İNSAN DÜŞÜNEN VARLIKTIR.

30 Aralık 2008 Salı

NÂZIM'A BİR GÜZ ÇELENGİ


NÂZIM'A BİR GÜZ ÇELENGİ

Neden öldün Nâzım? Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız şimdi
Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi bir pınar bulabilecek miyiz bir daha?
Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun ne yapacağız?

Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı, ateşle suyun birleştiği
Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözüpek bir sevinçle dolu?
Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler kazandırdın
bana
Denizden esen acı rüzgâr katsaydı önüne onları

Bulutlar gibi yaprak gibi uçarlar
Düşerlerdi orada, uzakta, Yaşarken kendine seçtiğin
Ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa

Sana Şili'nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum

Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üstünde parıldayan

Halkların kavgasını ve kavgamı benim

Ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan...
Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da yalnızım sensiz Senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen yüzünden yoksun
Dostluğumuzdan, bana ekmek olan,

Rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan.
Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle
Kuyu gibi kapkara zindanlardan
Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları
Ellerinde izi vardı eziyetlerin
Hınç oklarını aradım gözlerinde
Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin

Yaralar ve ışıklar içinde

Şimdi ben ne yapayım?
Nasıl tanımlar

Senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya.

Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın,

Senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun?

Teşekkürler, böyle olduğun için!
Teşekkürler o ateş için
Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca.
Pablo NERUDA

Çeviren : Ataol BEHRAMOĞLU

29 Aralık 2008 Pazartesi


Saygıyı, sevginin olması gereken o boş kalmış yeri doldurmak için uydurmuşlardır.

(Anna Karenina Kitabından)

Nikolayevich Tolstoy


Tolstoy'dan Sözler


Güzel olan sevgili değil sevgili olan güzeldir…

İnsanoğlunun değeri bir kesirle ifade edilecek olursa; payı gerçek kişiliğini gösterir, paydası da kendisini ne zannettiğini, payda büyüdükçe kesrin değeri küçülür…

Kadın öyle bir konudur ki, onu ne kadar incelersen incele her zaman yepyenidir…

Her mutluluk birbirinin aynı, ama her mutsuzluk kendine özgüdür…
Eskiden önce orospularla yatıp sonra temiz aile kızlarını alırdık, şimdi önce temiz aile kızlarını alıp sonra orospularla yatıyoruz…

Hayvan öldürmeden, insan öldürmeye sadece bir adım vardır; dolayısıyla hayvana işkence etmekle, insana işkence etmek arası da sadece bir adımdır…
Nasıl dünyada beyin sayısı kadar düşünce çeşidi varsa, yürek sayısı kadar da sevgi çeşidi vardır…

Hiç kimse öfkesini yutmaktan daha güzel bir içki içmemiştir…

İşçinin hakkını alnının teri kurumadan veriniz…
Herkes dünyayı değiştirmeyi düşünüyor, kimse kendini değiştirmeyi akıl etmiyor.

28 Aralık 2008 Pazar

ERKEK DEDİĞİN


ERKEK DEDİĞİN
Seni elinin tersiyle değil avucunun içiyle kavrayacak. Bileceksin ki emin ellerdeyim, başkası tutamaz elimi böyle. Rahat olacaksın yanında, çok konuşmayacak, beynini didiklemeyecek.
İnce olacak; seni senin kadar düşünecek. Sen onu merak ettiğinde kendisine hesap soruluyor havalarına girmeyecek.
Senin inceliğine karşı umursamaz sözler sarf etmeyecek. Adamın sinirini bozmayacak, cinlerini tepesine çıkarmayacak, sanki sen onun için varmışsın her ne zaman istese emrine amadeymişsin, o ne yaparsa yapsın her istediğinde yanında elinin altında olacakmışsın triplerine girmeyecek. Sen ona sevgini hissettirdiğinde, sen ona kayıtsız şartsız aşıkmışsın gibi havalara girmeyecek.

Erkek dediğin ilgi gördüğünde ilgiyle, sevgi gördüğünde sevgiyle karşılık verecek.
Erkek dediğin, sen onun için kendine baktığında, sırf ona
daha güzel görünmek için giyinip kuşandığında hiçbir şey olmamış gibi davranmayacak. Ruhunu okşamasını bilecek. Romantik olacak kimi gün habersizce kucağında çiçeklerle çıkıp gelecek. Özel günleri unutmayı marifet sanmayacak. Kayıtsız olmayacak senin bütün zerafetine karşı. Gerçekten seven bir kadin sevgi ve ilgi bekler, erkeğine verdiği aşkın karşılığında küçük bir tatlı söz, kısa bir mesaj, bir çağrı bile onu mutlu edebilir.

Erkek dediğin bütün bunları cebinden para harcıyormuş gibi cimrilikle yapmayacak. Ben aranmayı, çok aramayı sevmem demeyecek. Her şey kendi istediği gibi olsun istemeyecek. Sadece kendi canının istemesine bağlamayacak her şeyi.

