İNSAN DÜŞÜNEN VARLIKTIR.

29 Aralık 2016 Perşembe

Kendi İçinden Başka Her Yerde Yabancısın

eswsa

“Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok.
 Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.”
Mevlana

Nereye gidersen git!
İstersen yerin yedi kat dibine, istersen dünyanın öteki ucundaki bir tepenin zirvesine…
İstersen uzaya, ışık hızıyla çok uzaktaki bir gezegene git, gerçekte kendinden başka gidebileceǧin hiç bir yer yok.
Gidebileceǧin tek yer kendi iç dünyandır. Sana en uzak ve  en yakın yer orasıdır.
Nerede ve kimde ararsan ara, kendinden başka sıǧınabileceǧin hiç kimse yok. İnsanın en gizli ve en büyük sıǧınaǧı kendisidir.
Kendi içine saklananı kimse bulamaz.
Hayatın en karmaşık gizlerine giden  yollar, insanın kendi içinden başlıyor. Neyi ararsan ara, önce kendi içindeki gizleri çözmediǧinde, hayatın gizine de ulaşamazsın.
Bütün yollar insanı kendisine götürür, ama bunun için önce insanın kendini arama, iç sorgulama serüvenine girmeye karar vermesi gereklidir. İnsanın kendisini arama serüveni risklidir, çünkü kendini ararken kendini tamamen kaybedebilir de. Kendini ararken, kendinden uzaklaşabilir de. Ancak yine de kendine ve hayatın sırrına, anlamına ulaşmanın tek yolu da budur. Gerçek insanın içindedir, onu keşfederek dış dünyanın gerçeǧiyle bütünleştirdiǧinde, işte o zaman hayatın tüm sırlarını öǧrenmeye ve gerçeǧe ulaşmaya da yaklaşacaktır.
Rollo May, insanın kendini sorgulayabilmesi için, önce benliğinin farkında olması zorunlu  olduǧuna dikkat çekerek şöyle der:
“Kendimizin farkına varma’ yolculuğuna çıkmadan ve içimizdeki güç odaklarını keşfetmeye başlamadan önce şu soruyu soralım kendimize: Bizim aradığımız benlik anlayışı nedir, tam olarak neyin peşindeyiz ?” [1]
Toplumsala giden yol da, önce kişinin kendine doǧru adım atmasından, kendisini tanımasından geçiyor. Özgür birey olamayan kişi, toplumun da bir parçası olamaz; olsa olsa işlevsiz bir vidaya dönüşür. Böyle bir insan, ancak kalabalıklar içerisinde kaybolmuş, silik, sıradan bir kişilik oluverir.
 hffhhf
hffhhf

                                                                                                     Ben  ne kadar benden oluşuyorum?
  “Yeryüzündeki tek gerçek mutluluk,
kendi sahte kimliǧimizin
zindanından kaçabilmektir.”
“V for Vendetta” (2005)

Mevlana’nın dediǧi gibi, “Sende senden ne var?” diye sormalıyız kendimize.
Ben  ne kadar benden oluşuyorum, yoksa ben sandıǧım şeyler aslında başkaları mı? Kendi özelliklerim sandıǧım şeyler, aslında başkalarının taklit ettiǧim özellikleri mi? Ben ne kadar kendimim; saf, öz kendim?.. Yoksa saf ve öz kendim, yalnızca bir yanılsamadan mı ibaret?
İnsanın kendisi olması, aslında başkası olmasından ya da kendisine yabancılaşarak başkasını taklit etmesinden çok daha zordur.
Her şey olabilirsin: Bir kral, bir zengin, bir ünlü. Fakat böylelikle kendin olmuş olmazsın. İnsanın kendisi olması, bütün bunları olmasından çok daha zordur. İktidar, zenginlik ve ün, işte bunlar çoǧu zaman kişinin kendisine giden yolu kapatan duvarlardır.
“Bu içsel doğa bilimsel ve nesnel (daha doğrusu, doğru bir “bilim” anlayışı ile yapılan) çalışmanın konusu olabilir ve bu iç doğanın nasıl bir şey olduğu keşfedilebilir (keşfetmek- icat etmek ya da yapmak değil). Aynı şey, iç-arayış ya da psikoterapi yolu ile öznel bir şekilde de yapılabilir. Bu iki girişim de birbirini tamamlar ve destekler. Bu deneysel teknikler genişletilmiş bir insancı bilim felsefesinin konusu olmalıdır.”[2]
İçimizde bir doǧa vardır. Bu doǧayı keşfetmezsek, aǧaçlar yapraklarını dökecek, o doǧa giderek kimliǧini, özgünlüǧünü yitirecektir. Bir boşluktur bunun ötesi içimizde, sınırsız ve anlamsız bir boşluk duygusu, hepsi bu işte.
                                                                       Kendi içimizden başka her yerde yabancıyız
“Soruyu yüreğinden sor, cevap da yürekten gelecektir.”
 Omaha Kabilesi

