiğinize kadar sömürürüz. Ruhunuz duymaz.
#Hayır'lı günler... Marjinal,capulcu ateizler...!
ALINTIDIR..
İhsan Yücel
Resim çizdi, heykel yaptı ancak kimse görmedi.150'den fazla filmde imzası var. Kibar Feyzo gibi köşe taşı bir filmin senaryosunu kaleme aldı.
Şiirler yazdı, 'şairlere haksızlık olmasın' diye yayınlamadı. Ama bir tanesini biliyoruz. Aristo'ya hocalık yaptığını da o şiirden öğrendik.
.................................Ne diyordum arkadaş…
Diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim
ama içerken düşünmem neden içiyorum diye
daha sonra yaparım hayatın felsefesini
Sırayla olurum Fatih, Selim, Kanuni
bazen kadın hamamında tellak…
Bazen Christoph Colomb
Napolyon’ken düşünürüm Elbe’de geçen günleri
Timur’ken Beyazıt’ı yenişimi…
Bir kere Aristo’nun hocası olmuştum
ona verdiğim dersle gurur duymuştum
bazen Jan Dark’ı kurtarmak için çalışan bir kahraman.
Bazen odununu ateşleyen bir cellat olurum.
Eğer daha da içersem
Shakespare halt etmiş derim
karşımda
salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de
işte Mozart’ın aradığı melodi bu diye gülerim
enayiymiş be Platon…
bir içsin de görsün…
ne felsefesi varmış bu hayatın
anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu ..
Islak kaldırımlarda yürürken acırım
önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline
ukalalık işte derim
neme lazım senin
kendine bak; sende bir serserin bir sarhoş…
ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkalarım
şehrin izbe sokaklarında
yavaş yavaş kaybolur benliğim…
'' Ekmek, Şarap, Sen ve Ben '' Şiirinden bir Bölüm
İhsan Yücel
Şiirler yazdı, 'şairlere haksızlık olmasın' diye yayınlamadı. Ama bir tanesini biliyoruz. Aristo'ya hocalık yaptığını da o şiirden öğrendik.
.................................Ne diyordum arkadaş…
Diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim
ama içerken düşünmem neden içiyorum diye
daha sonra yaparım hayatın felsefesini
Sırayla olurum Fatih, Selim, Kanuni
bazen kadın hamamında tellak…
Bazen Christoph Colomb
Napolyon’ken düşünürüm Elbe’de geçen günleri
Timur’ken Beyazıt’ı yenişimi…
Bir kere Aristo’nun hocası olmuştum
ona verdiğim dersle gurur duymuştum
bazen Jan Dark’ı kurtarmak için çalışan bir kahraman.
Bazen odununu ateşleyen bir cellat olurum.
Eğer daha da içersem
Shakespare halt etmiş derim
karşımda
salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de
işte Mozart’ın aradığı melodi bu diye gülerim
enayiymiş be Platon…
bir içsin de görsün…
ne felsefesi varmış bu hayatın
anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu ..
Islak kaldırımlarda yürürken acırım
önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline
ukalalık işte derim
neme lazım senin
kendine bak; sende bir serserin bir sarhoş…
ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkalarım
şehrin izbe sokaklarında
yavaş yavaş kaybolur benliğim…
'' Ekmek, Şarap, Sen ve Ben '' Şiirinden bir Bölüm
İhsan Yücel
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)