Erkek dediğinin, hissettiğiyle yaptığı şey arasında uçurum olmayacak. Cesur olacak cesur. Seni seviyorum derken korkmayacak, başka şeylerin arkasına gizlenmeyecek. Seviyorum deyip bir sonraki perdede kaçmayacak, özlüyorum diyorsa gelecek, kaybetmek istemiyorum diyorsa kaybetmeyecek.

Erkek dediğin aşkına sahip çıkacak. Korkak olmaz erkek dediğin.


Erkek dediğin iyi sevişecek. Koyun gibi yatmayacak, bir an önce şu iş bitse demeyecek. Aşksız yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin. Bir baba şefkatiyle seni alnından öptüğünde bileceksin ki sevgisi geçici ve zayıf değildir. Ve sevgiyle öptüğünde dudaklarından bileceksin ki öpüşün tek sebebi şehvet
değildir.

Erkek dediğin aldatmayacak. Aldatmak basitliktir. Seviyorum diyorsa aldatmaz erkek dediğin. Aldatıyorsa sevmiyor demektir.


Erkek dediğin yakışıklı olacak, çekici olacak ama bundan çok daha öte bir
şey...Zeki olacak. Kadının küçük yalanlara, bahanelere inanmayacağını, kendisini kendi gibi tanıdığını bilecek. Kadının zekasını küçümsemeyecek kadar zeki olacak. Zeki olacak, seni bir hamur gibi karmasını bilecek, o hamura kendisi katmasını da. Değerlerini bir anlık hevesler uğruna satmayacak. Namussuzluğunu, ahlaksızlığını ancak ve ancak seninle yataktayken kullanacak. Yan gözle hatun kesmeyecek, üstüne sevgili edinmeyecek.

Erkek dediğin önce kendini sevecek. Kendini sevmeyen erkekten kimseye hayır
gelmez. Bir bakarsın ki yıllar sonra bu adamla ne yatağa sığıyorsun, ne toprağa... Koluna girip gezmesini bileceksin gururla, koynuna alıp sevişmesini de. Babalığını da bilecek, ana-babaya hürmet etmeyi, kadir kıymet bilmeyi, vefakarlığı,fedakarlığı...

Erkek dediğin seni koruyacak, kuşatacak. O nerede olursa olsun seni koruyacağını bileceksin. Pısırık olmayacak erkek dediğin.


Erkek dediğin erkek olacak güzelim.
Seni sadece sen olduğun için sevecek. Parayla pulla, kariyerle, güçle, kimin ne dediğiyle hareket etmeyecek. Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem dostun, hem baban, hem çocuğun olacak, huzurla bağrına basacaksın.
CAN DÜNDAR

Kapı çalar...


Kapı çalar...

Sabahın erken saatlerinde. Açarsınız. Sütçünüzdür gelen. Sütçünün litreliğinden kabınıza dökülen beyazlıkta sabahın güzelliğine kavuşursunuz. Gözünüzde pırıl pırıl bir sabah kahvaltısı canlanır. İçinizden "Bugün kahvaltıyı bahçede yapalım" diye geçirirsiniz.


Kapı çalar...

Gelen postacıdır. Kucağında büyükçe bir paket. Uzattığı kağıda imza atarsınız. Daha önceden ısmarladığınız kitaplara kavuşmanın sevincini yaşarsınız. Zaten tatilde olduğunuzdan bu kitaplara çok ihtiyacınız vardır. "Artık canim sıkılmayacak " deyip keyiflenirsiniz. En çok merak ettiğinizi alıp şezlonga uzanırsınız.


Kapı çalar...

Kapıya koşarsınız. Yıllardır görmediğiniz bir dost gelmiştir. Sevinirsiniz. Sohbetleriniz saatler boyu hatta bütün gün sürer. "Yaşamak ne güzel" dersiniz içinizden. Hele böyle dostlar varken.

Kapı çalar...

Dürbünden bakarsınız. Kimseyi göremezsiniz. Dönüp yeniden koltuğa gömülürsünüz. Bir daha çalar. Bakarsınız, yine kimse yok. Tam o sırada bir daha çalınca kapıyı açarsınız. Komşunuzun oğlu, elindeki sopayla zile uzanmakta. Meğer tuzları bitmiş. İçeriden tuz getirirken kendi kendinize söylenirsiniz. "Elbette göremem. Keratanın boyu bir metre." Bu küçük hadise neşelendiriverir ortalığı.


Kapı çalar...


Düşüp bayılacak kadar şaşırırsınız. Askerdeki oğlunuz haber vermeden izne çıkmıştır. "Oğlum benim" diye hasretle kucaklarken göz yaşlarınızı zaptedemezsiniz. Mutluluğunuz oğlunuzun izni kadar uzar...


Kapının her çalışında sanki mutluluğa koşmaktasınız. Huzur tüter gözlerinizden. Her sessizlikte kulaklarınız zil sesi arar...
Ve kapı çalmaz...

O gün en büyük misafiriniz gelir. Adeta kapıyı kırmıştır. Alıp gider sizi, şaşırırsınız. "Niye haber vermedi?" diye içinizden geçirirken; "Doğduğundan beri zile basmaktayım" der.
Bir şeyler söylemek istersiniz o an. Ama o andan sonra diliniz dönmez. Ölüm sessiz sedasız gelivermiştir...
Can Dündar

ESKİDEN




ESKİDEN


Çember çevrilir,
Su musluktan içilir,

Ağaçlara tırmanılırdı.

