İNSAN DÜŞÜNEN VARLIKTIR.

31 Ocak 2015 Cumartesi

" İyi erkekler çirkindir. Yakışıklı erkekler iyi değildir.



" İyi erkekler çirkindir. Yakışıklı erkekler iyi değildir. 

İyi ve yakışıklı erkekler evlidir. İyi, yakışıklı ve bekar erkekler fakirdir. 

İyi, yakışıklı, bekar ve zengin erkekler sizi beğenmez.

İyi yakışıklı, bekar, zengin ve sizi beğenen erkekler çapkındır, aldatır. 

İyi, yakışıklı, bekar, zengin, sizi beğenen ve sadık erkekler gaydir. :).... 

Allah aşkına ben hangi sınıftayım diye sormayınnnn...
alıntı

27 Ocak 2015 Salı

RAKIYA ÖVGÜ, SARHOŞLUĞA GÜZELLEME

Her gün bir ölüme, bir acıya ortak olduğumuz bir coğrafyada hem içmemenin bir yolu bulunabilir mi? İçiyoruz çünkü bir anlamda katlanma çabası dünyaya. Her gün onlarca kadehler kırılırken sarhoş gönlümüzde nasıl olur da içmemeyi becerebilir ki insan. 

rakı


Coğrafyamızda içki denilince aklımıza ilk gelenin rakı olduğu aşikȃr. Öyle bir içkidir ki rakı içimi bir ritüel gibidir mesela. Rakı adını duyduğunuzda burnunuzda alıverirsiniz kavun kokusunu veya görüntüleniverir hafızanızda bembeyaz peynir. Çünkü içki içmek sıradan bir durum değildir. Kültürel bellekle aktarılan damak tadı binlerce yıllık bir hafızanın sonucudur. Bu nedenle içkinin ve bizim coğrafyamız için rakının anlamı öyle iktidar yasaklarıyla yerine ayran konulması çabasının çok ötesinde bir anlama karşılık gelir. Öyle ki yasaklar başladığından beri daha çok içmenin aklımıza gelmesi de biraz bu nedenledir. Çünkü yasaklar ya da unutturulmaya çalışılanlar belleğimizi ayakta tutmak konusunda işlevseldir.
Her gün bir ölüme, bir acıya ortak olduğumuz bir coğrafyada hem içmemenin bir yolu bulunabilir mi? İçiyoruz çünkü bir anlamda katlanma çabası dünyaya. Her gün onlarca kadehler kırılırken sarhoş gönlümüzde nasıl olurda içmemeyi becerebilir ki insan. Hem ne demiş Kul Nesimi bir Neşet baba türküsünde;
“Sofular haram demişler, bu aşkın şarabına Ben doldurur, ben içerim, günah benim kime ne”
İçki kültürü bu anlamda hem insanın varoluşunun tamamlayıcısı bir etken, hem de varlığın hazzına ermek için bir sebep. İnsan acısını, kederini, aşkını, ızdırabını her zaman çevresiyle paylaşamaz. Bazen paylaşılsa da anlamsız olur. Çünkü derdi bilen onu çekendir. İşte öyle bir durumda yine bir kadeh rakının dostluğuna sığınıverirsiniz bir Neşet Ertaş türküsüyle başlar her şey, “Ah bu şarkıların gözü kör olsun” diyen bir Zeki Müren şarkısıyla sonuçlanıverir. Bazen ağlar, bazen gülersiniz, sarhoşluk halidir bu ve insanın en kendisi olduğu tek andır belki.
Derdin her türlüsünün reva görüldüğü bir toplum olduğumuz yadsınamaz. Darbelerin, katliamların, savaşın, gencecik insan ölümlerinin tanıklığında sürüp giden yaşamlarımız. Bu nedenledir işte belki sadece bizim coğrafyamıza özgü rakı sofrasında ülke kurtarmak. Her gün yeni bir umutsuzluğa uyanılan, günlerin bir türlü sabaha eremediği bir gece durumunun çaresizliği değil midir? Bu biraz. Mesela seksen kuşağı iyi bilir bu durumu. Çünkü o dönemin zaten kaybetmiş birer temsilcisi olmalarını, biraz da bu memleket kurtarılan anason kokulu masalara borçludurlar. Annesi, babası, teyzesi amcası belleklerinin; yeşil parkalı, gece sonu umutları kusmuk kokan idolleriyle büyümüşlerdir. Gece duvar yazılamalarını anlatır bir baba, anne nasıl boya kovasını taşıdığını. Sonra laf döner dolaşır kaybedilenlere gelir anason kokusuna karışır gözyaşı. Böyle masalarda öğrenmişizdir çoğumuz rakı içmeyi, belki ilk kez çay kaşığıyla babanızdan tatmışsınızdır ömür boyu dert ortağınız olacak olan rakıyı, kahkahalar yükselmiştir masadan yüzünüzdeki ekşime hali görüldüğünde. Velhasıl içmenin anlamı birilerinin anladığı gibi değildir bu memlekette umutludur, en çok da isot kıvamında acılı.
Rakı içmenin derin anlamlar barındırdığı coğrafyamızda bu durumun yansımasını sadece şarkılarda değil edebiyatta da oldukça sık görürüz. Bu isimlerden en önde geleni hiç kuşkusuz, Edip Cansever. “Masada masaymış ha” şiirinde biraya dokunduran Cansever; “Bu Gemi Ne Zamandır Burada” şiirinde derin derin rakıdan bahseder;
“Yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye
İçerde üç beş kişi
Yalnızlık üç beş kişi
Bir kadeh rakı söylerim kendime
Bir kadeh rakı daha söylerim kendime
-Söyle be! Ne zamandır burda bu gemi
-Denizin değil hüznün üstünde.”
Gemilerimizin denizin değil de hüznün üstünde olduğu anlardır çoğunlukla rakı içme zamanlarımız. Bir iki dost muhabbeti de eklenirse o ȃna arkadan bir de geliyorsa Ruhi Su sesi, daha ne ister ki insan “bir kadeh, rakı söyler kendine, bir kadeh daha rakı”. Sadece Edip Cansever değildir elbette şiirlerinde rakıyı konu eden. Bir şiirinde şöyle bir özlemini dile getirir, örneğin Orhan Veli;
“Şiir yazıyorum Şiir yazıp eskiler alıyorum Eskiler verip Musikiler alıyorum. Bir de rakı şişesinde balık olsam”
Ve başka bir şiirinde şöyle dile getirir halimizi;
“Dağ başındasın; Derdin, günün hasretlik Akşam olmuş, güneş batmış İçmeyip de ne halt edeceksin”
Elbette daha pek çok şairi ve şiiri ekleyebiliriz bu yazılı rakı muhabbetine. Ama durumumuz aslında tam da Orhan Veli’nin ifade ettiği gibi değil mi çoğu zaman. Derdimiz günümüz hasretlik olmuşsa, akşam olmuş güneş batmış hȃttȃ son dönem hep akşam karanlığına mahkȗm bir yaşam sürmeye başlamışsak, içmeyip de ne halt edeceğiz söyler misiniz?
Sözü uzatmanın çok ȃlemi yok aslında “dilimizde akşamdan kalma bir küfür” içmeye devam edeceğiz bu mereti, meret dediysem mȃnȃsı iyi. Çünkü böyle bir dünyayı katlanılır kılan ne kaldı ki elimizde sarhoşluğumuzdan başka? O zaman ben derim ki “ne kadar rezil olursak o kadar iyi”, ne kadar sarhoş olursak o kadar güzel!
Emek Erez

