İNSAN DÜŞÜNEN VARLIKTIR.

30 Kasım 2008 Pazar

SEVGİ ÜÇ TÜRLÜDÜR



SEVGİ ÜÇ TÜRLÜDÜR

Masumi Toyotome diye bir Japon yazmış.
"Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir" diye başlıyor.


- "Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz?" diye soruyor...Sonra anlatmaya başlıyor:

- "Sevgi üç türlüdür!.."

Birincinin adı "Eğer" türü sevgi!..

Örnekler veriyor: Eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim. Toyotome "En çok rastlanan sevgi türü budur" diyor. Bir şarta bağlı sevgi.. Karşılık bekleyen sevgi.. "Sevenin,istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak vaad edilen bir sevgi türüdür bu" diyor yazar..

- "Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi, karşılığı bir şey kazanmaktır." Yazara göre evliliklerin pek çoğu "Eğer" türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar. Beklentiler gerçekleşmediğinde de, düş kırıklıkları başlıyor. Sevgi giderek nefrete dönüşüyor. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile "Eğer" türüne rastlanıyor.

İkinci türe geçiyoruz: "Çünkü" türü sevgi... Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: "Bu tür sevgide kişi, bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır".

Örnek mi?.. "Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin. (Yakışıklısın!)" "Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki.." "Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki.." "Seni seviyorum.Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki..

- " Yazar, Çünkü türü sevginin, Eğer türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. Eğer türü sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz, hoş bir şey dir, egomuzu okşar. Bu tür, olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır.

Ama derin düşünürseniz, bu türün, "Eğer" türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki, bu tür sevgi de, yükler getirir insana.. İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer.

"O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi?" diye soruyor, Toyotome.. "Çünkü türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz" diyor.

Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var.. Birincisi.. "Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?" korkusu.. Tüm insanların iki yanı vardır. Biri dışa gösterdikleri.. Öteki yalnızca kendilerinin bildiği.."İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse" korkusu buradan doğar. İkincisi de.. "Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa.." endişesidir.
Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne?.."Ve işte sevgilerin en gerçeği!.
* * *
"Üçüncü tür sevgi benim ´Rağmen´ diye adlandırdığım türdür" diyor yazar.

Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için "Eğer" türü sevgiden farklı bu.. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için "Çünkü" türü sevgide değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan "Bir şey olduğu için" değil, "Bir şey olmasına rağmen" sevilir. Güzelliğe bakar mısınız?.. Rağmen sevgi..

Esmeralda, Qusimodo´yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına "rağmen" sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda´ya çingene olmasına "rağmen" tapar!.."Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. Bunlara ´rağmen´ sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karşılaşması şartı ile..
- " Burada insanın, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine "rağmen" olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor.

Japon yazar "Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur" diyor. "Farkında olsanız da,olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir." Bunun böyle olduğundan nasıl emin?.. Haklı olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor.. Şu soruma cevap verin" diyor.

- "Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz?.. Kendi kendinize ´Yaşamamın ne yararı var´ diye sormaz mıydınız?.." Devam ediyor Toyotome..

- "Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün.. Dünya birden bire başınızın üstüne çökmez miydi?. O an yaşam size anlamsız gelmez miydi?."

- "Diyelim sıradan bir yaşamınız var.. Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız?.." diye soruyor ve yanıtlıyor:

- "Böyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar." Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor "Rağmen" sevgiyi.. "Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni ´Rağmen´ türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da bir gün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır."

Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome.. "Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var.. Kimsede başkasına verecek fazlası yok" diye açıklıyor..

Anlatıyor.. Peki bu dünyada sevgi ne kadar var?.. Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar.. Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi.. Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor. Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz.. Hani nerede?.. Hepsi o.. Ve asıl çarpıcı cümle en sonda.. "Dünyadaki en büyük kıtlık, ´rağmen´ türü sevginin yeterince olmayışıdır!.."