Bebekler bezden,
silahlar tahtadan,

Resimler kömür karasından yapılırdı.

Kızlara ninelerinin,
erkeklere dedelerinin
İsimleri konulur
Saatli maarif okunurdu
Komşuda pişen, bize de düşer
Bizde pişen komşuya düşerdi

Geceler ayaz,
sokaklar karanlık,

Yıldızlar parlak olurdu

Turşu, salça, mantı evde yapılır

Karpuz kuyuda soğutulurdu

Erik ağacının çiçeği pencere camımıza yaslanır
Güz yaprakları bahçemize düşerdi
Kardan adam yapılır,
evlerde soba yakılır

Kış gecelerinde masal anlatılırdı
Merdiven çıkılır, aidat ödenmez, yönetici seçilmezdi
Evler badanalı, sokaklar lambasız

Mahalleler bekçili olurdu

Ajans radyodan dinlenir
Çizgili roman okunur
Defterlere kenar süsü yapılırdı

Hayat, arkası yarın gibiydi

Kesintisizdi

Her gün yaşanacak bir şey vardı

Herkes kendi düşünü kurar
Kendi hayatını oynardı

Şimdi
Hayat tek perdelik bir oyun
Stand-up bir yalnızlık gibi

Şimdi
Herkes
Yoğun

Yorgun

Ve

Tek başına








Can DÜNDAR

şehir kimi sever


şehir kimi sever

Duvarlarda dev reklam panolarında iddialı bir tespit göze çarpıyor: "Şehir güçlüleri sever." Gün boyu güçsüzler geçiyor afişin altından; işsizler, yoksullar, itilmişler... Şehrin sevmedikleri, kustukları... Afiş, kentin tercihini ele veriyor. Sıradan bir reklam değil bu; bir arabadan fazlasını, bir yaşam biçimini, bir iktidar tercihini, bir ideolojiyi pazarlıyor. Güçlüyü kutsuyor; ama ne demeli, çoğu reklam gibi nabzı doğru tutuyor.

***


Gerçekten de güçlüleri seviyor şehir...
Bir zamanlar kızları için ilim, irfan, itibar sahibi kısmet niyaz eden analar, para, şöhret, iktidar sahibi damat aramaya başladığından beri böyle bu...
İktidara varmanın yolu ortak akıl üretmekten ziyade, güç ittifakları kurmaktan geçtiğinden beri böyle...
O zamandan beri, güce tapan şehir Polat'a özeniyor, Sinan'dan, Yahya Kemal'den, Münir Nurettin'den çok....
"Gücü gücü yetene" diyen bir zihniyet, güçlü olanı haklı olana yeğliyor.
En sportmen, en centilmen olan değil, topa sahip olan ya da topa en güçlü vuran çocuk takım kaptanı seçiliyor. Kick boks maçları, bilgi yarışmalarından fazla seyirci buluyor. Hürriyet, itaat karşısında değer kaybediyor.

***


Şehir güçlüleri seviyor ama karşılıksız bir aşk bu...

Güç sahiplerince işgal edilmiş sahillere bakın; en güçlü şirketlerce toprağa gömülmüş zehirli varillere...
nefret kusan tribünlere...
kan kokan ortaokul kantinlerine...
tinerci çocukların yattığı sidik kokulu bankamatik kulübelerine...
meydandan kadın kaldırıp kuytuda tecavüz eden küçük "iktidar sahipleri"ne...
Güçlüler şehri sevmiyor, şehrin güçlüleri sevdiği kadar...

***


Bir başka reklamda pencerenin pervazına yakıştıramadığı, güçten düşmüş kocasını değiştirmeyi düşünüyor bir kadın...

Bir diğeri, en güçlü saydığı marka karşısında herkesi susmaya davet ediyor.
İşaretparmağıyla dudakları kilitleyen o işareti iyi tanıyoruz biz...
Evde, camide, okulda, kışlada, hastanede hep o işaretle büyüdük.
Kötü anılarımız var o suskunluk çağrısında...
Gücü seven şehirler, acizleri susturup, vefayı camdan atarak yıkılmaz gibi görünen bir hiyerarşi yarattı. Hepimizi güçlünün haklılığına, büyük balığın küçük balığı yuttuğuna inandırdı. Nihat Genç'in "Öyleyse niye Karadeniz bir hamsi cennetidir?" sorusunu duymadı. Cevaba aldırmadı.

***


Sadece kentte değil, dünyada da bedelini ödüyoruz bu güç takıntısının...
Celladına âşık bir idam mahkûmu gibi işgale uğramış halklara karşı haksız işgalciyi alkışlıyoruz. Gücümüz yetmiyor güçlünün gücünü kırmaya...
Oysa güç, sorunlarımızın çözümü değil, nedeni...
Sokaktaki şiddetin de, lisedeki vahşetin de, ekrandaki kirliliğin de sorumlusu varoluşu güce dayandıran bu zihniyet...