Kendi zirvemize çıkmadıktan sonra, dış dünyada sarf edeceǧimiz çabaların karşılıǧını da alamayacaǧız ve hayat bizi asla tatmin edemeyecek. Kendi zirvene çıkmazsan, Everest’in tepesine bayraǧımızı diksek boştur.
Kendimiz olmadıǧımızda gidebileceǧimiz tek yer boşluktur, sonsuz bir boşluk ve hava hayatımızın içini dolduracak ve onu şişirecektir. Ta ki bir gün bu balon patlayana dek, onun içerisinde boşluk hissi veren duygularla yaşayacaǧız, sahte bir hayat süreceǧiz.
Kendisinden başka her şey olan ve hiç kendisi olamayan bir hayatçık. Bir zavallılık serüveni.
Kendini tanıma sorununa olumlu bir yanıt vermek için, Jung’un dediǧi gibi bireyin büyük bir özenle benliğini sorgulama ve kendini tanıma çabasına gönüllü olması gerekir.
“Önyargılarımızı ve yanılsamalarımızı ancak, kendimizi ve başkalarını daha geniş bir psikoloji bilgisiyle tanıyarak, varsayımlarımızın mutlak doğruluğunu sorgulamaya ve bunları özenle ve elimizi vicdanımıza koyarak nesnel gerçeklerle yaslamaya hazır olduğumuz zaman anlayabiliriz.”[3]

Bunları yapmadıǧımız sürece o çok anlamlı sandıǧımız, içini doldurduǧumuzu düşündüǧümüz hayatımız, içi havayla dolu bir balondan öteye gitmeyecektir.  O Pinokyo’dan bile uzun burnumuzu ve anlamsız kibrimizi görmediǧimiz ve bunlarla yüzleşmediǧimiz sürece, kendi iç dünyamıza adım da atamayacaǧız.
Kendi içimizden başka, her yerde bir yabancıyız ve öyle de kalacaǧız.
Bir at dörtnala koşarak yokuştan aşağı inmiş. Üzerindeki adam, önemli bir yere yetişiyor gibi görünüyormuş. Yolun kenarından biri bağırmış, “Nereye gidiyorsun?“,“Bilmem, ata sor.” demiş diğer adam.
Atın, yani hayatımızın dizginlerini kendi elimize alarak, kendimizi tanımaya çalışırsak, belki gideceǧimiz yönü de hayat deǧil, biz belirleyebiliriz.

Erol Anar

[1] Rollo May: “Kendini Arayan İnsan”, Kuraldışı Yayınları, İstanbul 1997, s. 81.
[2] Abraham Maslow: “İnsan Olmanın Psikolojisi”, Kuraldışı Yayınları, 2001, İstanbul,  s. 203.
[3] C. G. Jung: “Keşfedilmemiş Benlik”, İlhan Yayınevi, 1999, İstanbul, s. 116.

Dünyalılar

24 Kasım 2016 Perşembe

16 Kasım 2016 Çarşamba

Bize ne lazım?

Ya derine indim yüzeye çıkamıyorum,

Ya da kendi içimde kayboldum kendimi bulamıyorum…

Efendim hangisiyse iki kelime edeceğim size dostane…




3e684a8ebb191c62a3fbf4de63310bac

İnsan ne demekti? Neye ihtiyaç duyardı?