Kamyon Dergi Dördüncü Sayı














21 Ocak 2015 Çarşamba

14 Ocak 2015 Çarşamba

sen insan olamamışsın hala..





Bir çocuğun aç bakışı,
yüreğini aç bırakmıyorsa...

Bir kadının gözyaşları, için de akmıyorsa...

Bir insanın hüznü, 
seni isyan ettirmiyorsa...

Var git, 
Sen insan olamamışsın hala..

ozan'ca

sen gittin..


Umarsızca gittiğinde,
kendimi,zamanı ve bu şehri öldürdüm,
Ama sen yaşadın ölü ruhum da,zamansız şehirde..
ozan'ca

11 Ocak 2015 Pazar

ÂŞIK OLMANIN DA BLİMİ VAR!

ask3




ÂŞIK OLMANIN DA BİLİM
Bir kadın veya erkeğe ilgi duyup duymadığımızın kararını aslında
saniyeler içerisinde ve tamamen beş duyumuzu kullanarak veriyoruz. 
İlk görüşte aşk sözü çok da yanlış değil anlayacağınız.Ülkenin bilim 
ve eğitim gündemi gerçekten çok karışık… 
Birbirini öldüren akademisyenler, yeni YÖK disiplin kuralları, 
otel gibi puanlama sistemine 
tabi tutulacak olan özel okullar ve dahası… Diyeceksin ki normal 
gündem çok mu sakin?!.. Oradaki durum tabii daha fena… Çok az kaldı, günlük hayatımızın en yeni parçası haline gelen İŞİD ile üşütmek 
üzereyiz…
Geçtiğimiz Cumartesi uzun ve sıkıcı bir toplantıdan çıkıp kendimi zar zor 
bulduğum taksiye yeni atmış radyoda haberleri dinlerken, işte bu 
düşüncelerle aklımdan “bu haftada yazacak olumsuz dünya kadar 
gelişme mevcut” gibi fikirler geçmeye başlamıştı bile…
Taa ki taksiciyle olan muhabbet koyulaşmaya başlayana dek…
Son 4 yıldır taksicilik yaparak Boğaziçi Üniversitesi’nde okuttuğu 
oğlundan gururla bahsediyordu. Hem makina mühendisliği hem de 
inşaat mühendisliği bölümlerini okuyup çift anadal yapan oğlu da onu utandırmıyordu dinlediğim kadarıyla… Taksici muhabettinin esasında 
vardır, nereden hangi konuya hangi ara geldiğini anlamazsın bile… 
Mevzu önce benim mezun olduğum okul ODTÜ’ye oradan da Ankara’ya 
geçti derken taksicinin aklına Ankara ile ilgili gelen ilk anı her şeyi bırakıp 
bugünkü konu üzerine yazmaya karar vermeme sebep oldu.
Yıl 1987 diye başladı… Semtiyle beraber bir banka ismi verdi… 
O bankanın müşterilerinin sıra beklemekten asla sıkılmadığını, 
sebebinin de bankada görev yapan kadın memurlardan birinin dillere 
destan güzelliği olduğundan yaklaşık on beş dakika kadar bahsetti… 
Anlatırken gerçekten mutluydu, nerdeyse otuz yıl önce bir süre olduğu 
bir yere dair aklına gelen ilk şey hep uzaktan görmüş olduğu o kadının 
muhteşem güzelliğiydi…
Bir insan nasıl olur da on yıllar öncesinde sadece platonik olarak ilgi 
duyduğu birisini bu kadar canlı hatırlayabilir, anlatırken hala mutlu olabilir soruları kafamda dönmeye başlamıştı bile… Ve açıkçası bundan daha önemli 
ne olabilirdi?!
Bir aya kalmaz unutacağımızın garanti olduğu bunca kötülüğün, 
olumsuzluğun arasında bir adam on yıllar öncesinde hissettiklerini bugün 
hala bütün canlılığıyla anlatabiliyordu… Yeni başlayan yaz aylarının da 
verdiği motivasyonla konunun üzerine gitmeye karar verdim ve belki olayın 
tüm romantizmini kaçıracağım ama gördüm ki aşık olmanın bile tahmin edilemeyecek kadar çok bilimsel yanı mevcut !