Hep bir olup bu algılamayı kırmak, gücün yerine kolektif aklı, zorun yerine dayanışmayı koymak zorundayız.
İtibarın kaynağı servet değil, yetenek olmalı. Kaba kuvvet değil, ince zekâ, üstün yetenek fark yaratmalı. Şiddetin yerini merhamet almalı. Tahsil, cehalet karşısında eski itibarına kavuşmalı... Daha çok araba satmanın yolu da buradan geçiyor, daha huzurlu bir kente ve dünyaya kavuşmanın da...

***

Şehir güçlüyü seviyorsa varsın sevsin.
Ben adaletin şehrine aidim.

Can Dündar

20 Aralık 2008 Cumartesi

"Beyin, kendisini kullanarak düşündüğümüzü sandığımız organımız."

Ayağına Çivi Batan Kertenkele

Japonya’da yaşanmış gerçek bir olay şöyledir: Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için bir duvarı yıkar. Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunur. Duvarı yıkarken, orada dışardan gelen bir çivinin ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür. Adam bunu gördüğünde kendini kötü hisseder ve aynı zamanda meraklanır da kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce.

Muhtemelen bu çivi 10 yıl önce, ev yapılırken çakılmıştı. Peki nasıl olmuş da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamayı başarmış ? Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamak çok zor olmalı.

Böylece adam çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar. Sonra nereden çıktığını farkedemediği başka bir kertenkele gelir ağzında taşıdığı yemekle… Adamı sersemletir gördüğü manzara. Bu nasıl bir sevgi? Ayağı çivilenmiş kertenkele, 10 yıldır diğer kertenkele tarafından beslenmektedir…

KALBİNİZDEKI SEVGİYİ ASLA ÖLDÜRMEYİN, SİZİ SEVENLERİ ASLA TERKETMEYİN !

***

Aşk En az 3 Kişiliktir


Aşk filmine iki bilet alınmaz,

zaten iki kişilik aşk da olmaz.

İki kişinin birbirine aşık alabilmesi için üçüncü kişi şarttır.

Issız bir adada iki kişi kavga edebilir, öpüşebilir, yemeğini paylaşabilir, beraber şarkı söyleyebilir..

Ama aşık olmazlar.

Aşk bir başkasına rağmen yaşanan bir duygudur. Düşünebilecek başkaları da varken yalnızca onu düşünmek, öpüşebilecek başkaları da varken yalnızca onunla öpüşmeyi istemektir.

O yüzden aşk, en az üç kişiliktir….

Geri Alınamayan Şeyler


Geri Alınamayan Şeyler
Evin telefonu sabaha karşı üç buçukta çaldı. Uyku sersemi adam telefonu açtı.

Telefondaki ses annesine aitti. Telaşlandı, korktu başlarına bir şey mi gelmişti?

Annesi:

-’nasılsın oğlum iyi misin’ diye sordu.

Oğlu şaşkın bir ifadeyle:

-’iyiyim anne hayırdır bir şey mi oldu siz iyi misiniz?’ dedi.

Annesi:

-’biz iyiyiz bir şeyimiz yok sadece sesini duymak istedim’ dedi.

Oğlu da:

-’anne bunun için mi aradın saat sabahın üç buçuğu yarın da konuşabilirdik’ deyince

Annesi de:
-’rahatsız mı ettim oğlum?’ dedi.

Oğlu:

-’evet anne rahatsız ettin’ deyince,

Annesi:
-’30 sene önce sen de beni bu saatte rahatsız etmiştin, doğum günün kutlu olsun…

Hayatta geri alınamayacak iki önemli şeyden biri zaman diğeri de söylenen söz dür…


3 Ders

Ders 1

Adamin biri tam dusa girmek üzeredir ve karisi da dusunu almis olarak
kabinden çikmaktadir ki, kapinin zili çalar. Kapiya kimin
bakacagi konusunda ufak bir tartisma sonrasinda kadin pes eder. Üzerine bir
havlu alarak
merdivenleri asagi iner ve kapiyi açar. Gelen esinin arkadasi
x’tir Kadin daha selam veremeden x “havlunuzu üzerinizden yere
düsürürseniz size aninda 300 Euro veririm” der.

Kadin bir müddet tereddüt eder, ancak havlunun dügümünü
açarak havlunun düsmesini saglar. X ona bakar ve 300 Euro verir ve söze
devam eder: “Antrede dogabilecek ufak bir tensel yakinlik için size 500 Euro daha verebilirim, hem de derhal” der.Önce saskin, fakat daha sonra
adrenalinin verdigi heyecan ve alacagi para ile yapabileceklerinin anlik
hayaliyle kisa bir duraksamadan sonra kabul eder.
Yasamis oldugu olayin
ve kisacik bir süre içerisinde edinmis
Oldugu ufak servetin heyecaniyla merdivenleri yukari çikarak banyoya geri
döner.
Hala dusta olan esi ona kimin geldigini sorar. “Arkadasin x” diye
cevap verir kadin.
”Çok iyi, ona borç verdigim 800 Euro’yu getirecegini söylemisti, onu
Getirdi o zaman.”
1. hikayeden ç
ikartilacak ders :
Eger bir ekipte çalisiyorsaniz bilgiyi saklamayin, paylasin. Karar mekanizmasinda belirleyici olabilir. Böylece yanlis anlasilmalarin ve disariya karsi kötü duruma düsmenin önüne geçebilirsiniz.