Klasik sorular değil artık bunlar farkında mıyız? Şöyle bir kuş olup bakın güzel ülkemize… Daha da yükselin bir bakıverin hele şu dünyaya… Arzu eden daha da yükselebilir…
Ne eksik sizce? Af edersiniz, ne var?
Görüntülerin aldatmacasında, yalnızca kendimizi kandırarak sürdürdüğümüz bir suni yaşamdan ibaret artık hayatımız… Hani Ümit Ustanın domates çorbası tarifine bakar gibi linkler siteler ya da bloglar çıkarsa karşınıza internetten “İnsan olmak ne demektir?” diye lütfen hiç şaşırmayalım.
Hastalanan köpeğimizi götürmek için caddede aranıp durduğumuz “Veteriner” tabelalarını arar gibi “İnsan Rehberi” tabelalarına da rastlarsak hiç mi hiç şaşırmayalım…
Her şey olmayı beceriyor da niye bir türlü insan olamıyoruz ki biz? Nedir bu bizi bizden ta uzaklara götüren şeyler?
Kimi dağa çıkmış, kendi can güvenliğini sağlayan kardeşini öldürüyor?
Kimi almış eline bir din mektubu haberi yok tersten okuyor…
Kimi üzgün, kimi mazlum, ‘ah’ları göğe yükseliyor…
Kiminin yüreğine ateş düşmüş, kimi diskoda barda aynı anda göbek atıyor…
Kimi yüreğine sabrı öğretirken kimi ise küfrediyor…
Kimi kendine dokunmayan yılan bin yıl yaşasıncı olmuş, sözüm ona kişiselleşmiş, birey olmuş (?) lakin özünü unutmuş…
Kimi nasıl daha fazla kazanırım derdinde, kimi nasıl daha fazla kurtulurum kendimden…
Kimi doğuyor, kimi ölüyor…

Kim bu kimler? Ben kimim? Sen kim?Ah nasıl da çokmuşuz? Aslında bir varmışız bir yokmuşuz…

Biter mi sizce bu kimileri? Peki neden bitmez? Kimse aynayı kendine çevirme cesaretinde değil de ondan, hep o var, hep şu, hep bu… Hiç işaret ederken bir parmağımızın da kendimizi gösterdiğine dikkat ettik mi? Şikayetimiz var, doğrudur. Fakat önce kendimi düzeltebilirsem, bu şikayet ettiğim sistemin çökeceğini kaç kişi idrak edebiliyor sorarım hepimize?
Şekillere takılıp insanın içine bakabilen kaç kişiyiz peki? Üzerime günahımı örter gibi örttüğümü sandığım ve kaç yüz milyona satın aldığım o örtüm ve türbanımın kaç fakirin karnını doyuracak para olduğunu hesaplayacak da zekâya sahip kaç kişiyiz? Ya da havuz başında güneşlenirken bir şehidin ölümüyle kaç kişi güneş kremini sürmeye devam etmekten vazgeçip bize ne oluyor diye soruyor? Ancak internet üzerinden işin dedikodusunu yapabiliyoruz ne acziyettir ki bu bitmek bilmeyen…
Kuran’ı okuyoruz diyenlere lafım (idrakinde olanlar zaten üzerlerine alınmazlar) Acaba biz Kuran’ı tersten mi okuyoruz? Sosyal medyada “Zenginliğimden uyuyamıyorum” diye yazmış birileri. Rabbim sen fakirliğimizi arttır diyesim geldi bir an… Sahibi olmadığımız, tabiriyle şu üç günlük dünyada biz en çok bize ettik ve etmeye devam ediyoruz. Çoğaldıkça benler bir türlü toparlanamıyor kendimizde, gittikçe uzağa gidiyoruz. Ölmekten korkuyoruz sonra, sanki can da beden de bizimmiş gibi davranıyoruz. Hastaları hastanelere, suçluları ceza evlerine, delileri akıl hastanesine tıktık ya sanki dışarısı cennet, dışarıdakiler masummuş gibi…
Bize bir insan lazım insanlığımızı hatırlatacak…
Bize bugün “Gerçek bir Müslüman” lazım, Müslümanlık neydi anlatacak…
Bize bugün bir yürekli insan lazım ülke yönetimine Hakkın adaletini halka getirecek, kul hakkını gözetecek…
Bize bugün fazlaca sahibi olmak istediklerimizin ve sahip olduğumuzu zannettiklerimizin, yarın toprak ana tarafından asla kabul görmeyeceğini anlatan bir biz lazım…
Bize bugün ömrümüzü sahibi olmak uğruna boş yere harcadığımız ve bizi asla mutlu edemeyen dünyaya ait her ne varsa kurtulursak cenneti bulacağımızı anlatacak bir dost lazım…
Bize bugün bir insanlık tabelası lazım durmadan yanlış yöne gittiğimizi hatırlatacak…
Bize bugün bizi kişiselleştiren hiçbir şey lazım değil! Hepimizin birliğini hatırlatan bir biz lazım…
Bize bugün biz ne demek anlatan bir biz lazım…
Bize en çok da ahde vefa, hatırlamak idraki, her an yaratılmakta olan cenneti görebilecek bir göz, asıl sesimizi duyacak bir kulak, gözyaşı döken mazlumla ağlayabilecek temizlikte bir yürek lazım…
Allah’ım, Lütfen lütfet Bizi Bize …
Bize ne lazım?