Öncelikle bir kadın veya erkeğe ilgi duyup duymadığımızın kararını aslında saniyeler içerisinde ve tamamen beş duyumuzu kullanarak veriyoruz.
İlk görüşte aşk sözü çok da yanlış değil anlayacağınız.
Gördüğümüz birini beğendiğimizde de bu sefer istemsiz bir refleks olarak yakınlaşma dürtümüz devreye giriyor. Sebebi çok basit; beynimiz görme 
haricindeki diğer duyularımızı da devreye sokmak istiyor. Ve birine 
yaklaştığımızda devreye giren ikinci ve belki de en önemli duyumuz koku 
alma duyusu. Fakat yaptığımız iş aslında karşımızdakinin parfümünü 
beğenmenin çok ötesinde… 
Birine yaklaştığınızda istemsiz olarak feromon (pheromone) hormonunun 
sinyallerini algılıyoruz. Bu sinyaller sadece karşımızdaki insanın fiziksel 
durumu, genetik yapısı ve bize uyumluluğu konusunda beynimize bir fikir 
vermekle kalmıyor aynı zamanda ilk konuşmanın yani ilk etkileşimin
başlamasına da ön ayak oluyor.
Bu da bizi üçüncü duyuya yani işitme duyumuza götürüyor. Hem kadınların 
hem de erkeklerin belirli frekanslardaki seslere daha hassas olduğu da 
bilimsel bir gerçek. Erkekler ağırlıklı olarak daha tiz ve geniş ses aralığına 
sahip kadınları, kadınlar da tam tersi kalın ve dar ses aralığına dahip 
erkekleri çekici buluyorlar.
Diyelim ilgilendiğimiz insan, ona uyguladığımızın farkında dahi olmadığımız
tüm bu testlerden geçti… İş yine de bununla bitmiyor! Çok çok önemli son bir 
test var ve kalan iki duyumuz bu testte beraber çalışıyor!
O son test; ilk öpüşme.
Karşımızdaki istediği testten geçmiş olsun, istediği kadar mükemmel bir insan olursa olsun sonuç itibariyle beraber olup olmayacağımızın akıbetini %90 
oranında bu ilk öpücük belirliyor.
Ve o ilk öpücük gerçekten iyiyse, işte o an vücudumuz yoğun bir şekilde norepinefrin salgılamaya başlıyor ve işte karşınızdaki ile aranızdaki bağın kurulduğu an tam olarak bu an!.. Norepinefrin salgılandığı andan itibaren 
dış dünya ile bağın koptuğu, vücudun aşırı miktarda glukoz salgıladığı ve 
hafıza dahil tüm beyin aktivitelerinin boyut atladığı bilinen gerçekler.
İşte insanların evlendikleri gün dahil her şeyi unutup sevdiği insanla ilk öpüşmelerini unutmamalarının sebebi tam da bu.
Tüm mekanizma bu şekilde anlatınca oldukça basit gibi görünüyor aslında 
ancak bu denklemde karşı tarafında benzer bir yoldan geçtiğini unutmamak 
lazım!.. Karşılıklı olarak bu uyumu yakalamanın olasılığı ne yazık ki milyonda
bir seviyelerinde çıkıyor ancak bu sizi hemen umutsuzluğa itmesin. Siz de biliyorsunuz ki belirleyici bir çok başka faktör daha var ve bunlardan en 
önemlisi de hayatınızda biri yokken de mutlu olabilmesini bilmek.
Bunun sırrı önce ne yapmaktan hoşlandığını keşfetmekten ve gerçekten 
sevdiğin bu şeyleri yapmaktan vazgeçmemekten geçiyor…
Uzun lafı kısası; Yapmayı gerçekten sevdiğin şeyleri bul ve bunlara kendini
ada… Tabii abartmadan!.. Kendini adarken yaydığın ışık kimin dikkatini 
çekiyorsa o kişi doğru kişidir ve inan bu yazıda bahsi geçen tüm testleri zaten geçmiştir!..
Can Gürses