Ders 2 :
Aracinin direksiyonuna geçip kiliseye gitmek üzere yola koyulan rahip
yolda yürümekte olan bir rahibeye rastlar. Aracini durdurur ve kiliseye
kadar onunla
gelmek isteyip istemedigini sorar. Kadin arabaya biner ve bacak bacak üstüne attiginda bacaklarinin güzelligi ortaya çikar.
Rahibin gözü kayar ve bakayim derken kisa bir süre için
Aracin kontrolünü kaybeder. Araci tekrar kontrol altina aldiktan sonra sag
Elini rahibenin bac
agi üstüne koyar. Rahibe ona bakar ve söyle der :
“Rahip, 129. ayeti hatirliyor musunuz ?”
Utançtan
kipkirmizi olan rahip derhal elini çekerek rahibeye özürlerini
siralar.
Bir müddet sonra akli tekrar karisir ve rahibenin bacagina tekrar
dokunur vites degistirme bahanesiyle ve rahibe ayni soru ile karsilik
verir :
”Rahip, 129. ayeti hatirliyor musunuz ?” Utancindan yine kizaran rahip
Elini çeker ve “afedersin kardesim, insanoglu zayif düsebiliyor” der. >
Kiliseye vardiklarinda rahibe arabadan iner ve tek kelime söylemeksizin, ancak çok manali bir bakis firlatarak kaybolur.
Rahip aceleyle içeriye kosturur ve bir Incil alarak 129. ayeti açar
okumak için… 129. ayet söyle demektedir : Ileriye gidiniz, daha
yukarlarda arayiniz. Orada güzellikler bulacaksiniz.
2. hikayeden çikartilacak ders :
Görev alaninizla ilgili her zaman bilgili olun, aksi takdirde firsatlari kaçirabilirsiniz..

Ders 3.
Pazarlamaci, sef sekreter ve personel müdürü bir öglen paydosunda
lokantaya dogru yürümektedirler. Parktaki banklardan birinin üzerinde
sihirli bir lamba bulurlar. Lambayı ovarlar ve gerçekten de lambadan cin çıkar.
”Aslında kisiye 3 dilek hakki veriyorum ama sizler üç kisi oldugunuz
için hepinizin birer dilegini gerçek yapacagim” der cin.
Sef sekreter arsizca atilarak “önce ben” diyerek siranin önüne
yerlesir.
”Bahamalarda, muhtesem bir sahilde tatil yapmak istiyorum. Tatilim hiç
bitmesin ve hiçbir dert hayatima girmesin” diye dilegini ifade eder.
Ve hoop, ortadan kaybolur.
Simdi de pazarlamaci atilir ve “simdi sira bende” der.
”Hayallerimdeki kadinla Tahiti sahillerinde Pina Colada içmek istiyorum” der ve hoop, o da ortadan kaybolur “Simdi sira sende” der
cin Personel Müdürüne.
”Ikisini de ögleden sonra islerinin basinda görmek istiyorum”
Der personel müdürü.
3. hikayeden çikartilacak ders :

Üstünüz olan birinin her zaman için önce konuşmasına izin verin



Immanuel Kant



Immanuel Kant
Cuma, 19 Aralık 2008
Aydınlanma , insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır Sapare Aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! Sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır. ( www.genbilim.com )


"Bir koyunu arka ayakları üzerinde doğrultmakla insana dönüştüremezsiniz; ama bir koyun sürüsünü aynı konuma getirirseniz bir insan kalabalığından farkları kalmaz."
Max BeerBohm

"Sadece tecrübe ile test edilmiş bir sistemi ampirik ve bilimsel kabul edeceğim. Bir sistemin doğrulanabilirliği ya da yanlışlanabilirliği kriter olarak alınmalıdır."
Karl Popper


5 Aralık 2008 Cuma

Insan iliskilerinde bir zehir: ÖNYARGI

Ozurlu 8 cocugu olan ve frengi hastasi hamile bir kadina rastlasaydiniz, ona kurtaj olmasini tavsiye eder miydiniz?

Bu sorunun yanitini vermeden once asagidaki soruyu okuyun.

Simdi bir dunya lideri secme zamani ve sizin oyunuz da sonucu etkileyecek.

Iste 3 aday hakkindaki gercekler:

1. aday: Sahtekar siyasetcilerle isbirligi icinde ve falcilara danisiyor. Iki metresi olmus. Paket paket sigara ve gunde 8 ile 10 bardak Martini iciyor.

2. aday: Iki kere isten atilmis, oglene kadar uyuyor. Universitedeyken uyusturucu kullanmis ve her gece 1 litre viski iciyor.

3. aday: Madalya almis bir savas kahramani. Vejetaryen, sigara icmiyor. Nadiren bira iciyor ve evlilik disi hicbir iliskisi olmamis.