Yalnızlık insana mahsustur



Yalnızlık insana mahsustur. Çünkü hiçbir Tanrı, inananları olmaksızın Tanrılığını bilemeyecek, yalnız kaldığı sürece Tanrı olamayacaktır. Hiçbir Tanrı yalnız değildir. Tanrı kendini bilmek için yaratacak, yarattıkça tanrılaşacak, o büyük yalnızlığı ortadan kalktıkça adına tanrı denilecektir. Tanrı yalnızlıktan azadedir. Yalnız olan ve olacak olan insandır. Yalnızlık insan icadıdır.
11429667_1089885647706329_718245286055038385_n

Yalnızlık öğretendir. Çünkü insan en çok yalnızken konuşur kendiyle, yalnızken dertleşir. Ve birine ihtiyaç duyduğu için değil, neden yalnız olduğunu anlamak için kendiyle söyleşir. O yeri gelir acımasız bir öğretmen olur, yeri gelir idam sehpasını önünüze kor. İlmeği boynunuza geçiren cellat ve seyreden kalabalıkta size ağlayan annenizdir.

Yalnızlık sığamamaktır. Yatağınıza, odanıza, sokağınıza, kentinize ve bu dünyaya sığamama halidir. Ansızın bir kitabın sayfalarından çıkıp yakanıza yapışan cümlelerin ve en sevdiğiniz şarkının notalarının bir araya gelip sizi fütursuzca boğmaya çalışmasıdır. Yalnızlık ruhun bedene dar gelmesidir. Bu nedenle acıtandır yalnızlık. Ve Cibran’ın susuzlukla bezenmiş yüreğidir: “Uzundu şu çepeçevre surların içinde acı çekerek geçirdiğim günler ve yalnızlık dolu geceler, bitmek bilmeyen; hem kim ayrılabilir ki acılarından ve yalnızlığından pişmanlık duymadan… Ne üzerimden çıkarıp attığım bir giysi ne de geçmişe gömülecek bir anı, kendi ellerimle parçaladığım bir ten, açlık ve susuzlukla bezenmiş bir yürektir bugün…”
Yalnızlık bilincinde olmaktır. Başınızı yastığa koyduğunuzda değil, her sabah gözünüzü dünyaya açtığınızda yaşadığınızdır. Güzel bir haberi paylaşmak için annenizi arayamama halinin kendisidir. Ağırdır. Babanın sesinden mahrumiyet, kardeşin sıcaklığından azade olmaktır. Acıtır. Onun üstesinden gelmeye çalışmaksa bir çocukluk hastalığı, bir kendini bilmezliktir. Çünkü yalnızlığın üstesinden gelmek Tanrılaşmaktan başka bir şey değildir. Şirktir, günahtır. Çünkü yalnızlık Tanrıya değil insana mahsustur.
11430276_1086743834687177_588421397506917516_n
Ve bir bankın öteki yarısıdır yalnızlık. Derin bir boşluktur.
Bir anda unutuluvermektir bir kalabalığın orta yerinde. Evet, yalnızlık unutulmaktır en fazla. Ve bazen sahip olduğunuz tek şey olup çıkıverir. Özlemek ama söyleyememek, özlemek ama anlatamamak, özlemek ama fısıldayamamaktır kulaklara. Yalnızlık insan olmanın gereği, acısı, kaderi ve cilvesidir. Metin Altıok’un bedenindeki izdir yalnızlık: Ve bırakıp gittiğinde/ Bir küçük boşluk kalsın/ Alnını dayadığın yerde;/ Bir yalnızlık işareti/ İşleyen ta içime.
Yalnızlık insanlığa en yakın haldir. İnsanın en yalnız olduğu an, en insan olduğu andır. Çünkü insan en çok yalnızken özler, yalnızken korkar, yalnızken sever, kendini yalnızken koklar. Yalnızken hatırlar, yalnızken dokunur kendi kendinin yüreğine. İnsan en çok yalnızken kendidir. Hasan Ali Toptaş ustanın dediği gibi “Yalnızlık, karanlığı çocukluğumuzdan kalmış/ bir çocuktur/ İçimizin içinde oturup ihtiyarlığımızı yaşar/ Gözleri gözlerin görmediğidir dünden beri/ Elleri ellerin/ Gelecekte yazmadığı”…
Yalnızlık bir kalbin dolmayan boşluğudur azcık. Çünkü insan içi doldurulamayacak kadar derin bir boşluktur. Onu doldurabilen tek şeydir yalnızlık. Yalnızlık insana mahsustur.
Ali Murat İrat

