İNSAN DÜŞÜNEN VARLIKTIR.
24 Kasım 2016 Perşembe
16 Kasım 2016 Çarşamba
Bize ne lazım?
Ya derine indim yüzeye çıkamıyorum,
Ya da kendi içimde kayboldum kendimi bulamıyorum…
Efendim hangisiyse iki kelime edeceğim size dostane…
İnsan ne demekti? Neye ihtiyaç duyardı?
Klasik sorular değil artık bunlar farkında mıyız? Şöyle bir kuş olup bakın güzel ülkemize… Daha da yükselin bir bakıverin hele şu dünyaya… Arzu eden daha da yükselebilir…
Ne eksik sizce? Af edersiniz, ne var?
Görüntülerin aldatmacasında, yalnızca kendimizi kandırarak sürdürdüğümüz bir suni yaşamdan ibaret artık hayatımız… Hani Ümit Ustanın domates çorbası tarifine bakar gibi linkler siteler ya da bloglar çıkarsa karşınıza internetten “İnsan olmak ne demektir?” diye lütfen hiç şaşırmayalım.
Hastalanan köpeğimizi götürmek için caddede aranıp durduğumuz “Veteriner” tabelalarını arar gibi “İnsan Rehberi” tabelalarına da rastlarsak hiç mi hiç şaşırmayalım…
Her şey olmayı beceriyor da niye bir türlü insan olamıyoruz ki biz? Nedir bu bizi bizden ta uzaklara götüren şeyler?
Kimi dağa çıkmış, kendi can güvenliğini sağlayan kardeşini öldürüyor?
Kimi almış eline bir din mektubu haberi yok tersten okuyor…
Kimi üzgün, kimi mazlum, ‘ah’ları göğe yükseliyor…
Kiminin yüreğine ateş düşmüş, kimi diskoda barda aynı anda göbek atıyor…
Kimi yüreğine sabrı öğretirken kimi ise küfrediyor…
Kimi kendine dokunmayan yılan bin yıl yaşasıncı olmuş, sözüm ona kişiselleşmiş, birey olmuş (?) lakin özünü unutmuş…
Kimi nasıl daha fazla kazanırım derdinde, kimi nasıl daha fazla kurtulurum kendimden…
Kimi doğuyor, kimi ölüyor…
Kim bu kimler? Ben kimim? Sen kim?Ah nasıl da çokmuşuz? Aslında bir varmışız bir yokmuşuz…
Biter mi sizce bu kimileri? Peki neden bitmez? Kimse aynayı kendine çevirme cesaretinde değil de ondan, hep o var, hep şu, hep bu… Hiç işaret ederken bir parmağımızın da kendimizi gösterdiğine dikkat ettik mi? Şikayetimiz var, doğrudur. Fakat önce kendimi düzeltebilirsem, bu şikayet ettiğim sistemin çökeceğini kaç kişi idrak edebiliyor sorarım hepimize?
Şekillere takılıp insanın içine bakabilen kaç kişiyiz peki? Üzerime günahımı örter gibi örttüğümü sandığım ve kaç yüz milyona satın aldığım o örtüm ve türbanımın kaç fakirin karnını doyuracak para olduğunu hesaplayacak da zekâya sahip kaç kişiyiz? Ya da havuz başında güneşlenirken bir şehidin ölümüyle kaç kişi güneş kremini sürmeye devam etmekten vazgeçip bize ne oluyor diye soruyor? Ancak internet üzerinden işin dedikodusunu yapabiliyoruz ne acziyettir ki bu bitmek bilmeyen…
Kuran’ı okuyoruz diyenlere lafım (idrakinde olanlar zaten üzerlerine alınmazlar) Acaba biz Kuran’ı tersten mi okuyoruz? Sosyal medyada “Zenginliğimden uyuyamıyorum” diye yazmış birileri. Rabbim sen fakirliğimizi arttır diyesim geldi bir an… Sahibi olmadığımız, tabiriyle şu üç günlük dünyada biz en çok bize ettik ve etmeye devam ediyoruz. Çoğaldıkça benler bir türlü toparlanamıyor kendimizde, gittikçe uzağa gidiyoruz. Ölmekten korkuyoruz sonra, sanki can da beden de bizimmiş gibi davranıyoruz. Hastaları hastanelere, suçluları ceza evlerine, delileri akıl hastanesine tıktık ya sanki dışarısı cennet, dışarıdakiler masummuş gibi…
Bize bir insan lazım insanlığımızı hatırlatacak…
Bize bugün “Gerçek bir Müslüman” lazım, Müslümanlık neydi anlatacak…
Bize bugün bir yürekli insan lazım ülke yönetimine Hakkın adaletini halka getirecek, kul hakkını gözetecek…
Bize bugün fazlaca sahibi olmak istediklerimizin ve sahip olduğumuzu zannettiklerimizin, yarın toprak ana tarafından asla kabul görmeyeceğini anlatan bir biz lazım…
Bize bugün ömrümüzü sahibi olmak uğruna boş yere harcadığımız ve bizi asla mutlu edemeyen dünyaya ait her ne varsa kurtulursak cenneti bulacağımızı anlatacak bir dost lazım…
Bize bugün bir insanlık tabelası lazım durmadan yanlış yöne gittiğimizi hatırlatacak…
Bize bugün bizi kişiselleştiren hiçbir şey lazım değil! Hepimizin birliğini hatırlatan bir biz lazım…
Bize bugün biz ne demek anlatan bir biz lazım…
Bize en çok da ahde vefa, hatırlamak idraki, her an yaratılmakta olan cenneti görebilecek bir göz, asıl sesimizi duyacak bir kulak, gözyaşı döken mazlumla ağlayabilecek temizlikte bir yürek lazım…
Allah’ım, Lütfen lütfet Bizi Bize …
Bize ne lazım?