Tercihiniz bu adaylardan hangisi olurdu?

Once karar verin.

Kopya cekmek yok.

Daha sonra asagidaki yanita bakin!
………..
………..
………..


1. aday: Franklin D. Rooseveltt
2. aday: Winston Churchill
3. aday: Adolf Hitler

Ve bu arada…

Yazinin basindaki kurtaj sorusuna eger evet dediyseniz,BEETHOVEN’I ÖLDÜRDÜNÜZ.. …..!!!! !!
Bazen bir önyargıyı parçalamak atomu parçalamaktan bile zordur!’ demiş Einstein..

30 Kasım 2008 Pazar

SEVGİ ÜÇ TÜRLÜDÜR



SEVGİ ÜÇ TÜRLÜDÜR

Masumi Toyotome diye bir Japon yazmış.
"Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir" diye başlıyor.


- "Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz?" diye soruyor...Sonra anlatmaya başlıyor:

- "Sevgi üç türlüdür!.."

Birincinin adı "Eğer" türü sevgi!..

Örnekler veriyor: Eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim. Toyotome "En çok rastlanan sevgi türü budur" diyor. Bir şarta bağlı sevgi.. Karşılık bekleyen sevgi.. "Sevenin,istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak vaad edilen bir sevgi türüdür bu" diyor yazar..

- "Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi, karşılığı bir şey kazanmaktır." Yazara göre evliliklerin pek çoğu "Eğer" türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar. Beklentiler gerçekleşmediğinde de, düş kırıklıkları başlıyor. Sevgi giderek nefrete dönüşüyor. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile "Eğer" türüne rastlanıyor.

İkinci türe geçiyoruz: "Çünkü" türü sevgi... Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: "Bu tür sevgide kişi, bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır".

Örnek mi?.. "Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin. (Yakışıklısın!)" "Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki.." "Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki.." "Seni seviyorum.Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki..

- " Yazar, Çünkü türü sevginin, Eğer türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. Eğer türü sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz, hoş bir şey dir, egomuzu okşar. Bu tür, olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır.

Ama derin düşünürseniz, bu türün, "Eğer" türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki, bu tür sevgi de, yükler getirir insana.. İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer.

"O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi?" diye soruyor, Toyotome.. "Çünkü türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz" diyor.

Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var.. Birincisi.. "Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?" korkusu.. Tüm insanların iki yanı vardır. Biri dışa gösterdikleri.. Öteki yalnızca kendilerinin bildiği.."İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse" korkusu buradan doğar. İkincisi de.. "Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa.." endişesidir.
Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne?.."Ve işte sevgilerin en gerçeği!.
* * *
"Üçüncü tür sevgi benim ´Rağmen´ diye adlandırdığım türdür" diyor yazar.

Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için "Eğer" türü sevgiden farklı bu.. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için "Çünkü" türü sevgide değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan "Bir şey olduğu için" değil, "Bir şey olmasına rağmen" sevilir. Güzelliğe bakar mısınız?.. Rağmen sevgi..

Esmeralda, Qusimodo´yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına "rağmen" sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda´ya çingene olmasına "rağmen" tapar!.."Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. Bunlara ´rağmen´ sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karşılaşması şartı ile..
- " Burada insanın, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine "rağmen" olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor.

Japon yazar "Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur" diyor. "Farkında olsanız da,olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir." Bunun böyle olduğundan nasıl emin?.. Haklı olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor.. Şu soruma cevap verin" diyor.

- "Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz?.. Kendi kendinize ´Yaşamamın ne yararı var´ diye sormaz mıydınız?.." Devam ediyor Toyotome..

- "Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün.. Dünya birden bire başınızın üstüne çökmez miydi?. O an yaşam size anlamsız gelmez miydi?."

- "Diyelim sıradan bir yaşamınız var.. Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız?.." diye soruyor ve yanıtlıyor:

- "Böyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar." Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor "Rağmen" sevgiyi.. "Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni ´Rağmen´ türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da bir gün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır."

Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome.. "Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var.. Kimsede başkasına verecek fazlası yok" diye açıklıyor..

Anlatıyor.. Peki bu dünyada sevgi ne kadar var?.. Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar.. Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi.. Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor. Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz.. Hani nerede?.. Hepsi o.. Ve asıl çarpıcı cümle en sonda.. "Dünyadaki en büyük kıtlık, ´rağmen´ türü sevginin yeterince olmayışıdır!.."

27 Kasım 2008 Perşembe

ÖZLÜ SÖZLER


BÜYÜK LİDERLER,

YALNIZ YAŞAR VE YALNIZ ÖLÜRLER.
BU BAŞARILARININ BEDELİDİR.
(M.O)

26 Kasım 2008 Çarşamba

HAYATA DAİR!..


Eflatun a sormuşlar : “İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir?”Eflatun tek tek sıralamış:

Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler.

Ne var ki çocukluklarını özlerler…
***
Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler.

Ama sağlıklarını geri almak içinde para öderler…
***
Yarından endişe ederken bugünü unuturlar.
Dolayısıyla ne bugünü nede yarını yaşarlar.
***
Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar.
Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler…
***

Sıra gelmiş ikinci soruya;
“Peki sen ne öneriyorsun?