Bizi eksikliklerimiz değil fazlalarımız őldürüyor

yüz
Şőyle bir düșünüyorum da, gereğinden fazla ALINGAN, KİNCİ, NEGATİFİZ…
Yani bir birey olarak gereğinden fazlayız her șeyde…
Gereğinden fazla AGRESİF, ACIMASIZ, AFFETMEZİZ…
Aynaya baktığımızda kendimizi gerçek kendimiz olarak değil de, algımızda yarattığımız bir yabancı olarak gőrüyoruz sanki. Hatasız ve günahsızız ve her zaman haklı çıkmıș olmanın o dayanılmaz hafifliğini yașamak istiyoruz. Neredeyse kendimizi gőkten kendisine kitap inmiș bir peygamber gibi gőrüyoruz.
Oysa hepimiz herkes kadar olanlardan sorumlu ve kirliyiz; IRMAK KİRLİYSE IRMAĞIN İÇİNDEKİ HERKES KİRLİDİR. Vebu sistemde YAŞAM KİRLİ BİR IRMAKTIR ARTIK, bizi her geçen gün daha da kirli sulara tașıyan.
***
Kendimizden kaçıyoruz, ancak sığınacağımız bir yer de yok kendimizden bașka.
Baskısı tükenmiș olan “Sana Mektuplar” adlı kitabımda șőyle yazmıștım bir zamanlar:
“SEN DE KENDİN OLMAKTAN KAÇMIŞTIN ÇOĞU ZAMAN. Hep başkalarının istediği gibi davranmış ve başkası olmak istemiştin. Kendi trajik sonuna hızla yaklaşıyordun da, henüz bu gerçeğin farkında değildin.
Oysa ben farkına varmıştım gerçeğin o zamanlar: KENDİN OLAMIYORSAN HİÇ KİMSE OL; böyle düşünüyordum. Önce başkası olduktan sonra yeniden kendisi olabilmek imkansızdı. Ama hiç kimse olduktan sonra insanın kendisi olabilme şansı vardı.
Başkası da olamıyordun, çünkü BAŞKASI KENDİSİYDİ, SENSE SENDİN. Sen kendin olabilirdin ancak, başkası olamazdın. Ama belki de bunu öğrendiğinde senin çok geçti, kendi acizliğine çoktan teslim olmuştun.
Sana bunları söylemekten acı duyuyorum. Ama ÖMRÜMÜZ KENDİMİZE İTİRAF EDEMEDİĞİMİZ GERÇEKLERİ BAŞKALARINA ANLATMAKLA GEÇMEDİ Mİ?” (Anar, “Sana Mektuplar”, Hera Yayıncılık, 2000)
***
Tolstoy diyor ki, “Herkes dünyayı değiștirmeyi düșünüyor, ama kimse kendisini değiștirmeyi
düșünmüyor.”
Çünkü hepimiz kendimizin sütten çıkmıș kașık kadar ak ve mükemmel olduğunu düșünüyoruz. Oysa bir diğerinden daha akıllı değiliz; ya da etrafımızdaki kișiler sandığımız kadar aptal değiller ve biz de herkes kadar kirliyiz. Kendini beğenmișlik ve içi boș kibir ise paçalarımızdan yere akıyor.
Özgürlükten sőz ediyoruz durmadan, ama bașkalarının bizden farklı düșünebileceği gerçeğini bir türlü kabullenmiyor ve en küçük eleștiriye bile gelemiyoruz. Kabuğumuza çekiliyor, küsüyoruz.
***
Bir fil gibi asla unutmuyoruz…
En küçük bir düșünce ayrılığında ya da kırgınlıkta en iyi dostlarımızı feda ediyoruz…
Belki kolay değil bunu yapabilmek, ama geçmișe baktığımızda insanlarla yașadığımız kőtü deneyimler yerine iyi deneyimleri anımsamak, affetmek, hatadan geri dőnmek, őzür dilemek, yüzleșmek bize iyi gelecektir.
SEVGİMİZ BİLE GEREĞİNDEN FAZLA… Bıktırıyoruz… Uzaklaștırıyoruz.
Kısacası gereğinden fazla olmamız her șeyi kőtüleștiriyor…
Öğrenmemiz VE İHTİYACIMIZ OLAN tek șey BİRAZ ÖLÇÜLÜ, MÜTEVAZI, OLGUN OLMAK…
BİZ KENDİMİZE FAZLAYIZ ASLINDA…
Bizi eksikliklerimiz değil de, iște bu fazlalarımız őldürüyor…
Erol Anar
22 Eylül 2015

Kuşları besleyen adam..