27 Kasım 2008 Perşembe

ÖZLÜ SÖZLER


BÜYÜK LİDERLER,

YALNIZ YAŞAR VE YALNIZ ÖLÜRLER.
BU BAŞARILARININ BEDELİDİR.
(M.O)

26 Kasım 2008 Çarşamba

HAYATA DAİR!..


Eflatun a sormuşlar : “İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir?”Eflatun tek tek sıralamış:

Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler.

Ne var ki çocukluklarını özlerler…
***
Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler.

Ama sağlıklarını geri almak içinde para öderler…
***
Yarından endişe ederken bugünü unuturlar.
Dolayısıyla ne bugünü nede yarını yaşarlar.
***
Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar.
Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler…
***

Sıra gelmiş ikinci soruya;
“Peki sen ne öneriyorsun?

Bilge yine sıralamış;
Kimseye kendinizi “sevdirmeye” kalkmayın!
Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi “sevilmeye” bırakmaktır…

***
Önemli olan; hayatta “en çok şeye sahip olmak” değil, “en az şeye ihtiyaç duymaktır…”



5 YAHUDİ BİLGEDEN!..


"MUSA" der ki; "AKLINIZI KULLANIN,KÖLE OLAMAYIN."


"İSA" der ki; "KALBİNİZ VAR,SEVGİYLE YAKLAŞIN"

"KARL MARX" der ki; "AKIL,KALBİNİZ VAR.AMA! AÇSA OLMAZ."

"FREUD" der ki; "AKIL,KALP,TOKLUK TAMAM DA, CİNSELLİK OLMADAN OLMAZ."


"EINSTEİN" der ki; "BUNLARIN HEPSİ GÖRECEDİR."

25 Kasım 2008 Salı

ALIŞKANLIK

ALIŞKANLIK

Bir köylü kadın, bir danayı doğar doğmaz kucağına alıp sevmiş, sonra da bunu adet edinmiş, her gün danayı kucağına alıp taşırmış; sonunda buna o kadar alışmış ki dana büyüyüp koskoca öküz olduğu zaman, onu yine kucağında taşıyabilmiş. Bu hikayeyi kim uydurduysa, alışkanlığın ne büyük bir güç olduğunu çok iyi anlatmış olacak. Gerçekten alışkanlık pek yaman bir hocadır ve hiç şakası yoktur. Yavaş yavaş, sinsi sinsi içimize ilk adımını atar; başlangıçta kuzu gibi sevimli, alçak gönüllüdür ama, zamanla, oraya yerleşip kökleşti mi, öyle azılı, öyle amansız bir yüz takınır ki kendisine, gözlerimizi bile kaldırmaya izin vermez...



Bence en büyük kötülüklerimiz, küçük yaşımızda belirmeye başlar ve asıl eğitimimiz bizi emzirip büyütenlerin elindedir. Çocuk bir tavuğun boynunu sıkar, kediyi, köpeği oyuncak edip yara bere içinde
bırakır; anası da ona bakıp eğlenir. Kimi baba da, oğlunun savunmasız bir köylüyü, bir uşağı öldüresiye dövdüğünü, bir arkadaşını kurnazca ve kahpece aldattığını gördüğü zaman, bunu yiğitlik belirtisi sayarak sevinir. Oysa bunlar zalimliğin, zorbalığın, dönekliğin asıl tohumları, kökleridir; çocukta filizlenirler, sonra alışkanlığın kucağında, alabildiğine büyüyüp gelişirler. Bu kötü yönsemeleri yaşın
küçüklüğüne ve işin önemsizliğine bakarak hoş görmek tehlikeli bir eğitim yoludur. Önce şu bakımdan ki, çocukta doğa egemendir ve doğa asıl yeni tomurcuk salarken katıksız ve gürbüzdür; sonra da,
hırsızlığın çirkinliği, çalınan şeye göre değişmez ki: Ha altın çalmışsın, ha bir iğne. «İğne çaldı, ama altın çalmak aklına bile gelmez» diyenlere benim diyeceğim şudur: «İğneyi çaldıktan sonra niçin altını da çalmasın?» (Kitap 1, bölüm 23)

Kendimiz sandığımızdan çok daha zenginiz; ama bizi ordan burdan alarak, dilenerek yaşamaya alıştırmışlar: Kendimizden çok başkalarından yararlanmaya zorlamışlar bizi. (Kitap 3, bölüm 12)


MONTAİGNE

YURDUM İNSANI!..



