İNSAN DÜŞÜNEN VARLIKTIR.

17 Ağustos 2010 Salı

Marmara depreminde hayatını kaybedenleri saygıyla anıyoruz

1999 Gölcük Depremi

1999 Gölcük Depremi
1999 Gölcük Depremi
Tarih 17 Ağustos 1999, yerel saatle 03:02, EEZ ile 00:02
Büyüklük 7,4 Mw[1], 7,6 Mw[2]
Derinlik 17 km
Merkez üs Kocaeli, Gölcük
Süre 45 saniye
Etkilenen ülkeler/bölgeler Türkiye Cumhuriyeti Türkiye
Kayıplar 17.480 ölü ve 23.781 yaralı

17 Ağustos günü Hürriyet Gazetesi
1999 Gölcük Depremi, İzmit Depremi, Marmara Depremi ya da 17 Ağustos 1999 depremi, 17 Ağustos1999 sabahı, yerel saatle 03:02'de gerçekleşen, KocaeliGölcük merkezli deprem. Mw ölçeğine göre 7,5 büyüklüğünde gerçekleşen deprem, büyük çapta can ve mal kaybına neden olmuştur.
17 Ağustos depremi, tüm Marmara Bölgesi'nde, Ankara'dan İzmir'e kadar geniş bir alanda hissedildi. Resmi raporlara göre, 17.480 ölüm, 23.781 yaralı oldu. 505 kişi sakat kaldı. 285.211 konut, 42.902 işyeri hasar gördü. [3] Resmi olmayan bilgilere göre ise yaklaşık 50.000 ölüm, ağır-hafif 100.000'e yakın yaralı olmuştur. Ayrıca 133.683 çöken bina ile yaklaşık 600.000 kişiyi evsiz bırakmıştır. Yaklaşık 16 milyon insan, depremden değişik düzeylerde etkilenmiştir. Bu nedenle Türkiye'nin yakın tarihini derinden etkileyen en önemli olaylardan biridir. Deprem gerek büyüklük, gerek etkilediği alanın genişliği, gerekse sebep olduğu maddi kayıplar açısından son yüzyılın en büyük depremlerinden biridir.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Ustam!

Ustam! Aklım firarda.
Gözbebeklerimde müebbet hüzün,
Dilimde ay kesiği bir yara,
Düşüm kırık dökük,
Umudumun boynu bükük,
Bir öksüzün omuzlarında sükut.
Yüreğim sana emanet sıkı tut.
Tut ki; kancık pusulara düşmesin.
Bir hain kurşunu gelip deşmesin.
Ustam! Ne zaman o s...enin bildiğin zaman,
Ne sevda gördüğün masallardaki.
Eskiden, Halı tezgahında dokunurdu aşklar,
Nakış nakış, körpe kız ellerinde.
Mendillere yazılırdı isimler,
Yüreklere kazılırdı gizlice.
Sevdalılar asil ve de yürekli Sevdalar, kavgalar iki kişilik.
Oysa şimdi; Çorak gönüllere ekiliyor sevdalar seher vakitlerinde.
Meşru sevdalardan,
Gayrı meşru acılar doğuyor kundaklara,
Günahkar gecelerden.
Beni herkes sevdaya asi sanır,
Oysa aşk, beni nerde görse tanır,
Hasret tanır,
Zulüm tanır,
Ölüm tanır,
Yüzüm yüzümden utanır.
Yorgunum ustam; Ne katıksız somun isterim senden,
Ne bir tas su,
Ne taş yastıkta bir gece uykusu.
Var gücünle asıl sükunetime,
Çığlığım kopsun,
Uzat ellerini güneşe dokun,
Uyandır uykusundan,
Tut yüreğimden ustam tut, Tut

8 Ağustos 2010 Pazar

AKŞAM ÜZEREYDİ AYRILIK


Bir akşam üstüydü,
dostlardan ayrılık
uzaklaşıp gittiler,
gözlerde ki sevgiyle,
yüreklerde ateşi sinerek
Kalleş şehrin meyhanesinde,
alınmak üzere umutları gömerek.
.. 
Mehmet OZAN

O ŞEHİR...