Yalnızlık insana mahsustur
Yalnızlık insana mahsustur. Çünkü hiçbir Tanrı, inananları olmaksızın Tanrılığını bilemeyecek, yalnız kaldığı sürece Tanrı olamayacaktır. Hiçbir Tanrı yalnız değildir. Tanrı kendini bilmek için yaratacak, yarattıkça tanrılaşacak, o büyük yalnızlığı ortadan kalktıkça adına tanrı denilecektir. Tanrı yalnızlıktan azadedir. Yalnız olan ve olacak olan insandır. Yalnızlık insan icadıdır.
Yalnızlık öğretendir. Çünkü insan en çok yalnızken konuşur kendiyle, yalnızken dertleşir. Ve birine ihtiyaç duyduğu için değil, neden yalnız olduğunu anlamak için kendiyle söyleşir. O yeri gelir acımasız bir öğretmen olur, yeri gelir idam sehpasını önünüze kor. İlmeği boynunuza geçiren cellat ve seyreden kalabalıkta size ağlayan annenizdir.
Yalnızlık sığamamaktır. Yatağınıza, odanıza, sokağınıza, kentinize ve bu dünyaya sığamama halidir. Ansızın bir kitabın sayfalarından çıkıp yakanıza yapışan cümlelerin ve en sevdiğiniz şarkının notalarının bir araya gelip sizi fütursuzca boğmaya çalışmasıdır. Yalnızlık ruhun bedene dar gelmesidir. Bu nedenle acıtandır yalnızlık. Ve Cibran’ın susuzlukla bezenmiş yüreğidir: “Uzundu şu çepeçevre surların içinde acı çekerek geçirdiğim günler ve yalnızlık dolu geceler, bitmek bilmeyen; hem kim ayrılabilir ki acılarından ve yalnızlığından pişmanlık duymadan… Ne üzerimden çıkarıp attığım bir giysi ne de geçmişe gömülecek bir anı, kendi ellerimle parçaladığım bir ten, açlık ve susuzlukla bezenmiş bir yürektir bugün…”
Yalnızlık bilincinde olmaktır. Başınızı yastığa koyduğunuzda değil, her sabah gözünüzü dünyaya açtığınızda yaşadığınızdır. Güzel bir haberi paylaşmak için annenizi arayamama halinin kendisidir. Ağırdır. Babanın sesinden mahrumiyet, kardeşin sıcaklığından azade olmaktır. Acıtır. Onun üstesinden gelmeye çalışmaksa bir çocukluk hastalığı, bir kendini bilmezliktir. Çünkü yalnızlığın üstesinden gelmek Tanrılaşmaktan başka bir şey değildir. Şirktir, günahtır. Çünkü yalnızlık Tanrıya değil insana mahsustur.
Ve bir bankın öteki yarısıdır yalnızlık. Derin bir boşluktur.
Bir anda unutuluvermektir bir kalabalığın orta yerinde. Evet, yalnızlık unutulmaktır en fazla. Ve bazen sahip olduğunuz tek şey olup çıkıverir. Özlemek ama söyleyememek, özlemek ama anlatamamak, özlemek ama fısıldayamamaktır kulaklara. Yalnızlık insan olmanın gereği, acısı, kaderi ve cilvesidir. Metin Altıok’un bedenindeki izdir yalnızlık: Ve bırakıp gittiğinde/ Bir küçük boşluk kalsın/ Alnını dayadığın yerde;/ Bir yalnızlık işareti/ İşleyen ta içime.