22 Kasım 2008 Cumartesi

İNSAN KENDİSİNİN SÜRGÜNÜDÜR….


-->
İnsan zamanla bulunduğu ortamları veya yaşamın bazı kesitlerini kendisi yaratır yaratırken içinde sevinçlerini yaşatarak hep orada kalmasını ister.
Zaman hiç bir vakit durmadı ki...
Hergün yeni bir gün olarak uyanır geceden bıraktıklarınla.
Birde acılar vardır unutmak
istediğin ama bir türlü başaramadığın,geceler boyu uyutmaz seni,uyumaya çalışsan da karabasandır rahat vermez. O nedenle" hüzünlerin hiç bir zaman sabahı olamaz"...
Hep peşindedir hüzünler,umutsuzluk,yanılgı kaçsan da kurtulamazsın. Güneşin hiç bir zaman ısıtmaz yüreğini,hep üşür. Böyle zamanlarda yorgun hissedersin dayanamaz dersin yüreğim bunca acılara,belki de bir kaçış düşlersin.
Bu kaçışların beynindeki sürgünlerine yeni bir yol almaktır. Yeni sürgünlere hazırlanırken benliğin, sanki hep hazır bekliyordur götüreceklerini. Elbiselerin, ayakkabıların, gömleklerin, ayrılıkların, fotoğrafların ve bir tek şey seni alıkoymaktadır o da yeni düş kırıklıkları, acıları tekrar baştan yaşayabilme korkuları, karamsarlıkların; geceler boyu uykusuzluğunu yaşamak korkutur…
Bu ilk değildir kaçışların kendinden,
Başkada seçenek bulamazsın sürgünden diğer sürgünlere yol almaktan…
Ah! o yüreğin ki ne acılar yaşamıştır içinde boğduğun...
O yüreğin ki bir daha dönüşümü olmayan ne hatalar yapmıştır yaşamını biçimlendi
rirken...
Bir daha yapmayacağım diye pişmanlıklarınla doludur ...
Ne vefasızlıklar görmüştür umulmadık zamanlarda,umulmadık insanlardan. kırıldın,üzüldün,bitti dediğin anda hiç bir şey olmamış gibi kapını çaldılar ve sen yine hoş geldin dediğin...
Oysa ki yüreğini acıtan yaralar hiç kapanmadı ki...
Üzüntülerin
dir günler boyu kederi dinmeyen içindeki küfürlerin…
O yüreğinki ayrılıkları nedensiz yaşamıştır..
Bir tek aşkım diyebileceğin aşklar yaşamamışsındır. Yaşasan da beynindeki sürgünler izin vermemiştir ötesini yaşamaya...
Yorgunsun bedeninle kalkamazsın...
Kavgalısındır sabah
larla..
Kırgındır yaşam sana, sen yaşama
Bu sefer kesin gitmen gerekliliğini düşünürsün kendi sürgünlerine.
Ve seni böylesine yeni bir sürgüne itenleri kimse yine anlamayacaktır.
Dostun yoktur, dostluklar zedelenmiş artık…
Arkadaşlık, sırdaşlık, yoldaşlık mazideki fotoğraflardadır...
Hayallerin, umutların hep 80 öncesinde kaldı. Nostalji sevdalar, nostalji baharlar, şarkılar, içerken ağlamak bile nostaljik oldu şimdi ki zamanda