Uzun zaman oldu,
oralardan uzaklaşalı,
ne masaldı yaşadığım,
ne rüyaydı uyandığımda,
acılarla yüklü günleri,
ben hep o şehirde çektim.
***
Hüzünlü şarkılardı hep mırınlandığım,
kederli gecelerde
ne kuşluk vaktiydi,
isyanımın göklere ulaşması,
ne saman sarısı sonbaharları,
ben hep o şehirde sabahladım.
***
Sevdiğim çoktan unutmuştu,
oralarda
ne fotoğrafı vardı,
ne düşlediğim gecelerde nefesi,
başkaydı bir başka ,
o şehir,
ben hep gençliğimi oralarda suladım.
***
Bir başınaydım devinimsiz,
şiir değildi,
nede altı çizili romanın satırları
sabahları karanlık,
gecelerse hüzünlüydü,öfkeli
gerisi yok,
yazılmadı yaşandı
o şehrin.
Mehmet OZAN

ÇEKİP GİTMEK..

 














Yalnızım,gecenin zembereğinde, 
ışıklar söndü çoktan şehrin, 
vazgeçilmez duygularla,
yürümek gelir karanlıklara. 
Sonra,  
bir sıgara,  
nefesimde buğulanan bir türkü. 
Sonra,  
hesap vermeksizin,  
çekip gitmek gelir, 
gecenin karanlıklarından, 
bir daha dönmemek üzere.
Mehmet Ozan

BİR ÇOCUK AĞLIYOR



Bir çocuk ağlıyor,
ta içimde, işte buramda,
unutulmuş, terk edilmiş,
gece yarıları çığlık-çığlığa.

Bir çocuk ağlıyor,
ta içimde
perdelerini karanlıktan
ağır-ağır çekerek,
kış gecelerinin ayazı

sokakları soluklarken
Bir çocuk ağlıyor,
ta içim de yüreğimde
seriyorum üstüne,
yüreğimi.
sıkıca basıyorum,
gövdeme,
öylesine mahsun,
öylesine içten,
ağlıyorum her gözyaşıyla.

Bir çocuk ağlıyor
yüreğimde,
ta filistinde,ırak ta,afrika da
dünyanın her bir yanında,

köşe başlarında mermi ardına gizli,
ninniler söylüyor her bomba atılışları.
Bir çocuk ağlıyor,
ta içimde, işte buram da,
gece yarısı çığlık-çığlığa,
uyanıyorum,
UYUYAMIYORUM KAÇ ZAMANDIR!..
MehmetOzan

İNSAN KENDİSİNİN SÜRGÜNÜDÜR….