Yalnızlık insanlığa en yakın haldir. İnsanın en yalnız olduğu an, en insan olduğu andır. Çünkü insan en çok yalnızken özler, yalnızken korkar, yalnızken sever, kendini yalnızken koklar. Yalnızken hatırlar, yalnızken dokunur kendi kendinin yüreğine. İnsan en çok yalnızken kendidir. Hasan Ali Toptaş ustanın dediği gibi “Yalnızlık, karanlığı çocukluğumuzdan kalmış/ bir çocuktur/ İçimizin içinde oturup ihtiyarlığımızı yaşar/ Gözleri gözlerin görmediğidir dünden beri/ Elleri ellerin/ Gelecekte yazmadığı”…
Yalnızlık bir kalbin dolmayan boşluğudur azcık. Çünkü insan içi doldurulamayacak kadar derin bir boşluktur. Onu doldurabilen tek şeydir yalnızlık. Yalnızlık insana mahsustur.
Ali Murat İrat
Bizi eksikliklerimiz değil fazlalarımız őldürüyor
Şőyle bir düșünüyorum da, gereğinden fazla ALINGAN, KİNCİ, NEGATİFİZ…
Yani bir birey olarak gereğinden fazlayız her șeyde…
Gereğinden fazla AGRESİF, ACIMASIZ, AFFETMEZİZ…
Aynaya baktığımızda kendimizi gerçek kendimiz olarak değil de, algımızda yarattığımız bir yabancı olarak gőrüyoruz sanki. Hatasız ve günahsızız ve her zaman haklı çıkmıș olmanın o dayanılmaz hafifliğini yașamak istiyoruz. Neredeyse kendimizi gőkten kendisine kitap inmiș bir peygamber gibi gőrüyoruz.
Oysa hepimiz herkes kadar olanlardan sorumlu ve kirliyiz; IRMAK KİRLİYSE IRMAĞIN İÇİNDEKİ HERKES KİRLİDİR. Vebu sistemde YAŞAM KİRLİ BİR IRMAKTIR ARTIK, bizi her geçen gün daha da kirli sulara tașıyan.
Yani bir birey olarak gereğinden fazlayız her șeyde…
Gereğinden fazla AGRESİF, ACIMASIZ, AFFETMEZİZ…
Aynaya baktığımızda kendimizi gerçek kendimiz olarak değil de, algımızda yarattığımız bir yabancı olarak gőrüyoruz sanki. Hatasız ve günahsızız ve her zaman haklı çıkmıș olmanın o dayanılmaz hafifliğini yașamak istiyoruz. Neredeyse kendimizi gőkten kendisine kitap inmiș bir peygamber gibi gőrüyoruz.
Oysa hepimiz herkes kadar olanlardan sorumlu ve kirliyiz; IRMAK KİRLİYSE IRMAĞIN İÇİNDEKİ HERKES KİRLİDİR. Vebu sistemde YAŞAM KİRLİ BİR IRMAKTIR ARTIK, bizi her geçen gün daha da kirli sulara tașıyan.
***
Kendimizden kaçıyoruz, ancak sığınacağımız bir yer de yok kendimizden bașka.
Baskısı tükenmiș olan “Sana Mektuplar” adlı kitabımda șőyle yazmıștım bir zamanlar:
“SEN DE KENDİN OLMAKTAN KAÇMIŞTIN ÇOĞU ZAMAN. Hep başkalarının istediği gibi davranmış ve başkası olmak istemiştin. Kendi trajik sonuna hızla yaklaşıyordun da, henüz bu gerçeğin farkında değildin.
Oysa ben farkına varmıştım gerçeğin o zamanlar: KENDİN OLAMIYORSAN HİÇ KİMSE OL; böyle düşünüyordum. Önce başkası olduktan sonra yeniden kendisi olabilmek imkansızdı. Ama hiç kimse olduktan sonra insanın kendisi olabilme şansı vardı.
Başkası da olamıyordun, çünkü BAŞKASI KENDİSİYDİ, SENSE SENDİN. Sen kendin olabilirdin ancak, başkası olamazdın. Ama belki de bunu öğrendiğinde senin çok geçti, kendi acizliğine çoktan teslim olmuştun.
Sana bunları söylemekten acı duyuyorum. Ama ÖMRÜMÜZ KENDİMİZE İTİRAF EDEMEDİĞİMİZ GERÇEKLERİ BAŞKALARINA ANLATMAKLA GEÇMEDİ Mİ?” (Anar, “Sana Mektuplar”, Hera Yayıncılık, 2000)
Baskısı tükenmiș olan “Sana Mektuplar” adlı kitabımda șőyle yazmıștım bir zamanlar:
“SEN DE KENDİN OLMAKTAN KAÇMIŞTIN ÇOĞU ZAMAN. Hep başkalarının istediği gibi davranmış ve başkası olmak istemiştin. Kendi trajik sonuna hızla yaklaşıyordun da, henüz bu gerçeğin farkında değildin.
Oysa ben farkına varmıştım gerçeğin o zamanlar: KENDİN OLAMIYORSAN HİÇ KİMSE OL; böyle düşünüyordum. Önce başkası olduktan sonra yeniden kendisi olabilmek imkansızdı. Ama hiç kimse olduktan sonra insanın kendisi olabilme şansı vardı.
Başkası da olamıyordun, çünkü BAŞKASI KENDİSİYDİ, SENSE SENDİN. Sen kendin olabilirdin ancak, başkası olamazdın. Ama belki de bunu öğrendiğinde senin çok geçti, kendi acizliğine çoktan teslim olmuştun.
Sana bunları söylemekten acı duyuyorum. Ama ÖMRÜMÜZ KENDİMİZE İTİRAF EDEMEDİĞİMİZ GERÇEKLERİ BAŞKALARINA ANLATMAKLA GEÇMEDİ Mİ?” (Anar, “Sana Mektuplar”, Hera Yayıncılık, 2000)
***
Tolstoy diyor ki, “Herkes dünyayı değiștirmeyi düșünüyor, ama kimse kendisini değiștirmeyi
düșünmüyor.”
Çünkü hepimiz kendimizin sütten çıkmıș kașık kadar ak ve mükemmel olduğunu düșünüyoruz. Oysa bir diğerinden daha akıllı değiliz; ya da etrafımızdaki kișiler sandığımız kadar aptal değiller ve biz de herkes kadar kirliyiz. Kendini beğenmișlik ve içi boș kibir ise paçalarımızdan yere akıyor.
Özgürlükten sőz ediyoruz durmadan, ama bașkalarının bizden farklı düșünebileceği gerçeğini bir türlü kabullenmiyor ve en küçük eleștiriye bile gelemiyoruz. Kabuğumuza çekiliyor, küsüyoruz.
düșünmüyor.”
Çünkü hepimiz kendimizin sütten çıkmıș kașık kadar ak ve mükemmel olduğunu düșünüyoruz. Oysa bir diğerinden daha akıllı değiliz; ya da etrafımızdaki kișiler sandığımız kadar aptal değiller ve biz de herkes kadar kirliyiz. Kendini beğenmișlik ve içi boș kibir ise paçalarımızdan yere akıyor.
Özgürlükten sőz ediyoruz durmadan, ama bașkalarının bizden farklı düșünebileceği gerçeğini bir türlü kabullenmiyor ve en küçük eleștiriye bile gelemiyoruz. Kabuğumuza çekiliyor, küsüyoruz.
***
Bir fil gibi asla unutmuyoruz…
En küçük bir düșünce ayrılığında ya da kırgınlıkta en iyi dostlarımızı feda ediyoruz…
Belki kolay değil bunu yapabilmek, ama geçmișe baktığımızda insanlarla yașadığımız kőtü deneyimler yerine iyi deneyimleri anımsamak, affetmek, hatadan geri dőnmek, őzür dilemek, yüzleșmek bize iyi gelecektir.
SEVGİMİZ BİLE GEREĞİNDEN FAZLA… Bıktırıyoruz… Uzaklaștırıyoruz.
Kısacası gereğinden fazla olmamız her șeyi kőtüleștiriyor…
Öğrenmemiz VE İHTİYACIMIZ OLAN tek șey BİRAZ ÖLÇÜLÜ, MÜTEVAZI, OLGUN OLMAK…
BİZ KENDİMİZE FAZLAYIZ ASLINDA…
Bizi eksikliklerimiz değil de, iște bu fazlalarımız őldürüyor…
En küçük bir düșünce ayrılığında ya da kırgınlıkta en iyi dostlarımızı feda ediyoruz…
Belki kolay değil bunu yapabilmek, ama geçmișe baktığımızda insanlarla yașadığımız kőtü deneyimler yerine iyi deneyimleri anımsamak, affetmek, hatadan geri dőnmek, őzür dilemek, yüzleșmek bize iyi gelecektir.
SEVGİMİZ BİLE GEREĞİNDEN FAZLA… Bıktırıyoruz… Uzaklaștırıyoruz.
Kısacası gereğinden fazla olmamız her șeyi kőtüleștiriyor…
Öğrenmemiz VE İHTİYACIMIZ OLAN tek șey BİRAZ ÖLÇÜLÜ, MÜTEVAZI, OLGUN OLMAK…
BİZ KENDİMİZE FAZLAYIZ ASLINDA…
Bizi eksikliklerimiz değil de, iște bu fazlalarımız őldürüyor…
Erol Anar
22 Eylül 2015
22 Eylül 2015
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)