Gerçi sende o yıllarda kalan benliğini silemediğinden, değerleri yok sayamadığından sürgünlerini hala yaşıyorsun besbelli ama! Kabullenmelisin ki şimdikiler duyarsız, umursamaz küçük dünyalarında yalanlarıyla yaşamayı seviyorlar...
Eskiden halk evleri vardı, bilimden,felsefeden, dünyadan, haberin olsun diye ve parasızdı bilgi edinmenin bedeli. Şimdi ise dersaneler var tek tip asosyal insanla
r için.
Sıralar oluşurdu gazete bayilerinde ilk haberi ben okuyayım, okunmak içindi gazeteler, şimdi öylemi? yalan haberlerini satabilmek için sıralanıyorlar insanların peşlerine...
Eskiden aydın olmanın ağırlığı vardı, her şeyi göze alırdı, hapisleri, vurulmayı, aç kalmayı, Şimdi ise aydın olmak parayla eş değer görülmeye başlandı...
Eskiden sevdalar yaşanırdı günlerce, aylarca, yıllarca ve sevdalanmak bu derece ayaklar altına alınıp, ertesi gün unutulamazdı. Şimdi ise sevdalar saniyelerle yaşanmaya başlandı...
Eskiden öğretmenler; yerden yazılı bir şey bulursan oku derdi, şimdi ise yerden çocuklar ekmek, petşise, çöp topluyorlar...
Eskiden mahalle çeşmelerimiz vardı suları her zaman soğuk, ağzımızı dayayıp içerdik de, komşular bakır tas verip kızarlardı, ağzınızı dayamayın diye, şimdi ise; içtiğimiz sulara kanalizasyon karıştı, parayla içiyoruz petle
nmiş suları...
Eskiden kâğıt helvalarımız vardı, okul önlerinde satılan iştahla yediğimiz. Şimdi ise; patlamış mısırımız; popcorn..
köfte ekmeğimiz; hamburger adında..
lahmacunumuz; pizza oldu paketlenerek...
Her şeyimiz bir pakete yerleştirildi,ruhumuz,benliğimiz,kişiliğimiz paketler halinde maskelendi ve maskelerimizde yalnızlığı yaşıyoruz tek başına ve korkuyoruz maskemizi çıkarmaktan. Belki çıkarsak yaşamla tekrar barışsak, özeleştirilerimizi yapsak,kendimizle barışsak daha rahat yaşamla yaşamaktan... Oysa ki tüketerek yaşıyoruz,yaşamı...
İşin kötüsü; tek başına tüketiyoruz..
Paylaşmayı, paylaşamıyoruz...
Belki de sindiremediğin bunlar değil mi?..
Oysaki senin zayıf dediğin yüreğin cesur, yapamam dediklerin en yaptıkların. Gi
demem dediklerin gittiğin yerler olup, dayanamam dediklerinse, en direnç gösterdiklerin değil mi?..
Ve aynı acılara gebe olsa da yeni bir sürgüne hazırdır yüreğin dirençlerinle.
Öyle değil mi ?..
İnsan kendisi hazırlar kendi sürgünlerini.
Çıkışın; yalnızlığındadır sürgünlerden kurtulmanın…
Mehmet Ozan