Omuzları anlatıyordu yorgunluğunu,
uzaklara dalan gözleri yılgınlığını,
ve titrek ellerinden kopardığı simit parçasından küçük bir kısmını kendi, 
büyükçe kısmıyla kuşları besliyordu..
"Eğer bir gün aç kalırsan, fakirin evine misafir ol" demiş birileri..
Vesselam
ozan'ca

26 Ekim 2016 Çarşamba

Vücudumuzun Çeşitli Bölgelerindeki Ağrıların Psikolojik Sebeplerini Gösteren 9 Muhteşem Çizim




k

Psycology Today dergisinde yayınlanan bir makaleye göre, insan vücudundaki ağrıların sebepleri sadece fiziksel değildir bunun yanı sıra duygusal sebepleri de olabilir. Mesela stresin çeşitli ağrılara sebep olduğunu hepimiz biliriz. Fiziksel olarak sebebi ortaya koyulamayan bölgesel ağrıların sebebi psikolojik etkenler, travmalar olabilir. Bu çalışma hangi bölgesel ağrının sebebinin hangi duygusal problem olabileciğine dair bir teori.
Psikolog Dr. Susan Babel, insan vücudundaki bölgesel ağrıları, ilginç bir teoriyle ortaya koyuyor. Sadece fiziksel etkenlerin değil psikolojik etkenlerin de bölgesel ağrılara sebep olabileceğine inanıyorsanız bu tavsiyeler tam size göre diyebiliriz. İşte Susan Babel’in ilginç tasarımları…
1)
1
2
3
4
5
6

7
8
9
Kaynak: Birghtside
1

14 Ekim 2016 Cuma

Çerkes Erkeği Xabzeye Göre:



Çerkes Erkeği Xabzeye Göre:
Kendisinden yaşça büyüğüne asla saygısızlık yapmaz.
Kendisinden yaşça küçüğüne de öyle.
Kadının yanında argo kelimelerden kaçınır, küfür etmez, öyle ki, Kadının yanında hayvana dahi vurulmaz diye bir ata sözü söylenmiştir.
Yalana gerek duymaz.
Başı her daim dik durmak zorundadır, atalarından bunu öğrenmiştir çünkü.
Kin, Kıskançlık ve nefret gibi söylemler olmaz içinde.
Savaş zamanında elinde kılıcı olmadığı için rus askerini öldürmeyen adamlardır bunlar.
Düşmanına dahi bir saygı ve adaletli kavgadan yanadır.
Savaş zamanında akşam düşmanını çadırında ağırlayacak kadarda korkusuzdur.
Ki bunlar eskiden olan ve günümüze kadar gelen yazıtların içinde geçen şeylerdir.
Öz eleştiri yapacak olursak, yukarıdaki tanıma kaç kişi uyar, yada uyuyordur tartışılır.
Kin, nefret, kıskançlık ve çekememezlik öylesine işlemiş ki, Çerkes adamı, yine Çerkes adamını neredeyse sözleriyle öldürecek durumda. Eline geçse, kim bilir neler yapacak.
Kalbinizi ve dilinizi yumuşatın der Cahit Zarifoğlu.
Lakin sadece sözde kaldı buda.
Kalp kin ve nefrete, dil küfüre ve kötülüğe hakim bir çok insanda.
Adige Xabze'nin temeli saygıya bağlıdır.
Xabze ile yaşayanlar, Xabzeyi hayatının her alanında tutanlarda görürsünüz. Saygı giderse, bir milletin değerleri de yok olur.
Birine duyduğunuz saygı ve sevgi, ona bir şey kazandırmaz ve kaybettirmez de, fakat size çok şey kazandırır.
Üç günlük bir hayatta, kimseyi kırmak ve incitmekle kimsenin eline bir şey geçmez.
Bir Çerkes amca şöyle der;
Dili geçtim, Xabzeyi de öyle, ulan sadece saygıyı kaybetmeyin, sadece saygıyı, kendi milletinin insanına nedir bu kin ve nefretin.
Kısacası, Xabze ile yaşayanlar ve milletine aşık olan insanlar, her zaman kazanan insanlardır. Ve o insanlara da selam olsun.
Çerkesler Sokağı Xabze Yayınları

13 Ekim 2016 Perşembe

Memleket ve sevda



Biz de bilirdik güzel cümleler kurup sevdiğimize mesajlar atmasını,
yüreğimizin sesini duyurmayı.
Amma velakin... Memleket sevdası yüreğimizde baskındı.
Söyleyemedik, yazmadık, ifade edemedik.
Çünkü! Yatağa aç giren çocuklar, yatağımıza giren kadından önceliğimizdi...
Belki kaybettik. Kaybettik dediklerimizi
Ama... Dürüst yaşadık, dürüstçe ifade ettik.