Bilge yine sıralamış;
Kimseye kendinizi “sevdirmeye” kalkmayın!
Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi “sevilmeye” bırakmaktır…

***
Önemli olan; hayatta “en çok şeye sahip olmak” değil, “en az şeye ihtiyaç duymaktır…”



5 YAHUDİ BİLGEDEN!..


"MUSA" der ki; "AKLINIZI KULLANIN,KÖLE OLAMAYIN."


"İSA" der ki; "KALBİNİZ VAR,SEVGİYLE YAKLAŞIN"

"KARL MARX" der ki; "AKIL,KALBİNİZ VAR.AMA! AÇSA OLMAZ."

"FREUD" der ki; "AKIL,KALP,TOKLUK TAMAM DA, CİNSELLİK OLMADAN OLMAZ."


"EINSTEİN" der ki; "BUNLARIN HEPSİ GÖRECEDİR."

25 Kasım 2008 Salı

ALIŞKANLIK

ALIŞKANLIK

Bir köylü kadın, bir danayı doğar doğmaz kucağına alıp sevmiş, sonra da bunu adet edinmiş, her gün danayı kucağına alıp taşırmış; sonunda buna o kadar alışmış ki dana büyüyüp koskoca öküz olduğu zaman, onu yine kucağında taşıyabilmiş. Bu hikayeyi kim uydurduysa, alışkanlığın ne büyük bir güç olduğunu çok iyi anlatmış olacak. Gerçekten alışkanlık pek yaman bir hocadır ve hiç şakası yoktur. Yavaş yavaş, sinsi sinsi içimize ilk adımını atar; başlangıçta kuzu gibi sevimli, alçak gönüllüdür ama, zamanla, oraya yerleşip kökleşti mi, öyle azılı, öyle amansız bir yüz takınır ki kendisine, gözlerimizi bile kaldırmaya izin vermez...



Bence en büyük kötülüklerimiz, küçük yaşımızda belirmeye başlar ve asıl eğitimimiz bizi emzirip büyütenlerin elindedir. Çocuk bir tavuğun boynunu sıkar, kediyi, köpeği oyuncak edip yara bere içinde
bırakır; anası da ona bakıp eğlenir. Kimi baba da, oğlunun savunmasız bir köylüyü, bir uşağı öldüresiye dövdüğünü, bir arkadaşını kurnazca ve kahpece aldattığını gördüğü zaman, bunu yiğitlik belirtisi sayarak sevinir. Oysa bunlar zalimliğin, zorbalığın, dönekliğin asıl tohumları, kökleridir; çocukta filizlenirler, sonra alışkanlığın kucağında, alabildiğine büyüyüp gelişirler. Bu kötü yönsemeleri yaşın
küçüklüğüne ve işin önemsizliğine bakarak hoş görmek tehlikeli bir eğitim yoludur. Önce şu bakımdan ki, çocukta doğa egemendir ve doğa asıl yeni tomurcuk salarken katıksız ve gürbüzdür; sonra da,
hırsızlığın çirkinliği, çalınan şeye göre değişmez ki: Ha altın çalmışsın, ha bir iğne. «İğne çaldı, ama altın çalmak aklına bile gelmez» diyenlere benim diyeceğim şudur: «İğneyi çaldıktan sonra niçin altını da çalmasın?» (Kitap 1, bölüm 23)

Kendimiz sandığımızdan çok daha zenginiz; ama bizi ordan burdan alarak, dilenerek yaşamaya alıştırmışlar: Kendimizden çok başkalarından yararlanmaya zorlamışlar bizi. (Kitap 3, bölüm 12)


MONTAİGNE

YURDUM İNSANI!..



22 Kasım 2008 Cumartesi

İNSAN KENDİSİNİN SÜRGÜNÜDÜR….


-->
İnsan zamanla bulunduğu ortamları veya yaşamın bazı kesitlerini kendisi yaratır yaratırken içinde sevinçlerini yaşatarak hep orada kalmasını ister.
Zaman hiç bir vakit durmadı ki...
Hergün yeni bir gün olarak uyanır geceden bıraktıklarınla.
Birde acılar vardır unutmak
istediğin ama bir türlü başaramadığın,geceler boyu uyutmaz seni,uyumaya çalışsan da karabasandır rahat vermez. O nedenle" hüzünlerin hiç bir zaman sabahı olamaz"...
Hep peşindedir hüzünler,umutsuzluk,yanılgı kaçsan da kurtulamazsın. Güneşin hiç bir zaman ısıtmaz yüreğini,hep üşür. Böyle zamanlarda yorgun hissedersin dayanamaz dersin yüreğim bunca acılara,belki de bir kaçış düşlersin.
Bu kaçışların beynindeki sürgünlerine yeni bir yol almaktır. Yeni sürgünlere hazırlanırken benliğin, sanki hep hazır bekliyordur götüreceklerini. Elbiselerin, ayakkabıların, gömleklerin, ayrılıkların, fotoğrafların ve bir tek şey seni alıkoymaktadır o da yeni düş kırıklıkları, acıları tekrar baştan yaşayabilme korkuları, karamsarlıkların; geceler boyu uykusuzluğunu yaşamak korkutur…
Bu ilk değildir kaçışların kendinden,
Başkada seçenek bulamazsın sürgünden diğer sürgünlere yol almaktan…
Ah! o yüreğin ki ne acılar yaşamıştır içinde boğduğun...
O yüreğin ki bir daha dönüşümü olmayan ne hatalar yapmıştır yaşamını biçimlendi
rirken...
Bir daha yapmayacağım diye pişmanlıklarınla doludur ...
Ne vefasızlıklar görmüştür umulmadık zamanlarda,umulmadık insanlardan. kırıldın,üzüldün,bitti dediğin anda hiç bir şey olmamış gibi kapını çaldılar ve sen yine hoş geldin dediğin...
Oysa ki yüreğini acıtan yaralar hiç kapanmadı ki...
Üzüntülerin
dir günler boyu kederi dinmeyen içindeki küfürlerin…
O yüreğinki ayrılıkları nedensiz yaşamıştır..
Bir tek aşkım diyebileceğin aşklar yaşamamışsındır. Yaşasan da beynindeki sürgünler izin vermemiştir ötesini yaşamaya...
Yorgunsun bedeninle kalkamazsın...
Kavgalısındır sabah
larla..
Kırgındır yaşam sana, sen yaşama
Bu sefer kesin gitmen gerekliliğini düşünürsün kendi sürgünlerine.
Ve seni böylesine yeni bir sürgüne itenleri kimse yine anlamayacaktır.
Dostun yoktur, dostluklar zedelenmiş artık…
Arkadaşlık, sırdaşlık, yoldaşlık mazideki fotoğraflardadır...
Hayallerin, umutların hep 80 öncesinde kaldı. Nostalji sevdalar, nostalji baharlar, şarkılar, içerken ağlamak bile nostaljik oldu şimdi ki zamanda
Gerçi sende o yıllarda kalan benliğini silemediğinden, değerleri yok sayamadığından sürgünlerini hala yaşıyorsun besbelli ama! Kabullenmelisin ki şimdikiler duyarsız, umursamaz küçük dünyalarında yalanlarıyla yaşamayı seviyorlar...
Eskiden halk evleri vardı, bilimden,felsefeden, dünyadan, haberin olsun diye ve parasızdı bilgi edinmenin bedeli. Şimdi ise dersaneler var tek tip asosyal insanla
r için.
Sıralar oluşurdu gazete bayilerinde ilk haberi ben okuyayım, okunmak içindi gazeteler, şimdi öylemi? yalan haberlerini satabilmek için sıralanıyorlar insanların peşlerine...
Eskiden aydın olmanın ağırlığı vardı, her şeyi göze alırdı, hapisleri, vurulmayı, aç kalmayı, Şimdi ise aydın olmak parayla eş değer görülmeye başlandı...
Eskiden sevdalar yaşanırdı günlerce, aylarca, yıllarca ve sevdalanmak bu derece ayaklar altına alınıp, ertesi gün unutulamazdı. Şimdi ise sevdalar saniyelerle yaşanmaya başlandı...
Eskiden öğretmenler; yerden yazılı bir şey bulursan oku derdi, şimdi ise yerden çocuklar ekmek, petşise, çöp topluyorlar...
Eskiden mahalle çeşmelerimiz vardı suları her zaman soğuk, ağzımızı dayayıp içerdik de, komşular bakır tas verip kızarlardı, ağzınızı dayamayın diye, şimdi ise; içtiğimiz sulara kanalizasyon karıştı, parayla içiyoruz petle
nmiş suları...
Eskiden kâğıt helvalarımız vardı, okul önlerinde satılan iştahla yediğimiz. Şimdi ise; patlamış mısırımız; popcorn..
köfte ekmeğimiz; hamburger adında..
lahmacunumuz; pizza oldu paketlenerek...
Her şeyimiz bir pakete yerleştirildi,ruhumuz,benliğimiz,kişiliğimiz paketler halinde maskelendi ve maskelerimizde yalnızlığı yaşıyoruz tek başına ve korkuyoruz maskemizi çıkarmaktan. Belki çıkarsak yaşamla tekrar barışsak, özeleştirilerimizi yapsak,kendimizle barışsak daha rahat yaşamla yaşamaktan... Oysa ki tüketerek yaşıyoruz,yaşamı...
İşin kötüsü; tek başına tüketiyoruz..
Paylaşmayı, paylaşamıyoruz...
Belki de sindiremediğin bunlar değil mi?..
Oysaki senin zayıf dediğin yüreğin cesur, yapamam dediklerin en yaptıkların. Gi
demem dediklerin gittiğin yerler olup, dayanamam dediklerinse, en direnç gösterdiklerin değil mi?..
Ve aynı acılara gebe olsa da yeni bir sürgüne hazırdır yüreğin dirençlerinle.
Öyle değil mi ?..
İnsan kendisi hazırlar kendi sürgünlerini.
Çıkışın; yalnızlığındadır sürgünlerden kurtulmanın…
Mehmet Ozan