16 Kasım 2008 Pazar

İNSANA SAYGI

İNSANA SAYGI

Profesör Üstün Dökmen, Hayvan dergisinde yayimlanan röportajinda, "Yere düsen ekmegin üstüne basan insan görmedim ama yere düsen insani tekmeleyen çok kisi gördüm" diyor... Saygili olmaktaki kusurlarimizi söyle anlatiyor:

- Birbirimize saygili olma konusunda 3 tip temel hatamiz var...

Avrupa'da yasayan vatandasimiz, orada yerlere çöp atmiyor ama Kapikule'den girer girmez yerlere tükürmeye, çöp atmaya basliyor. Niye burada böyle yapiyorsun diye soruldugunda, herkes böyle yapiyor diyor. Kendi fikri olmayan insanin duruma göre hareket etmesidir bu.

Ikinci hatamiz, adama göre davranmamiz. Karsimizdaki adam iri yariysa, 'Buyur Abi', diyoruz, ufak tefekse, 'Ne var lan!' diyoruz. Oysa ki, insanlarin onuru birbirine esittir.

Üçüncü hata, keyfimize göre davranmak. Keyfimiz yerindeyse eve girerken 'Merhaba millet' diyoruz, degilse surat asiyoruz. Oysa keyfimiz yerinde olsun olmasin insanlara saygili davranmak zorundayiz.

Diyorum ki, yerdeki ekmege saygili olma konusunda ülkemde mutabakat var, kimse basamaz, ayagiyla dürtüklemez ya da öper, koyar bir kenara.

Ekmek nimettir kabul, peki insan nimet degil mi?

SEVGİ

SEVGİ

Tüketmek için bunca acele ettiğiniz takvim yapraklarına onca hızla çevirdiğiniz akreplere yelkovanlara ,içine gönüllü daldığınız o insafsız rutin çarkına şöyle bir uzaktan baktığınızda ne hissediyorsunuz? "Ne kadarı benim hayatım" diye soruyor musunuz? Ne adarını başkaları yaşamış benim yerime.... Ya da ben başkalarının?.. "Aynadakinin ne kadarı ben'im, ne kadarı oynadıklarım? Sevgiyi koydum kum saatinin dolu dizgin akıp giden kumlarının her bir zerresine.... Çünkü bir tek sevgi var elimizde; bunca yıldan damıtılıp gelen.. Yine bir tek o kalacak, yaşanacak yıllarından geriye... Bir tek sevgi olacak bunca telaştan artakalan ötesi yalan......
Can Dündar

İYİLER ERKEN ÖLÜR

İYİLER ERKEN ÖLÜR

İyiler erken ölür birini ay çağırır, öbürünü denizler, bir diğerini uçurumlar; iyiler hissederler önce, iyiliklerine bu hayatta yer olmadığını. Bu hayatın kötülere, çıkarcı ve acımasız olanlara göre düzenlendiğini hissederler....

Acı verir onlara iyi kalplerini karanlık bir yerde gizlice terk etmek. Ne kadar acı verse de onlara ait olmayan bu dünyayı herkesten daha çok ciddiye alırlar bu yüzden. Belki gizlice fark eder, belki gizlice unutmak isteriz. Çünkü onlar gözlerimize bakarlar. Gözlerimizde gözlerimizi ararlar. Hiç umut yok mu, der gibi bakarlar. Kanayan bir özlemle bakarlar. Çünkü onlar için en kötüsü bile bile yaşamaktır. Ve asıl acısı kendilerine yar olmayan bu dünyada yaşıyor gibi yapmaktır onlar için. Yaşamadan yaşıyormuş gibi yapmak.

Geride kalanlar bilmese de iyilerin incitilmiş kalpleriyle yaşadıklarını. Sonunda iyiler erken ölür.

Erken ölmüş görünseler de, bu dünyada en çok bekleyen iyilerdir. En derinlerinde yaşamak beklemektir onlar için. Çevrelerinde hep acele eden insanlar vardır oysa. Hep isteyen, hep arzulayan, hep başarmak derdinde olan... Soluk soluğa, telaşlı, hoyrat.

Oysa iyiler kendilerinden ne istenirse karşılıksız verirler. Dostluklarını, zamanlarını, ışıklarını gerekirse bedenlerini, enerjilerini. Bu dünyanın kendilerine yar olmadığını ve olmayacağını anladıkça hesap sorarcasına, karşısındakini biraz olsun sarsabilmek için ve çoğu kez hayatlarını yok sayarcasına verirler. Ama ne yaparlarsa yapsınlar horlanmaktan kurtulamazlar.

Bu dünyanın en zavallı, en güçsüz kötüsü bile iyinin kokusunu alır. Hisseder onun başka yere ait sonsuz bir misafir olduğunu. Hissedince izin verir içindeki cellada.

Oysa iyilerin kurbanı başkaları değil sadece kendileridir. İçlerindeki dinmek bilmeyen acı işte buradan gelir. Bazen öyle çok severler ki, kendilerini bile kimsesiz bırakırlar. Kendilerini en çok derin ve öksüz bir acıyla hatırlarlar bu yüzden. Bir gönül yıpranmasıyla.

Yaptıkları her eylemin, söyledikleri her sözün onları biraz daha kirlettiğini, biraz daha aşağı çektiğini bildikleri halde, bilmezlikten gelirler. Bu dünyaya, bu hayata duydukları her umudun, yaptıkları her eylemin, söyledikleri her sözün, içlerindeki acıyı biraz daha dilsiz, biraz daha kimsesiz ve çıplak bıraktığını bildikleri halde bilmezden gelirler.

Bu boşuna inanış kendilerine duydukları o derin kırgınlık olarak geri döner sonu da. Hayat değildir, suçlu olan bu binler yıl önce koyulmuş olan insanlık yasaları da değil. Bir suçu varsa, olması gerekiyorsa bu yine kendileridir. Böyle hissetmeye ikna ederler kendilerini...

Yinede geride kalanlar bilmeseler de onların incitilmiş kalpleri sayesinde yaşadıklarını, iyiler erken ölür.......(İSİMSİZ)

9 Kasım 2008 Pazar

Yalnızlığa alışmalı...



Bavulları hep toplu durmalı insanın...
Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...
Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vaz­geçmeli...
İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...
Yalnızlığa alışmalı...
* * *
Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senet­lerinden biri artık...
Bireyin keşif çağı, geride kı­rık dökük yalnızlıklar bıraktı.
Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.
* * *
İşte o yüzden alışmalı yalnız­lığa...
Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşı­lan gecelerde başım dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...
Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına...
"Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşmılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne...
Telesekretere "şu anda size cevap verebilecek kim­se yok" denmeli, "... belki de hiçbir zaman olmaya­cak..."
Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...
* * *
Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.
Haklılığın onuru yaşatır insanı... Susmanın utancı öldürür.
O yüzden en sessiz gecelerde ''doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan...
Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle he­saplaşmaya çalışmalı...
Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır ol­malı...
Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli...
Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...
* * *
Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...
Yollarla barışmalı...
Yalnızlığa alışmalı...

8 Kasım 2008 Cumartesi


Sonsuza Dek Özgürlük!


bu maskenin altında bir yüz var...
ancak benim değil.
ne altındaki kaslardan daha "ben"dir o yüz...
ne de altındaki kemiklerden.
bu maskenin altında etten daha fazlası var.
bu maskenin altında bir fikir var!
ve fikirler kurşun geçirmez!..
***
hatırla, 5 kasım'ı hatırla
barut ihanetini ve komplosunu
zaten aklım almaz
barut ihanetinin
neden unutulacağını
ama ya adam? biliyorum,
adı guy fawkes idi...
bu ülkeye
neyin unutulduğunu anımsatmak için.

400 yıldan fazla bir süre önce,
bu vatansever,
kasımın 5'ini...

ebediyen hafızamıza kazımayı diledi.
hayali, eşitlik, adalet ve özgürlüğün
kelimelerden öte olduğunu...

dünyaya anımsatmaktı.
kelimeler görece kavramlardır.
eğer bir şey görmüyorsanız…
***
ve biliyorum;
1605'de parlamento binası'nı patlatmaya çalıştı.
ama kimdi gerçekte?
neye benziyordu?
bize fikirleri hatırlayın dendi,
adamı değil.