8 Ocak 2015 Perşembe

MUTSUZLUK..


Mutluluk bir kibrit çöpü misali




Mutluluk bir kibrit çöpü misali,artık ne kadar yanarsa o kadar aydınlanır ve mutlu olursun,
Söndüğünde karanlıktasın yüreğin yeni kibrit çöpünü yakamayacak kadar titrek ve korkaktır..
ozan'ca

Aşk,mesafeler,hasret,yollar,hüzün,ayrılık



Ve Onsuz yaşayamam dediklerin ahh
Ama!..
Bir daha kavuşmayacığını bildiğin halde her telefonun sesinde onun umudu,
ve herkesten gizleyerek içine akıttığın gözyaşları,
ve sabahları uykusuz beklediğin gecelere öfke...
Hayata dair her şey var...!..yaşanmışlıklarda
ama sen yoksun,yüreğin yok,aklın yok,
aslında kendin den yok yaşamın için de...
Aşk,mesafeler,hasret,yollar,hüzün,ayrılık
ve sonbaharda rüzgar esintisinde düşen yaprak,

kırılan dal misali bir daha yaşamamak aynı ağacın gövdesinde..

ozan'ca

Hüzünler ve şarkı



Mutlak hüzünlerin dip yaptığı bir şarkı vardır   insanın derinlerinde..
ozan'ca

3 Ocak 2015 Cumartesi

Şeytan "Nefrete sevgiden daha çok güvenirim" Dedi



Şeyta
 "Nefrete sevgiden daha çok güvenirim"
"Çünkü nefretin sahtesi olmaz "d
edi..
yitirdiğin her şeyde kazandığın bir şey vardır..
kazandığın her şeyde biraz yitirdiklerin..
bu yüzden ısınıp dururken dinmez üşümelerin..
hayat karşına nasıl çıkarsa çıksın seni ne kadar yıpratırsa yıpratsın sakın vazgeçme! 
ve unutma eğer hayallerin olmazsa başkasının hayali olamazsın...

1 Ocak 2015 Perşembe

hüzünlerimizi karanlıklara gömdük...




Her sabah yeni bir umutla, merhaba diyerek uyandık yeni doğan güne ve güneşe,
Her akşam yitirdiğimiz ümitleri gözyaşlarımızla yatağımızda sakladık...

ozan'ca