Özelimizi öteledik... Ama memleket özel değil…Sevdamızdı
ozan

6 Ekim 2016 Perşembe

"Hepimiz Biraz Şamanız" Dedirten 17 Adet ve Gelenek

Farkında olsak da, olmasak da kültürümüzün, yaşayışımızın, gelenek ve göreneklerimizin temelinde Şamanizm ve Tengrizm kökenli davranışlar vardır. Günümüzde bu davranışlar batıl olarak nitelendirilse bile, kökenleri araştırıldığında hemen hepsi manaya bürünür.

1. Kurşun Dökmek

Kurşun Dökmek
Kurşun dökme adeti de şamanizm geleneklerindendir. Şamanizm'de buna "kut dökme" denir. Kötü ruhlardan birinin çaldığı kutuyu "talih, saadet unsurunu" geri döndürmek için yapılan bir sihri ayindir.

2. Kırmızı Kurdele

Kırmızı Kurdele



Gelinliğin üzerine bağlanan kırmızı kurdeleler, nişan törenlerinde yüzüklere bağlanan kırmızı kurdeleler, okumaya yeni geçmiş çocukların yakasına takılan kırmızı kurdeleler; hep uğuru ve kısmeti temsil eder.  Ayrıca kötü ruhların şerrinden korunma sağladığına inanılır.

3. Mezar Taşlarımız

Mezar Taşlarımız
Günümüzde toplumda ulu kabul edilen kimselerin ölümlerinden sonra ruhlarından medet ummak ve mezarlarının kutsanışı  şaman geleneğin devamıdır.
Mezarlara taş dikilmesi ve bu taşın sanat eseri haline getirilecek kadar süslenmesi İslam coğrafyasında sadece Anadolu’da görülmektedir.

4. Dilek Tutmak

Dilek Tutmak
Dile tutmak da Şamanizm kökenli bir davranış şeklidir. Tabiat ruhlarının dileklerin gerçekleşmesine aracılık ettiğine inanılır.

5. Köpek Ulumasının Uğursuz Sayılması

Köpek Ulumasının Uğursuz Sayılması
Şamanizm’de köpek bir ruhun yaklaştığını uzaktan acı ulumayla haber verebilmektedir. Sıradan bir kişinin bu ruhu görmesi; onun pek yakında öleceğine işaret sayılır. Anadolu’nun kimi yerlerinde köpek uluması uğursuz sayılmaktadır. Köpeklerin bazı olayları önceden algıladıklarına ve bunu uluyarak anlattıklarına inanılır.

6. Nazar İnancımız

Nazar İnancımız
Anadolu’da halk  arasında “nazar” olgusu çok yaygın bir inanıştır.
Bazı insanların olağandışı özellikleri olduğu ve bakışlarının karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine, kötülük getirdiğine inanılır. Bunun önüne geçmek için “nazar boncuğu” “deve boncuğu” “göz boncuğu” vb. takılır. Bu inanış da Şamanizm'den kalmadır.

7. Kullandığımız Kilim Motifleri

Kullandığımız Kilim Motifleri
Eski Türklerde bir Şamanın giysisine yılan,akrep, çıyan, kunduz gibi yabani hayvan şekilleri çizmesinin, bu hayvanları topluluğun yaşam alanlarından uzak tutmaya yardımcı olduğuna inanılır.
Günümüzde Anadolu’da Türkmen köylerinde dokunan halı, kilim, örtü ve perdelere işlenen desenler, giysiler üzerinde kullanılan motifler bu inanıştan  kaynaklanır.

8. Mevlit ve İlahiler

Mevlit ve İlahiler
Mevlit ve İlahilerŞamanlar ayinlerinde davul ve kopuz kullanmışlardır. 
Müziksiz hayatın ve ayinlerin değişilmez bir parçasıdır. Oysa İslam dininde Kur’an'ın müzikle okunması kesinlikle günahtır. Şaman geleneğinin devamı olarak Anadolu’da Hz.Muhammed’in Hz.Ali’nin hayatları müzikle okunmaktadır
Mevlit ve İlahiler sadece Anadolu’da uygulanan müzikli anlatımlardır. İslam dininde ölünün ardından mevlit merasimi diye bir uygulama yoktur.  
Osmanlı tarihinde ilk Mevlit, 1409-10 yıllarında Bursalı bir fırıncı ustası olan Süleyman Çelebi tarafından yazılmıştır.