çünkü bir adam başarısız olabilir.
yakalanabilir, öldürülebilir ve unutulabilir.
ama 400 yıl sonra...
bir fikir hâlâ dünyayı değiştirebilir.
***
fikirlerin gücüne bizzat şahit oldum.
fikirler adına öldürülen
ve
fikirleri savunurken
ölen insanları gördüm.

yalnız,
bir fikri öpemez
ona dokunamaz
veya onu tutamazsınız.
fikirler kan ağlamaz.
acıyı hissetmezler.
sevmezler.
diyorum ki,
bu gece
o rıhtımlara gidip
abd’ne ait her şeyi yerle bir edelim!

kim benimle birlikte?

söyleyin, hanginiz benimle?

her şeyi
ama her şeyi olan bir ülkeydi orası...

ama şimdi,
20 yıl sonrası, ne olacak?

dünyanın en büyük cüzamlı topluluğu!

başlattıkları savaş değildi.
saldıkları veba değildi.

hüküm'dü.

kimse geçmişinden kaçamaz.

kimse hüküm'den kaçamaz.
toplumlar, kendi devletlerinden korkmamalı.

devletler, kendi toplumlarından korkmalı.

bina nasıl bir sembolse, onu yıkma eylemi de bir semboldür.
sembollere anlam kazandıran insanlardır.
tek başlarına semboller anlamsızdır ama yeteri kadar insanla...

bir binayı havaya uçurmak dünyayı değiştirebilir.
şiddet iyi amaçlar için kullanılabilir.
***
bu maskenin altında bir yüz var...

ancak benim değil.

ne altındaki kaslardan daha "ben"dir o yüz...
ne de altındaki kemiklerden.
bu maskenin altında
etten daha fazlası var.
bu maskenin altında bir fikir var!
ve fikirler kurşun geçirmez!..

bu gece size en ciddi yeminimi ediyorum...
adalet hızlı olacak...

dürüst olacak....
ve merhametsiz olacak.

Andy and Larry Wachowski / V For Vendetta

Yaşayalım Ki


Seninle yaşlanmak istiyorum. Seneler geçsin, sen beni bil, ben seni bileyım istiyorum. Benim olduğu kadar dostlarının, dostlarının olduğu kadar benim ol istiyorum. Nice sıkıntı ve zorluk yaşayıp anlatalım.

Yaşayalım kı, öğrenelim hayatı ve destek çıkmayı. Birbirimizin omuzlarında ağlamalıyız. Sen çok dertlenip, içip, arkadaşlarınla eve gelmelisin. Paylaşmalı ve beraber sıkılmalıyız. Öyle ki, yalnız sıkılmak sıkmalı bizi.

Yaşayalım ki, paramız olunca sevinelim. Güzel günlerimizi, evimizde, bır şişe şarap ve pijamalarımızla kutlamalıyız. Ya da bazen dostlarla ucuz biralar içerek... Böylece yaşamalıyız işte.

Sonra çocuğumuz olmalı, düşünsene, senin ve benim olan bir canlı. Geceleri ağladıkça sırayla susturmalıyız. Sen arada mızıkçılık yapmalısın. Ve ben söylenerek sıranı almalıyım. Yorgun olduğum için yemek yapmamalıyım, söylenerek yumurta kırmalısın. Hava soğukken birbirimize sıkıca sarılıp yatmalıyız.

Zaman su gibi akıp giderken, herşey yaşanmış bir hayatımız olmalı. Herşeye rağmen hiç bıkmamalıyız birbirimizden. Mutlu da olsa, kötü de olsa, yaşadığımız günler bizim günlerimiz olmalı. Saçlara düşünce aklar ya da gidince aklar, çocukları güvence altına alıp gitmeli bu şehırden.

Kavgasız, her sabah gürültüyle uyanılmayan, sessiz bir yere gitmeliyiz. Geceleri balkonda denizi seyredip, sandalyelerimizde sallanmalıyız. Eve gelip, benden kahve istemelisin. Çocuklar gelmeli zıyaretimize, geçmışteki hareketli günlerimizi anımsamalıyız...

Öyle sevmelisin ki beni, bu yazdıklarım korkutmamalı seni. Tebessümler açtırmalı yüzünde. Bir gün bu hayatı bırakıp giderken, sadece mutluluk olmalı yüzümüzde, birbirimizi sevmenin gururu olmalı \"herşeyde\".

Can Yücel