İnsan zamanla bulunduğu ortamları veya yaşamın bazı kesitlerini kendisi yaratır yaratırken içinde sevinçlerini yaşatarak hep orada kalmasını ister.
Zaman hiç bir vakit durmadı ki...
Hergün yeni bir gün olarak uyanır geceden bıraktıklarınla.
Birde acılar vardır unutmak
istediğin ama bir türlü başaramadığın,geceler boyu uyutmaz seni,uyumaya çalışsan da karabasandır rahat vermez. O nedenle" hüzünlerin hiç bir zaman sabahı olamaz"...
Hep peşindedir hüzünler,umutsuzluk,yanılgı kaçsan da kurtulamazsın. Güneşin hiç bir zaman ısıtmaz yüreğini,hep üşür. Böyle zamanlarda yorgun hissedersin dayanamaz dersin yüreğim bunca acılara,belki de bir kaçış düşlersin.
Bu kaçışların beynindeki sürgünlerine yeni bir yol almaktır. Yeni sürgünlere hazırlanırken benliğin, sanki hep hazır bekliyordur götüreceklerini. Elbiselerin, ayakkabıların, gömleklerin, ayrılıkların, fotoğrafların ve bir tek şey seni alıkoymaktadır o da yeni düş kırıklıkları, acıları tekrar baştan yaşayabilme korkuları, karamsarlıkların; geceler boyu uykusuzluğunu yaşamak korkutur…
Bu ilk değildir kaçışların kendinden,
Başkada seçenek bulamazsın sürgünden diğer sürgünlere yol almaktan…
Ah! o yüreğin ki ne acılar yaşamıştır içinde boğduğun...
O yüreğin ki bir daha dönüşümü olmayan ne hatalar yapmıştır yaşamını biçimlendi
rirken...
Bir daha yapmayacağım diye pişmanlıklarınla doludur ...
Ne vefasızlıklar görmüştür umulmadık zamanlarda,umulmadık insanlardan. kırıldın,üzüldün,bitti dediğin anda hiç bir şey olmamış gibi kapını çaldılar ve sen yine hoş geldin dediğin...
Oysa ki yüreğini acıtan yaralar hiç kapanmadı ki...
Üzüntülerin
dir günler boyu kederi dinmeyen içindeki küfürlerin…
O yüreğinki ayrılıkları nedensiz yaşamıştır..
Bir tek aşkım diyebileceğin aşklar yaşamamışsındır. Yaşasan da beynindeki sürgünler izin vermemiştir ötesini yaşamaya...
Yorgunsun bedeninle kalkamazsın...
Kavgalısındır sabah
larla..
Kırgındır yaşam sana, sen yaşama
Bu sefer kesin gitmen gerekliliğini düşünürsün kendi sürgünlerine.
Ve seni böylesine yeni bir sürgüne itenleri kimse yine anlamayacaktır.
Dostun yoktur, dostluklar zedelenmiş artık…
Arkadaşlık, sırdaşlık, yoldaşlık mazideki fotoğraflardadır...
Hayallerin, umutların hep 80 öncesinde kaldı. Nostalji sevdalar, nostalji baharlar, şarkılar, içerken ağlamak bile nostaljik oldu şimdi ki zamanda
Gerçi sende o yıllarda kalan benliğini silemediğinden, değerleri yok sayamadığından sürgünlerini hala yaşıyorsun besbelli ama! Kabullenmelisin ki şimdikiler duyarsız, umursamaz küçük dünyalarında yalanlarıyla yaşamayı seviyorlar...
Eskiden halk evleri vardı, bilimden,felsefeden, dünyadan, haberin olsun diye ve parasızdı bilgi edinmenin bedeli. Şimdi ise dersaneler var tek tip asosyal insanla
r için.
Sıralar oluşurdu gazete bayilerinde ilk haberi ben okuyayım, okunmak içindi gazeteler, şimdi öylemi? yalan haberlerini satabilmek için sıralanıyorlar insanların peşlerine...
Eskiden aydın olmanın ağırlığı vardı, her şeyi göze alırdı, hapisleri, vurulmayı, aç kalmayı, Şimdi ise aydın olmak parayla eş değer görülmeye başlandı...
Eskiden sevdalar yaşanırdı günlerce, aylarca, yıllarca ve sevdalanmak bu derece ayaklar altına alınıp, ertesi gün unutulamazdı. Şimdi ise sevdalar saniyelerle yaşanmaya başlandı...
Eskiden öğretmenler; yerden yazılı bir şey bulursan oku derdi, şimdi ise yerden çocuklar ekmek, petşise, çöp topluyorlar...
Eskiden mahalle çeşmelerimiz vardı suları her zaman soğuk, ağzımızı dayayıp içerdik de, komşular bakır tas verip kızarlardı, ağzınızı dayamayın diye, şimdi ise; içtiğimiz sulara kanalizasyon karıştı, parayla içiyoruz petle
nmiş suları...
Eskiden kâğıt helvalarımız vardı, okul önlerinde satılan iştahla yediğimiz. Şimdi ise; patlamış mısırımız; popcorn..
köfte ekmeğimiz; hamburger adında..
lahmacunumuz; pizza oldu paketlenerek...
Her şeyimiz bir pakete yerleştirildi,ruhumuz,benliğimiz,kişiliğimiz paketler halinde maskelendi ve maskelerimizde yalnızlığı yaşıyoruz tek başına ve korkuyoruz maskemizi çıkarmaktan. Belki çıkarsak yaşamla tekrar barışsak, özeleştirilerimizi yapsak,kendimizle barışsak daha rahat yaşamla yaşamaktan... Oysa ki tüketerek yaşıyoruz,yaşamı...
İşin kötüsü; tek başına tüketiyoruz..
Paylaşmayı, paylaşamıyoruz...
Belki de sindiremediğin bunlar değil mi?..
Oysaki senin zayıf dediğin yüreğin cesur, yapamam dediklerin en yaptıkların. Gi
demem dediklerin gittiğin yerler olup, dayanamam dediklerinse, en direnç gösterdiklerin değil mi?..
Ve aynı acılara gebe olsa da yeni bir sürgüne hazırdır yüreğin dirençlerinle.
Öyle değil mi ?..
İnsan kendisi hazırlar kendi sürgünlerini.
Çıkışın; yalnızlığındadır sürgünlerden kurtulmanın…
Mehmet Ozan