9. Su İçerken Kafanın Elle Desteklenmesi

Su İçerken Kafanın Elle DesteklenmesiBu da bir Şaman geleneği kalıntısıdır. Şöyle ki, su içerken insan akli başından kaçabilir diye kafa elle tutulurmuş.

10. Mezarlardaki Küçük Suluklar

Mezarlardaki Küçük Suluklar
Mezarların ayak ucunda bulunan küçük suluklar; ruhların susadıkları zaman kalkıp oradan su içmeleri inancına dayanır. Ayrıca kuşların, böceklerin o suluklardan su içmesinin, ölmüş kişinin ruhuna fayda edeceğine inanılır.
Not: Şaman kültüründe, ayinlerde kullanılan yardımcı ruhlar, kuş biçiminde tasvir edilmişlerdir. Kuş biçiminde düşünülen bu ruhlar Şamanlara, gökyüzüne yapacakları yolculukta yardımcı olmaktadır.

11. Yukarıda Allah Var

Yukarıda Allah Var
Tengrizm inancından kalmıştır. Bu anlayıştan dolayı dua ya da işaret ederken eller gökyüzüne açılır.

12. Sağ Ayak

Sağ Ayak
Kapıdan çıkarken sağ ayağın önde olması da Şaman kültüründen kalma bir ritüeldir. Sol ayakla geçmenin kişiye uğursuzluk getireceğine inanılır.

13. Su Dökerek Uğurlama

Su Dökerek Uğurlama
Şaman kültüründeki suyun kutsallığı olgusunun doğurduğu adettir. Su berekettir, kutsaldır. “Su gibi çabuk dön, ak geri gel, ak çabuk, kazasız belasız git” demek için su dökülür gidenin arkasından.

14. Türbelere, Ağaçlara, Çalılara Bez ve Çaput Bağlamak

Türbelere, Ağaçlara, Çalılara Bez ve Çaput Bağlamak
Şamanizm inancında dilek dileme şekli. Küçük kumaş parçaları genel olarak ağaçlara çok önem verildiğinden ve yaşamın sembolü kabul edildiğinden ve yaşam üzerinde muazzam etkileri olduğu düşünüldüğünden, bunların dallarına bağlanır ve dileğin gerçekleşmesi beklenir. 
Günümüz Türkiye’sinde bu eski gelenek halen devam etmektedir. Temelinde ise doğadaki her varlığın bir ruhu olduğu inancı yatmaktadır.

15. Tahtaya Vurmak

Tahtaya Vurmak
Eski Türkler göçebe oldukları için, daha önce girmedikleri ormanlara girerken, ormandaki kötü ruhları kovmak için ağaçlara vurup bağırarak gürültü çıkarırlarmış. Bu davranış aynı zamanda doğa ruhlarına kötü olayları haber verip, onlardan korunma dilemek amaçlıdır. Tahtaya vurma adeti, sadece Türk kültüründe değil bir çok Avrupa kültüründe de vardır.

16. Ölünün Ardından Belirli Aralıklarla Toplanmak

Ölünün Ardından Belirli Aralıklarla ToplanmakBirisi öldükten sonra evinde toplanıp dua okumak, bu toplanma işini 7, 21, 40 günde bir tekrarlamak gibi eylemler de Şaman kültüründen kalmadır. 
Eski Türk inanışına göre ruh fiziki bedenini 40 gün sonra terk etmektedir. Vefat edenin “40’ın çıkması” deyimi vardır. Şamanizm’de ölen kişinin ruhu evi terk etsin, göğe yolculuğuna başlasın, öteki ruhlar doluşmasın diye insanlar ölen kişinin evinde toplanıp ayin yapar, yas tutarlar.

17. Çocuklara Doğadan Esinlenen İsimler Koymak

Çocuklara Doğadan Esinlenen İsimler KoymakOrta Asya Toplulukları (Eski Türkler) doğada bazı gizli kuvvetlerin varlığına inanmışlardır. Tabiat güçlerine itikad, hemen hemen bütün halk dinlerinde mevcuttur. Fiziki çevrede bulunan dağ, deniz, ırmak, ateş, fırtına, gök gürültüsü, ay, güneş, yıldızlar gibi tabiat şekillerine ve olaylarına karşı hayret ve korkuyla karışık bir saygı hissi eskiden beri olmuştur. Çocuklarımıza verdiğimiz isimlerin birçoğu da bu derin bağlardan kaynaklanmaktadır.

Kaynaklar: